Tarih:

Paylaş:

Türkiye-Rusya-İran Arasında Fırat’ın Doğusu Krizi mi?

Benzer İçerikler

ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye’den çekilme hususunda aldığı kararı takip eden süreçte, terör örgütü PKK/PYD’nin kendisini koruyup destekleyecek himayeci devlet arayışları hız kazanmıştır. Burada ilk seçenek olarak PYD, uluslararası hukukun arkasına sığınmak için Beşar Esad yönetimini Münbiç’e çağırmış ve yapılan açıklamada “Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve Suriye Ordusu aynı ailenin üyeleridir. Anlaşma, Fırat’ın doğusu için de geçerlidir.” denilmiştir.[1] Şüphesiz PYD için bu taktik, örgütün Suriye Ordusu’nun koruması altındaki yerini meşrulaştırmanın önemli bir yöntemi olmuştur. Ancak söz konusu stratejinin PYD’yi terör örgütü olmaktan çıkarmadığı da açıktır. Çünkü daha önce Afrin örneğinde de olduğu gibi Türkiye, Münbiç’e yönelik operasyon konusunda da İran destekli milislere veya Suriye Ordusu birliklerine müsamaha göstermeyecektir. Diğer bir ifadeyle, Münbiç ve çevresinde PYD terör örgütüne destek çıkan herhangi bir unsurun hukuki dayanağı veya güvencesi bulunmamaktadır. Bu noktada Türkiye, terör örgütünün yeni himayecisi olmak isteyenlere net bir mesaj vermektedir. Ankara, Münbiç ve Fırat’ın doğusunda PYD’ye sahip çıkmaya çalışan devletlere, bu eylemlerine devam etmeleri halinde operasyondan vazgeçmeyeceğini açıkça söylemektedir. Burada Türk-Rus ilişkilerinde 2015 yılındaki Uçak Krizi sonrasında, PYD’nin Rusya’da ofisler açtığı ve özerklik karşılığında İran’a Akdeniz’e ulaşma imkânı sunduğu pazarlık süreci akıllara gelmektedir.

ABD’nin Suriye’den çekilme stratejisiyle Astana Süreci’ni bozmaya ve Türkiye-Rusya-İran üçlüsünü yeniden birbirine düşürmeye çalıştığı, uzmanlar tarafından sıklıkla dile getirilmektedir. PYD-Esad-Rusya-İran, Fırat’ın doğusuna Suriye bayrağı dikilmesi suretiyle bölgede özerkliğe kapı açmanın yollarını ararken; Türkiye de aynı bölgede güneye kadar inebileceğinin işaretlerini vermektedir. Üstelik hem Rusya hem de İran, Türkiye’nin bu hamlesini engelleyecek alternatif bir strateji geliştirememiştir. Washington yönetimi, Türkiye’ye “DEAŞ’la mücadelede birinci aktör olma” gibi net bir misyon yüklemektedir. Türkiye’nin DEAŞ’a ulaşabilmesi ise güneye inmesini gerektirmektedir. Rusya ve İran, Türkiye’nin yeni misyonunu gerçekleştirebilmesinin önüne engeller çıkarmak istese de bahsi geçen ikilinin Esad yönetimine iyi bir plan sunamadıkları da bilinmektedir. Neticede iki ülkenin de Suriye Ordusu’na verdikleri desteğin Fırat’ın doğusunda bir karşılığının olmayacağını anladıkları ifade edilebilir. Zira koalisyon güçlerinin SDG güçlerine olan hava savunma desteği ve himayesi halen devam etmektedir.

Suriye’den çekilme sürecinde ABD’nin sırf Astana Üçlüsü’nü birbirine düşürmek için bölgeyi İran destekli Esad güçlerine teslim etmesi beklenemez. Dolayısıyla Suriye, İran ve Rusya’nın Fırat Nehri boyunca uzanan “ABD kalkanını” kırmaları, jeopolitik bir zorunluluktur. Aksi takdirde Türkiye’nin terör operasyonlarını durduramayacakları ortadadır. Burada Türkiye’nin tek kriteri; terör örgütünün bölgeden çıkmasıdır.[2] Ancak Ankara, PYD’nin tasfiye edilmeyeceğinin ve bunun bir bayrak dikme yarışına döndüğünün de farkındadır. Bu kapsamda Türkiye’nin, PYD’nin bölgeden çekilmesi halinde Suriye Ordusu’nun Fırat’ın doğusuna hâkim olmasına görünür bir itirazda bulunmayacağı iddia edilebilir. Bir diğer ifadeyle, ülkesindeki mültecilerin Esad yönetimi altında yaşamayı kabul etmediğini bilen ve bölgenin kısa vadede Suriye Ordusu’nun hakimiyetine girmesinin mümkün olmadığını düşünen Ankara’nın Esad’ın hakimiyetine yeşil ışık yakmasının somut bir karşılığı yoktur.

