Tarih:

Paylaş:

Ukrayna Krizi, Nükleer Silahlar ve Belarus

Benzer İçerikler

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

Nükleer Silahların Yayılımının Önlenmesi Antlaşması’na (NPT) göre yasal olarak nükleer devlet olma statüsüne sahip beş ülke vardır. Aynı bu zamanda bu ülkeler, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) daimi üyeleridir. Söz konusu devletler, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Rusya, Fransa, İngiltere ve Çin’dir. Bahse konu olan aktörler, nükleer silahların ve nükleer savaşın tehlikesine dikkat çekerek böylesi bir savaşın yaşanmaması gerektiğini ifade ettikleri deklarasyonu 3 Ocak 2022 tarihinde yayınlamışlardır. Lakin bu deklarasyonun üzerinden iki ay geçmeden Rusya, nükleer silahların hazırlık ve alarm seviyesini yükselterek Ukrayna’ya yönelik müdahalesine karışabilecek devletlere gözdağı vermiştir. Dolayısıyla dünya yeniden bir nükleer savaş tehdidini konuşmaya başlamıştır. Tüm bu gelişmeler ise aslında 2002 yılından beri “İkinci Soğuk Savaş” döneminin yaşandığı yönündeki iddiaları teyit eder niteliktedir.  

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in kameralar önünde “caydırıcı güçlerin savaşa hazırlık seviyesinin özel bir moda getirilmesi” ya da “alarm seviyesinin yükseltilmesi” şeklinde verdiği emir, Moskova’nın üçüncü taraflara, yani Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) ve ABD’ye karşı nükleer silahları caydırıcılık unsuru olarak değerlendirmesini beraberinde getirmiştir. Ancak Putin’in ifadesi, konunun uzmanları tarafından muğlak bir terim olmasından dolayı “sözlü bir nükleer tehdit” şeklinde yorumlanmıştır. Nitekim İngiltere Savunma Bakanı Ben Wallace, mevzubahis terimin Rus nükleer doktrininde yer almayan bir statü olmasından dolayı Rusya’nın asıl amacının dikkatleri başka yöne çevirmek olduğunu öne sürmüştür.

Diğer yandan Rusya’nın nükleer silah tehdidi, Putin’in 2020 yayımladığı nükleer doktrinde (Rusya Federasyonu’nun Nükleer Caydırıcılığa İlişkin Devlet Politikasının Temel İlkeleri),[1] Rusya’nın hangi şartlarda nükleer silaha başvuracağını belirttiği koşullara da uymamaktadır. Rusya söz konusu doktrinde zikredilen koşulları şu şekilde sıralamaktadır:

  • Rusya ya da müttefiklerinin topraklarına balistik füze fırlatılması durumunda
  • Rusya ya da müttefiklerine karşı nükleer silah kullanılması halinde
  • Rusya’nın nükleer birliklerinin kullanılmasını engelleyecek şekilde kritik tesislerine saldırı düzenlenmesi durumunda
  • Rusya’nın varlığını tehdit edecek konvansiyonel bir saldırının gerçekleşmesi durumunda

Kremlin, her ne kadar muallak bir açıklama yapmışsa da mevcut koşulların yukarıda belirtilen şartlara uymadığı söylenebilir. Rusya’nın böylesi bir durumda nükleer silahların alarm seviyelerini değiştirmesi farklı bir sürece işaret etmektedir. Bu da aslında tüm devletler için “ilk kullanan olmama” ilkesinin retorikten ibaret olduğunun göstergesidir.

Rusya’nın elindeki nükleer silah sayıları konusunda farklı rakamlar telaffuz edilmektedir. Amerikan Bilim Adamları Federasyonu’na göre, Rusya’nın 5.977 ve ABD’nin 5.428 nükleer silahı bulunmaktadır. Ayrıca Rusya’nın 1.588, ABD’nin 1.644 göreve hazır stratejik silahı bulunmaktadır.[2] Stratejik nükleer silahların küresel çapta yarattığı tehditler açıktır. Daha küçük ölçekteki nükleer silahlar ise ayrı bir tehdit unsurudur. Rusya’nın taktik nükleer silahları, bölge için tehdit teşkil etmektedir. ABD’nin NATO çerçevesinde Türkiye, Belçika, İtalya, Hollanda ve Almanya’da 180-200 arasında taktik nükleer silahları vardır. Lakin bu silahlar yalnızca belirli uçaklarla kullanılabilmektedir.

