Tarih:

Paylaş:

Trump Döneminde ABD – İran İlişkileri

Benzer İçerikler

8 Kasım 2016’da gerçekleşen ABD başkanlık seçimlerinin ardından Trump’ın kazanmasıyla dünya adeta şok geçirmiştir. Çünkü Trump seçim kampanyası sırasında ayrımcıkavgacı söylemler kullanmış ve bazı tehlikeli projelerin gerçekleşeceğini ifade etmiştir. Dünya Trump’ın seçilmesiyle büyük şok geçirmiş olsa da  ABD’nin geçmişteki Cumhuriyetçi başkanlarına bakılırsa genellikle sert ve  tehditkar söylemleri kendileri için bir gelenek haline getirmişlerdir. Bu tutum ve söylemlerin özellikle 1990’dan sonra ABD Başkanı George H. W. Bush dönemiyle başladığı görülmektedir.

Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesine göz yuman dönemin ABD yöneticileri daha sonra Irak’ı Kuveyt’ten çıkarmak için tarihte eşine az rastlanan büyük bir askeri koalisyon oluşturmuş ve bu askeri koalisyon sonucunda  ABD askerleri Müslümanlar için kutsal sayılan Mekke ve Medine topraklarına girmişlerdir. Eğer Irak’a karşı savaş bahanesi olmasaydı ABD askerlerinin Suudi Arabistan’daki kutsal topraklara girmesi imkansızdı.

1990 yılı körfez savaşı sırasında satılan silahlar ve körfez ülkeleri tarafından verilen fonlar büyük rakamlara ulaşmıştır. Bu durum silah ticareti bakımından ABD’nin silah lobisine hizmet etmiştir. Çünkü bu savaştan sonra körfez ülkeleri milyarlarca dolar değerinde mühimmat anlaşmaları imzalamışlardır. Ayrıca bu ülkelerde kalıcı nitelikli askeri üsler de kurulmuştur. Eğer Irak gibi saldırgan ve tehlikeli bir devlet yaratılmasaydı  bu gelişmelerin bu kadar kolay yaşanması imkansız hale gelirdi. Böylece Cumhuriyetçilerin en önemli başkanlarından başkanlarından biri olan George H. W. Bush, Ortadoğu’da huzursuzluğun temelini atmada büyük rol oynamıştır. Unutmamak gerekir ki 1990 yılından sonra Irak başta olmak üzere diğer  Müslüman ülkeler, yavaş yavaş Filistin – İsrail sorunundan uzaklaştırılmaya çalışılmıştır. Bu süreçte dikkatler diktatörrejim olan Saddam Hüseyin tehlikesine yönelmiştir. Yine George H. W. Bush döneminde, Müslümanlar için gerçek tehlike Saddam rejimi olarak lanse edilmiş ve bu hususta da başarılı olmuşlardır.George H.W. Bush’un Ardından Demokrat partili Bill Clinton başkan seçilmiş ve ABD dış politikası bir süreliğine yumuşamaya başlamıştır.

2001’de ABD başkanı seçilen Cumhuriyetçi George W. Bush, 11 Eylül saldırılarını öne sürerek ABD’nin dış politikasında köklü değişiklikler yapmaya  karar vermiştir. O dönemde izlenen en dikkat çekici politika  Bush doktrini olarakta bilinen tehlike nerede olursa olsun vurulmadan vurma felsefesidir. Yani ABD bu politika ile kendi ulusal güvenliğini tehdit eden her devlet ya da ideolojiyi hangi şartlarda ve nerede olursa olsun bertaraf etmeyi amaçlamıştır. Böylece ABD dış politikası, tehdit ve tehlikeyi kaynağında yok etme ilkesi üzerine yeniden dizayn edilmiştir. Cumhuriyetçi başkanlar tarafından bu tür dış politikaların izlenmesi dünyaya dehşet saçmış ve yüzbinlerce insanın hayatına mal olmuştur. 2001’de Afganistan ve 2003’te de Irak Cumhuriyetçi başkan liderliğinde herhangi meşru bir neden olmadan işgal edilmiştir. Bu iki ülkenin işgali sonucu Ortadoğu tekrar alevlenmiş, savaş ve kriz süreci günümüze kadar devam etmiştir. Demokrat partiye mensup Obama’nın sekiz yıllık yönetiminde ise ABD’nin doğrudan askeri kara harekatlerını sınırlı tutulmuş daha çok hava kuvvetleri kullanılarak bazı olaylara müdahale edilmiştir. Hava harekatının yanında danışma hizmetleriyle sınırlı asker ve subaylar özellikle Irak ve Suriye bölgesine yerleştirilmiştir.