Burada İran ve Rusya için önemli olan konu; Fırat’ın doğusunda Türkiye’nin operasyonu sayesinde bölgeye yerleşecek muhalif vatandaşların demokratik seçimlerde Esad’ın aleyhinde oy kullanacak olmasıdır. İdlib, Afrin ve Fırat Kalkanı bölgesinde Türkiye’nin etkinlik kurmasına engel olamayan Moskova ve Tahran’ın kendileri açısından Esad’ın geleceğini de tehlikeye attıkları öne sürülebilir. Şimdi aynı senaryonun bahsi geçen bölgede de gerçekleşmesi, Moskova ve Tahran için savaşın masada kaybedilmesi anlamına gelecektir. Zira Türkiye’de bulunan mültecilerin olası seçimlerde oy kullanmasıyla, Suriye’ye yeniden yerleşmelerinin ardından kullanacakları oylar arasında nicelik açısından önemli bir fark olacaktır. Bu bağlamda muhaliflerin etkinlik kurduğu bölgelerde Esad karşıtı oy potansiyeli en az 2-3 kat artacaktır. Bu bilinçten hareketle Moskova ve Tahran’ın PYD’nin Suriye bayrağı altında özerk bir yapıda devam etmesi için çaba sarf ettiği görülmektedir. Zira bu yolla Esad’ın iktidarının sürdürülebilir hale getirilmesi amaçlanmaktadır.

PYD açısından ise Türkiye’ye set çekebilmenin en iyi yolu, Rusya’yla yeniden diyalog ve işbirliği kurmaktan geçmektedir. Bu bağlamda PYD’nin İran’a da ödünler vermesi gündeme gelebilir. Türkiye, Fırat’ın doğusuna operasyon konusunda ihtiyatlı davranarak Rusya ve İran’la olan diyalog sürecine önem verdiğini nasıl gösteriyorsa, söz konusu ülkelerin de PYD’yle olası bir yakınlaşmanın Astana Süreci’nin ruhuna ihanet olacağını hesap etmeleri gerekir. Bu noktada vurgulanmalıdır ki; İran, Suriye Ordusu’nun Münbiç’e girmeye başladığı yönündeki haberleri memnuniyetle karşılamış; benzer şekilde Rusya da ABD’nin ayrıldığı yerlerin kontrolünün Şam yönetimine bırakılması gerektiğini belirtmiştir.

Türkiye açısından bu durum, PYD’nin Suriye bayrağı altında varlığını sürdürmeye devam edeceği, Rusya ve İran’ın bu süreci destekleyeceği ve dolayısıyla PYD’nin yeni himayecilerinin söz konusu ülkeler olacağı anlamına gelmektedir. Bu noktada Türkiye, terörle mücadeledeki kararlı duruşunu sürdürerek (Fırat’ın doğusuna operasyon kozunu göstermek suretiyle) Rusya ve İran’a geri adım attırmak istediğinde, ABD’nin de planladığı gibi, Astana İttifakı’nda bazı kırılmalar yaşanabilir. Ancak her şeye rağmen Ankara; Moskova ve Tahran’la olan diyalog sürecini sürdürerek Astana Süreci’ni bozmamakta kararlıdır. Bu durumda da ABD’nin Suriye’den çekilme kararıyla birlikte oluşan belirsizlik ortamını ve Astana Üçlüsü arasındaki kriz-çatışma riskini sonlandırmanın tek yolu, Rusya ve İran’ı PYD’nin tasfiye edilmesi konusunda işbirliği yapmaya ikna etmektir. PYD’nin sahadan temizlendiğine dair somut delillerin ortaya konması, aynı zamanda Türkiye’nin Fırat’ın doğusunda Suriye Ordusu’nun hakimiyetine gerçek anlamda yeşil ışık yakmasına da zemin hazırlayabilir.


[1] @Barzan Sadiq, “#BREAKING #SDF Welcomes The Agreement Between The #Kurds And #Damascus–Spox”, https://twitter.com/BarzanSadiq/status/1078592518982434816, Twitter, 28 Aralık 2018, (Erişim Tarihi: 31.12.2018).

[2] “Erdoğan: Terör Örgütleri Çıkarsa Bize De Yapacak İş Kalmaz”, Dünya, https://www.dunya.com/gundem/erdogan-teror-orgutleri-cikarsa-bize-de-yapacak-is-kalmaz-haberi-435972, (Erişim Tarihi: 31.12.2018).

Dr. Cenk TAMER
Dr. Cenk TAMER
Dr. Cenk Tamer, 2014 yılında Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Aynı yıl Gazi Üniversitesi Ortadoğu ve Afrika Çalışmaları Bilim Dalı’nda yüksek lisans eğitimine başlamıştır. 2016 yılında “1990 Sonrası İran’ın Irak Politikası” başlıklı teziyle master eğitimini tamamlayan Tamer, 2017 yılında ANKASAM’da Araştırma Asistanı olarak göreve başlamış ve aynı yıl Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Doktora Programı’na kabul edilmiştir. Uzmanlık alanları İran, Mezhepler, Tasavvuf, Mehdilik, Kimlik Siyaseti ve Asya-Pasifik olan ve iyi derecede İngilizce bilen Tamer, Gazi Üniversitesindeki doktora eğitimini “Sosyal İnşacılık Teorisi ve Güvenlikleştirme Yaklaşımı Çerçevesinde İran İslam Cumhuriyeti’nde Kimlik İnşası Süreci ve Mehdilik” adlı tez çalışmasıyla 2022 yılında tamamlamıştır. Şu anda ise ANKASAM’da Asya-Pasifik Uzmanı olarak görev almaktadır.