Tarih:

Paylaş:

Türkiye’yi Kaybetmeye Değer mi?

Benzer İçerikler

Suriye ve Irak merkezli yaşanan gelişmeler bir kez daha sahada ve diplomasi masasında kartların yeniden dağı(tı)lacağı bir sürece işaret ediyor. Ve burada belirleyici husus, bu iki ülke üzerinde kimin ya da kimlerin olacağı şeklinde kendisini gösteriyor. Burada Irak; her ne kadar ABD-İran ikilisi arasındaki bir nüfuz paylaşımının adresi olarak karşımıza çıksa da, mevcut gelişmeler artık bunun dünde kaldığını gösteriyor. Dolayısıyla Irak’ta oluşturulduğu zannedilen statükodan bahsedebilmek mümkün değil.

Bu kapsamda Basra merkezli yaşanan son gelişmeler Irak’ta yeni bir nüfuz paylaşımı krizi olarak karşımıza çıkıyor ve İran “istenmeyen adam” konumunda. Daha da ötesi, ABD’nin İran’a yönelik operasyonu öncesi İran yakın çevresinde, bir diğer ifadeyle “direnç cephesi” olarak adlandırılan ülkelerde hezimete uğratılmak isteniliyor. Irak’ta kendisini gösteren bu husus, yakın gelecekte Suriye, Yemen ve Afganistan bazlı gelişmelerle de desteklenecek gibi…

Nitekim İran kazandığım dediği her bir yerde birer birer kaybediyor. İran’ın Suriye’deki savaşında kazanımlar boyutuyla zirve nokta olarak karşımıza çıkan Halep’te yaşadığı “hayal kırıklığı”, Suriye politikasında kaybetmeye başladığı bir dönüm noktası olarak kabul edilebilir.

İran’ın yakın çevresi ağırlıklı olmak üzere sahada yaşayacağı olası hezimetin sonuçlarını sadece coğrafi kayıplar olarak düşünmemek lazım. Önemli olan, burada yol açacağı travmatik sonuçlar. Zira olası bir yenilgiyle başta devrim muhafızları olmak üzere, rejimin temel sacayaklarını oluşturan tüm unsurlar birer hedef haline gelecek, ülkede derin bir çatışma başlayacaktır.

Bu da hiç kuşkusuz halk ile mevcut yönetimin bir kez daha karşı karşıya gelmesi ile eşdeğer olup, doğrudan doğruya ülkede bir rejim değişikliğine yol açabilecek bir potansiyel taşımaktadır. Böylesi bir gelişme, sonuç ise; hiç kuşkusuz en başta ABD-İsrail ikilisi olmak üzere, rejim karşıtı tüm ülkelerin İran’daki değişimi politik yöntemlerle gerçekleştirme hedeflerine ulaşması demektir.

“Yersiz Endişeler”–“Ölümcül Hatalar”…

Son dönem İran dış politikasında yaşanan bir takım gelişmeler ve özellikle Türkiye’ye yönelik zikzaklar, bu endişenin rejim tabanında güçlü bir karşılık bulduğunu gösteriyor. Bu da 2016’dan bu yana iki ülke arasında yeniden inşa edilmeye çalışılan güven duygularına ciddi bir darbe vuruyor. Rejimin bir takım kaygıları, korkuları “adresi yanlış” tepkilere yol açıyor. (Eğer bu bilinçli bir çıkış değil ise, zaten karşımızda geleneksel bir “Türkiye refleksi” var demektir ki, bu daha vahim bir duruma işaret eder.)

Tahran Zirvesi’nde İran’ın İdlib üzerinde bu kadar ısrarlı olmasının altında da anlaşıldığı kadarıyla bu “sahada kaybetme” endişesi yatıyor. Ve bu noktada İran, İdlib’i bir “psikolojik kırılma noktası”, hatta daha da ötesi bir “rövanş adresi” olarak görüyor. İran, böylece hem Halep’teki imaj kaybını telafi etmek hem de Halep’in bir başka ülkenin sorumluluk altına verilmesinin önüne geçmek istiyor.

