Tarih:

Paylaş:

Trump’ın Uyguladığı Ekonomi Politikalarının Amerika’nın Küresel Hegemonyasına Etkisi

Benzer İçerikler

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra geleneksel güçler ve özellikle de dünyanın lider ülkesi olarak görülen İngiltere, güç kaybederken; ekonomik gücünün de etkisiyle Amerika Birleşik Devletleri (ABD), uluslararası politikada ön plana çıkmaya başlamıştır. Bu durum, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra daha da belirgin bir hal almış ve ABD’nin ekonomik liderliği politik bir liderliğe dönüşmüştür. Bu noktada Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası ve Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) gibi kuruluşuna öncülük ettiği uluslararası örgütler Amerikan liderliğinin ekonomik ayağını temsil etmiştir. Birleşmiş Milletler (BM) ve Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) gibi kurumlar ise Amerikan hegemonyasının politik ve askeri ayaklarını oluşturmuştur.

Söz konusu dönemde ekonomik gücünü de göz önünde bulunduran ABD, liberal ekonomik politikalar tercih etmiş ve GATT aracılığıyla dünyadaki ticari akışın önündeki engelleri kaldırmaya çalışmıştır. Bu liberal politikalar, 1970’li yılların başında patlak veren ekonomik krizin aşılabilmesi amacıyla benimsenen neoliberal politikalarla uzun bir süre devam ettirilmiştir. Bununla birlikte 1980’li yıllarda ABD’nin ekonomik gücüne meydan okuma potansiyeline sahip olan Japonya ve Almanya gibi rakipler de ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu ülkeleri, 2000’li yılların başında Çin de takip etmiştir. Ancak 1991 yılının sonunda Sovyetler Birliği’nin resmi olarak dağılmasının ardından dünyadaki tek süper güç olmanın avantajını ele geçiren Washington yönetimi, büyük ölçüde ekonomik gücünü askeri gücüyle de destekleyerek politik liderliğini devam ettirmeyi başarmıştır.

2000’li yılların başından itibaren ise ABD’nin ekonomik gücünün mevcut politik liderliğini devam ettirmeye yetmeyeceği anlaşılmaya başlanmış ve 2007 yılında ABD’de patlak veren ve takiben de tüm dünyaya yayılan ekonomik kriz, açık bir şekilde ABD’nin iktisadi liderliğinde yaşanan çöküşü ortaya koymuştur. Mevzubahis kriz, tüm dünyada olduğu gibi, ABD’de de liberal ekonomik düzenin daha yüksek bir sesle sorgulanmaya başlanmasına neden olmuştur. İşte böyle bir ortamda Donald Trump, Amerikan Başkanlığı için aday olmuş ve 8 Kasım 2016 tarihli seçimi kazanmıştır. Seçim kampanyasında Trump, ülkesinin çıkarlarına daha fazla hizmet etmediği gerekçesiyle mevcut uluslararası ekonomik sistem ve onun üzerine inşa edilen uluslararası politik ve askeri yapıyı sert bir biçimde eleştirmiştir. Çünkü Trump, mevcut uluslararası ekonomik düzenin Amerikan ekonomisinin rakiplerine karşı rekabet etme gücünü kaybetmesine neden olduğuna inanmaktadır.

Seçim kampanyasında da sıklıkla kullandığı “Amerika’yı Yeniden Büyük Yap” hedefine ulaşmak için Trump, uluslararası ticaretin bariyerlerini yükseltmeyi, ülkeden ayrılan endüstrileri geri döndürmeyi ve ayak bağı olarak gördüğü uluslararası örgüt yapısındaki ekonomik ve askeri taahhütlerini azaltmayı amaçlamıştır. Bu çerçevede Trump, 2018 yılında çelik ithalatına %25, alüminyum ithalatına ise %10 vergi getirmiştir. Ancak bu vergilerden olumsuz bir şekilde etkilenen ülkeler de benzer şekilde karşılık vermiş ve ABD’nin en yakın müttefikleri olan Kanada ve Avrupa Birliği’nin (AB) yanı sıra Çin de Amerikan mallarına vergi uygulamaya başlamıştır. Amerikan yönetimi böylelikle iş olanaklarının ülkeye geri döneceğini umarken; bu durum, karşılıklılık arz eden korumacılığın dünya ekonomisine dönüşü olarak kabul edilmiştir.[1]