Anlaşılacağı üzere, Ukrayna’da yaşanan gelişmeler, özellikle de Almanya, Hollanda ve Belçika tarafından “Soğuk Savaş kalıntısı” gelişmeler şeklinde nitelendirilen taktik nükleer silahların taktik ve sembolik önemini bir kere daha ortaya koymuştur. Elbette modernize edilen bu silahların F-35 ile kullanılacak şekilde dizayn edilmesi, Türkiye’de bu silahlardan bulunması ve Türkiye’nin F-35 programından çıkarılması bu süreçte ayrıca ele alınması gereken bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Rusya’nın nükleer silahlar konusundaki adımıyla paralel bir şekilde Belarus Meclisi, aldığı bir kararla Belarus Anayasası’nın 18. maddesindeki nükleer tarafsızlık statüsünü değiştirmiş ve topraklarında nükleer silah konuşlandırılmasına yönelik bir anayasa değişikliğine giderek Rusya’nın Belarus topraklarına nükleer silah konuşlandırmasının önünü açmıştır. Burada ilginç bir paradoks yaşanmaktadır. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden hemen sonra Sovyetler Birliği döneminden Belarus, Ukrayna ve Kazakistan’da kalan silahların Rusya’ya geri verilmesi konusu gündeme gelmiştir. Belarus ve Kazakistan, bu konuda hızlı davranırken; Ukrayna, silahların geri verilmesine uzun bir süre ayak diremiştir. Günümüzde ise Putin yönetimi, Ukrayna’da nükleer silah teknolojisi kalmış olmasını, tehdit olarak değerlendirmektedir. İşte bu ortamda Belarus, Soğuk Savaş dönemindeki gibi Rus nükleer silahlarına ev sahipliği yapmaya hazırlanmaktadır.

Belarus Devlet Başkanı ALexandr Lukashenko’nun batının Polonya ve Litvanya’ya nükleer silah transfer ettiği bir ortamda kendisinin de Putin’den nükleer silah talep edeceğini belirtmesi ciddi bir iddiadır. Yukarıda da belirtildiği gibi, ABD’nin sadece beş Avrupa devletinde nükleer silahı bulunmaktadır. Bu dönemde Polonya ve Litvanya’ya böyle bir silah transferin yapılacağına yönelik iddia ise sadece Belarus’tan gelmiştir. Fakat bu iddialar, 2019 yılında önce ABD’nin ve daha sonra da Rusya’nın 1987 tarihli Orta Menzilli Nükleer Silahlar Sözleşmesi’nden çekilmesiyle birlikte ele alındığında, yaşanan gelişmeler çok daha tehlikeli bir boyut kazanmaktadır.

Tüm bu bilgiler değerlendirilirken hatırlanması gereken esas konu, George W. Bush yönetiminin 2002 yılında 1972 tarihli Füze Savunma Sistemi Sözleşmesi’nden çekildiğidir. Aslında dünya, bu hamlenin ardından “İkinci Soğuk Savaş” sürecine girmiştir. ABD ile Rusya arasında inişli çıkışlı ilişkiler yaşanmışsa da Soğuk Savaş sürecini andıran konvansiyonel/nükleer silahlanma yarışı devam etmektedir. ABD, Ulusal Füze Savunma Projesi çerçevesinde topraklarının nükleer silahlardan korunmasını amaçlayan bir füze savunma sistemi geliştirmeye devam etmektedir. Nitekim “İran tehdidi” öne sürülerek “Avrupa Aşamalı Uyarlanabilir Yaklaşım” çerçevesinde bu sistemin Avrupa ayağı tamamlanmıştır. Kuzey Kore tehdidi karşısında ise Asya-Pasifik bölgesinde önemli bir savunma sistemi geliştirilmiştir. Konvansiyonel Ani Küresel olarak adlandırılabilecek taarruz silahların geliştirilmesi devam etmektedir. Üstelik sistemin başarılı olması halinde, nükleer saldırı ve füze savunma sistemleri konusunun yeniden ele alınması gerekecektir. Nitekim bunu destekler nitelikte hipersonik seyir füzeleri geliştirme çalışmaları da sürmektedir.