Tahran’da gerçekleştirilen Astana Zirvesi’nin üçüncü sacayağında Rusya’yı İdlib-ateşkes noktasında bir takım tavizler karşılığı yanına alması, bu açıdan haliyle daha manidar. Biraz daha açmak gerekirse…

İran’ın Tahran Zirvesinde istediği sonucu büyük ölçüde elde etmiş olmasının altında Rusya’ya verdiği iki büyük taviz yatıyor: Birincisi Hazar’da, diğeri ise Suriye’nin güneyinde. 1990’lı yılların ikinci yarısından bu yana Hazar’da eşit paylaşımdan tavize yanaşmayan İran’ın bundan önemli ölçüde vazgeçmesi ve Suriye’nin güneyinde ABD-İsrail ikilisinin taleplerine Rusya üzerinden de olsa “çekilmek” suretiyle olumlu yanıt vermesi, hiç kuşkusuz Ankara’nın dikkatlerinden kaçmıyor.

İran, Türkiye’yi Batı’ya mı İtiyor?

Suriye-Irak merkezli yaşanan gelişmeler, en temelde iki ülkenin daha derin bir işbirliğini gerektirirken; karşımıza çok daha farklı bir tablo çıkıyor. Kısa süreli kazanımlar uğruna, uzun vadeli kazançların üstü çiziliyor. Katar-Suudi Arabistan ve 24 Kasım Referandum Krizlerinde elde edilen kazanımların raf ömürleri kısa oluyor.

İran’ın burada özellikle kendisi açısından stratejik ortak olarak Rusya’yı tercih ettiğini her haliyle ortaya koyması ve bu ülke üzerinden bir beka-çıkarlar politikası izlemesi, kaçınılmaz olarak Türkiye’yi daha dikkatli bir dış politika izlemeye zorluyor. Ne de olsa önünde bir Osmanlı tecrübesi var.

Bu bağlamda Ankara, bir taraftan Rusya ile “27 Haziran Ruhu”nu korumaya çalışırken, diğer taraftan da Suriye merkezli yeni bir “24 Kasım Krizi”nin gerçekleşmemesi için çaba sarf ediyor. Zira Ankara biliyor ki, Türkiye-Rusya arasındaki böylesi bir krizin menşei artık sadece ABD/NATO olmayacaktır. Bu algı değişikliği, ilgili başkentlerce dikkate alınmak zorundadır!

Burada akla gelen çok vahim soru ise şu: İran bu tür politikalarla, sistematik bir şekilde Türkiye’yi Rusya’dan uzaklaştırmak ya da Türk-Rus işbirliğine darbe mi vurmak istiyor? Eğer öyle ise, böylesi bir darbe ABD/İsrail’in ekmeğine yağ sürmekle eşdeğer olmaz mı?

Türkiye’yi Karşısına Alan, Sadece “Büyük Oyun”u Kaybetmez!

Bu arada, yeri gelmişken bir kez daha hatırlatalım: Suriye’de iç savaşın seyrinin büyük ölçüde değişmesi, Moskova-Tahran ikilisi ile değil, Ankara-Moskova ikilisinin ortak faaliyetleri ile mümkün olmuştur. Irak ve Katar merkezli bir takım oldubittilerin önüne de Türkiye’nin oyun bozucu çıkışlarıyla geçilmiştir.

Türkiye’nin son dönemde ABD ile karşı karşıya gelmesinin ve yaptırımlarına maruz kalmasının altında da bu hususlar yatmaktadır. Buna son dönemde İran da dâhil edilmelidir. (Aslında bu tarih 2003 yılına, Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan “Tezkere Krizi”ne kadar çekilebilir. Zira bu krizin nedeni sadece Irak değildi.)

Eğer, Türkiye İran noktasında ABD ile birlikte hareket etmiş olsaydı, bugün çok daha farklı bir tablo karşımıza çıkardı. Eminim, Tahran bunun farkındadır.

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse; İran’ın izlediği politika (özellikle Suriye merkezli), Türkiye’nin başta ABD olmak üzere, Batı’ya karşı duruşuna da darbe vuruyor. Son dönemde Türk dış politikasında kendisini hissettirmeye başlayan tutum değişikliğine bir de bu açıdan bakmakta fayda var!