Ülkenin cari açığının 498,4 milyar dolar seviyesinde olması nedeniyle uluslararası ticaretin Trump yönetimi için büyük bir önem taşıdığını söylemek mümkündür.[2] Trump, 2018 yılında “korkunç” olarak nitelendirdiği ve önceki yönetimlerden miras kalan ticaret anlaşmalarının Amerikan ulusunun refahını ve işlerini yok ettiğini iddia etmiştir. Bu çerçevede daha başkanlık için yarışırken; ABD’nin içerisinde yer aldığı ittifak sistemini eleştirmiştir. Ayrıca Trump, ABD’nin kendi meseleleriyle başa çıkma yeteneğini azaltabilecek herhangi bir anlaşmaya dahil olunmasına izin vermeyeceğini de ilan etmiştir. Bu bağlamda Trump, 2017 yılının Ocak ayında Beyaz Saray’da yayınlanan ilk kararnamelerden biriyle ABD’nin Trans-Pasifik Ortaklık Anlaşması (TPP) müzakerelerinden çekilmesine onay vermiştir. Sembolik olarak önemli olan bu karar, ABD’nin ticaret politikasının yeni seyrini göstermesi ve küresel hegemonik konumunun maliyetlerini karşılama konusundaki isteksizliğini gözler önüne sermesi açısından önemlidir.[3]

Ardından Trump, bu kez de Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’nı (NAFTA) hedef almış ve tarifelerin yeniden gözden geçirilmesi için anlaşmayı revize etmek istediğini birkaç kez belirtmiştir. Trump’ın NAFTA’ya yönelik olumsuz tutumu, uluslararası arenada ABD’nin geleneksel müttefikleri olan Kanada ile Meksika’yı da açıkça hedef aldığı şeklinde yorumlanmıştır. Bu durum, Trump öncesi Amerikan politikası göz önünde bulundurulduğunda, uluslararası kamuoyunun kafasını karıştırmıştır.[4]

Devam eden ABD-Çin ticaret savaşı ve Trump yönetiminin NAFTA’yı değiştirme çabaları, ABD’nin gündeminde önemli bir yer tutarken; Trump yönetiminin Dünya Ticaret Örgütü’nü (DTÖ) zayıflatma yönünde adımlar atması da dikkat çekicidir. ABD’nin DTÖ’ye karşı bu tutumunun nedeni Trump yönetiminin de açıkça eleştirdiği, DTÖ’nün iyi işlemediği düşünülen anlaşmazlık çözüm sistemidir. Ayrıca Trump, DTÖ’yü Çin’in örgüte üye olurken taahhüt ettiği açık ekonomiye ilişkin vaatlerinin gerçekleşmesini temin etmediği ve serbest pazar ekonomisi kurallarını ihlal eden uygulamalarını cezalandırmadığı için de eleştirmiş ve yine Çin’in örgüt nezdinde gelişmekte olan ülke olarak kabul edilmesi hususuna da itiraz etmiştir. Washington’un örgüte yönelik olumsuz tavrı, 2019 yılında DTÖ’nün en etkili organlarından biri olan Temyiz Kurulu’nu işlevsiz hale getirmesiyle zirveye çıkmıştır. Bu adımın ABD’nin küresel ekonomik liderliğini olumsuz etkileyen bir kırılma noktası olduğu dahi iddia edilmektedir.[5]