ABD’nin hamleleri karşısında Rusya da bu alandaki çalışmalarını artırmıştır. Moskova yönetimi, RS-28 SARMAT silahları ve Avangard hipersonik füze sistemleri başta olmak üzere, konvansiyonel ve nükleer silah yeteneklerini hızla geliştirmektedir. Rusya’nın eş zamanlı olarak füze savunma sistemlerini de geliştirdiği bilinmektedir.

2002 yılında ABD’nin Füze Savunma Sistemi Sözleşmesi’nden çekilmesiyle başlayan İkinci Soğuk Savaş dönemindeki sözleşmelerden çekilme süreci, 2019 yılında ABD ve Rusya’nın Orta Menzilli Nükleer Silahlar Sözleşmesi’nden çekilmesiyle devam etmiştir. 1972 yılındaki SALT Görüşmeleri vesilesiyle başlayan stratejik nükleer silahların sınırlandırılması/azaltılması sözleşmelerinin devamı niteliğindeki NEW START Sözleşmesi ise ABD Başkanı Joe Biden tarafından son anda uzatılmıştır.

Brennan Soğuk Savaş dönemindeki nükleer silahlanmaya yönelik çılgın süreci, İngilizcede çılgın anlamına gelen “Mad” kelimesini çağrıştıracak şekilde Mutual Assured Destruction (Karşılıklı Kesin İmha) şeklinde nitelendirmiştir. Günümüzde ABD ya da Rusya’nın yapacağı bir çılgınlık sadece iki devletin değil; tüm dünyanın yok olmasıyla neticelenebilir. Kendisini çılgın olarak nitelendirmek doğru olmasa da Putin’in “Rusya’nın içinde olmadığı bir gezegeni ne yapalım”[3] sözleri, dünyanın tehlikeli bir uçurumun kenarına gelmesinin olasılıklar arasında yer aldığını ortaya koymaktadır.


[1] “Basic Principles of State Policy of the Russian Federation on Nuclear Deterrence”, The Ministry of Foreign Affairs of the Russian Federation, https://archive.mid.ru/en/web/guest/foreign_policy/international_safety/disarmament/-/asset_publisher/rp0fiUBmANaH/content/id/4152094, (Erişim Tarihi: 01.03.2022).

[2] “Nuclear Forces”, FAS, https://fas.org/issues/nuclear-weapons/status-world-nuclear-forces/, (Erişim Tarihi: 01.03.2022).

[3] Steve Rosenberg, “Ukraine Invasion: Would Putin Press the Nuclear Button?”, BBC, https://www.bbc.com/news/world-europe-60551140, (Erişim Tarihi: 01.03.2022).

Doç. Dr. Şafak OĞUZ
Doç. Dr. Şafak OĞUZ
2019 yılında Doçentlik unvanını alan Şafak OĞUZ, Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki (TSK) 23 yıllık hizmetinden sonra 2021 yılında emekli olmuştur. Görevi esnasında Birleşmiş Milletler (BM) ve Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) bünyesinde de çalışan OĞUZ, Kitle İmha Silahları, Terörizm, Uluslararası Güvenlik, Uluslararası Örgütler ve Barış ve Çatışma Çalışmaları konularında çalışmalar yapmaktadır. OĞUZ, halen Kapadokya Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyeliği görevini sürdürmektedir. İyi derece İngilizce ve Almanca bilmektedir.