Prof. Dr. Mehmet Seyfettin EROL
Prof. Dr. Mehmet Seyfettin EROLhttps://www.ankasam.org/author/mse/?lang=en
1969 Dörtyol-Hatay doğumlu olan Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol, Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden 1993 yılında mezun oldu. BÜ’de 1995 yılında Yüksek Lisans çalışmasını tamamlayan Erol, aynı yıl BÜ’de doktora programına kabul edildi. Ankara Üniversitesi’nde doktorasını 2005’de tamamlayan Erol, 2009 yılında “Uluslararası İlişkiler” alanında doçent ve 2014 yılında da Profesörlük unvanlarını aldı. 2000-2006 tarihleri arasında Avrasya Stratejik Araştırmaları Merkezi (ASAM)’nde görev yapan Erol, 2009 yılında Stratejik Düşünce Enstitüsü’nün (SDE) Kurucu Başkanlığı ve Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerinde bulundu. Uluslararası Strateji ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi (USGAM)’nin de kurucu başkanı olan Prof. Erol, Yeni Türkiye Stratejik Araştırmalar Merkezi (YTSAM) Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Başkanlığını da yürütmektedir. Prof. Erol, Gazi Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi (GAZİSAM) Müdürlüğü görevinde de bulunmuştur. 2007 yılında Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı “Türk Dünyası Hizmet Ödülü”nü alan Prof. Erol, akademik anlamdaki çalışmaları ve medyadaki faaliyetlerinden dolayı çok sayıda ödüle layık görülmüştür. Bunlardan bazıları şu şekilde sıralanabilir: 2013 yılında Çağdaş Demokratlar Birliği Derneği tarafından “Yılın Yazılı Medya Ödülü”, 2015 yılında “APM 10. Yıl Hizmet Ödülü”, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından “2015 Yılın Basın-Fikir Ödülü”, Anadolu Köy Korucuları ve Şehit Aileleri “2016 Gönül Elçileri Medya Onur Ödülü”, Yörük Türkmen Federasyonları tarafından verilen “2016 Türkiye Onur Ödülü”. Prof. Erol’un 15 kitap çalışması bulunmaktadır. Bunlardan bazılarının isimleri şu şekildedir: “Hayalden Gerçeğe Türk Birleşik Devletleri”, “Türkiye-AB İlişkileri: Dış Politika ve İç Yapı Sorunsalları”, “Avrasya’da Yeni Büyük Oyun”, “Türk Dış Politikasında Strateji Arayışları”, “Türk Dış Politikasında Güvenlik Arayışları”, “Türkiye Cumhuriyeti-Rusya Federasyonu İlişkileri”, “Sıcak Barışın Soğuk Örgütü Yeni NATO”, “Dış Politika Analizinde Teorik Yaklaşımlar: Türk Dış Politikası Örneği”, “Krizler ve Kriz Yönetimi: Aktörler ve Örnek Olaylar”, “Kazakistan” ve “Uluslararası İlişkilerde Güncel Sorunlar”. 2002’den bu yana TRT Türkiye’nin sesi ve TRT Radyo 1 (Ankara Radyosu) “Avrasya Gündemi”, “Stratejik Bakış”, “Küresel Bakış”, “Analiz”, “Dosya”, “Haber Masası”, “Gündemin Öteki Yüzü” gibi radyo programlarını gerçekleştirmiş olan Prof. Erol, TRT INT televizyonunda 2004-2007 yılları arasında Arayış, 2007-2010 yılları arasında Kanal A televizyonunda “Sınır Ötesi” ve 2020-2021’de de BBN TÜRK televizyonunda “Dış Politika Gündemi” programlarını yaptı. 2012-2018 yılları arasında Millî Gazete’de “Arayış” adlı köşesinde dış politika yazıları yayımlanan Prof. Erol’un ulusal-uluslararası medyada çok sayıda televizyon, radyo, gazete, haber siteleri ve dergide uzmanlığı dahilinde görüşlerine de başvurulmaktadır. 2006-2018 yılları arasında Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde ve Ankara Üniversitesi Latin Amerika Araştırmaları Merkezi’nde (LAMER) de dersler veren Prof. Erol, 2018’den bu yana Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak akademik kariyerini devam ettirmektedir. Çok sayıda dergi ve gazetede yazıları-değerlendirmeleri yayımlanan; Avrasya Dosyası, Stratejik Analiz, Stratejik Düşünce, Gazi Bölgesel Çalışmalar, The Journal of SSPS, Karadeniz Araştırmaları, gibi akademik dergilerde editörlük faaliyetlerinde bulunan Prof. Erol, Bölgesel Araştırmalar, Uluslararası Kriz ve Siyaset Araştırmaları, Gazi Akademik Bakış, Ege Üniversitesi Türk Dünyası İncelemeleri, Demokrasi Platformu dergilerinin editörlüklerini hali hazırda yürütmektedir. 2016’dan bu yana Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM) Kurucu Başkanı olarak çalışmalarını devam ettiren Prof. Erol, evli ve üç çocuk babasıdır.