Ticari manada Amerikan çıkarlarını önceleyen ve koruma kalkanlarıyla Amerikan ekonomisini dışa karşı savunmaya dayanan bu politikanın büyük ölçüde neomerkantilist bir eğilim taşıdığı söylenebilir. Ancak taraflardan birinin kazancının diğerinin kaybı manasına geldiği söz konusu politika, Çin gibi rakiplerinin yanı sıra AB, Japonya, Meksika ve Kanada gibi geleneksel müttefiklerinin de tepkisiyle karşılaşmıştır. Bu durum ise ABD’nin özellikle dış politikada yalnızlaşmasına sebep olmuştur. Böylelikle Trump’ın “Amerika’yı Yeniden Büyük Yapmaya” çalışırken; onu kendi kabuğuna hapsederek daha da küçülttüğü dahi söylenebilir. Bu da ABD gibi küresel liderlik hedefi olan bir ülke için hiç de istenen bir durum değildir.


[1] Werner Antweiler, “U.S. Neomercantilism”, Werner Antweiler, https://wernerantweiler.ca/blog.php?item=2018-06-25, (Erişim Tarihi: 06.08.2020).

[2] “U.S. Current Account Deficit Widened in 2019”, BEA, https://www.bea.gov/news/blog/2020-03-19/us-current-account-deficit-widened-2019#:~:text=The%20U.S.%20current%20account%20deficit,to%20%24498.4%20billion%20in%202019, (Erişim Tarihi: 19.08.2020).

[3] Adriano Cozzolino, “Trumpism as Nationalist Neoliberalism: A Critical Enquiry into Donald Trump’s Political Economy”, Interdisciplinary Political Studies, 4(1), 2018, s. 55; Charles E. Morrison, “Tradition, Trump, and the Future of U.S. Participation in Multilateralism”, Christian Echle et al., (eds.), Multilateralism in a Changing World Order, Konrad-Adenauer-Stiftung, Singapore 2018, s. 35.

[4] Robert W. Murray, “Whither Multilateralism? The Growing Importance of Regional International Societies in an Emerging Multipolar Era”, Christian Echle et al., (eds.), Multilateralism in a Changing World Order, Konrad-Adenauer-Stiftung, Singapore 2018, s. 16.

[5] Keith Johnson, “U.S. Effort to Depart WTO Gathers Momentum”, Foreign Policy, https://foreignpolicy.com/2020/05/27/world-trade-organization-united-states-departure-china/, (Erişim Tarihi: 13.08.2020); Emre Gürkan Abay, “DTÖ Çeyrek Asırlık Tarihinin En Büyük Krizlerinden Birine Hazırlanıyor”, Anadolu Ajansı, https://www.aa.com.tr/tr/ekonomi/dto-ceyrek-asirlik-tarihinin-en-buyuk-krizlerinden-birine-hazirlaniyor/1689257, (Erişim Tarihi:13.08.2020).

Doç. Dr. Selim KURT
Doç. Dr. Selim KURT
1 Ocak 1981 tarihinde Giresun’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Giresun’da tamamladı. 1997 yılında kazandığı İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden 2001 yılında mezun oldu. 2003 yılında askerlik vazifesini tamamladı ve aynı yıl Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda başladığı Yüksek Lisans eğitimini 2006 yılında bitirdi. 2013 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda başladığı Doktora eğitimini ise 2017 yılında tamamladı. Halen Giresun Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Doktor Öğretim Üyesi olarak görev yapmakta olup; Karadeniz, Uluslararası Terörizm, Radikal Dini Terörizm, Ekonomi-Politik ve Uluslararası Güvenlik gibi alanlarda çalışmaları bulunmaktadır. Ayrıca biri editörlü olmak üzere iki kitabı, dört uluslararası kitap bölümü, ikisi ESCI indeksinde taranan toplam on dört ulusal ve uluslararası hakemli dergide yayınlanmış makalesi ile uluslararası sempozyumlarda sunulan dokuz bildirisi bulunan Kurt, iyi derecede İngilizce bilmektedir.