1990 George W.H  Bush döneminde İran – ABD ilişkileri  iyi gözükmese de ABD ile İran arasında işbirliği olduğunu ifade edebiliriz. Her ne kadar İran ikinci Körfez savaşı sırasında tarafsız olduğunu ilan etse de  arka planda Irak rejiminin zayıf düşmesi için yoğun biçimde çalışmıştır. Örneğin, savaş sırasında Irak, uçaklarını koalisyon güçlerinin saldırılarından korumak için İran’a, iki ülke arasındaki bir anlaşmayla yüzlerce uçak göndermiştir. Fakat İran bu uçaklara el koymuş ve uçaklar halen İran tarafından haciz edilmiş durumdadır.

2001 – 2009 yılları arasında Cumhuriyetçi olan George W. Bush döneminde İran ile ABD arasındaki ilişkiler altın çağını yaşamıştır. Çünkü ABD, İran için tehlike arz eden iki önemli rejimi işgal etmiştir. Bu işgaller sonucunda İran’ın komşuları olan Irak ve Afganistan’da İran’a düşman olan rejimler devrilip yerine İran yanlısı gruplar iktidara gelmiştir. İran, özellikle Irak’ta 2003 yılı sonrası büyük bir nüfuz elde etmiştir ve yine İran, Irak’taki varlığını gün geçtikçe daha da güçlendirmiştir. Yaşanan gelişmelerin ilginç yönü ise yapılan işbirliklerinin tamamı İran ve ABD’nin birbirlerine karşı sert açıklamalarda bulunduğu, siyasi ilişkilerinin görünüşte iyi değil  gergin olduğu bir dönemde gerçekleşmesidir. Bu süreçte İran, ABD’yi büyük şeytan ve ABD de İran’ı şer ekseni olarak nitelendirmesine rağmen  dönemin Irak politikasında birlikte hareket edildiğine şahit olunmuştur.

Trump da aynı baba ve oğul Bush gibi İran’a karşı sert ve olumsuz açıklamalar yapmıştır. Fakat bu olumsuz açıklamalar ABD’nin İran’a karşı sert yaptırımlar uygulayıp savaşacağı anlamına gelmemektedir. Yine önceki dönemlerde olduğu gibi gelecek dönemde de ABD ile İran arasındaki ilişkiler görünüşte iyi görünmese bile arka planda önemli gelişme ve konularda işbirliği yapacakları muhtemeldir. Örneğin Irak ve Afganistan’ın işgali sırasında İranlı yetkililerin yaptığı açıklamalarda İran’ın yardımı olmasaydı ABD’ninbu iki ülkeyi kolay kolay işgal edemeyeceği ifade edilmiştir. Bunlar göz önünde bulundurulduğunda İran – ABD ilişkilerinin Trump döneminde de aynı şekilde devam edeceği öngörülebilir. Çünkü İran bölgede ABD’nin politikalarını uygulamasında ona en fazla yardımcı olan ülkedir. İran, Şii mezhebi üzerine kurulu olmasına rağmen her zaman pragmatik davranmaktadır. Bu da ABD ile işbirliği yapmasını kolaylaştırmaktadır. İslami ve Şii mezhebi üzerine kurulu olan İran’ın dış politikasında ülkenin çıkarları tüm değerlerden üstün tutulmuştur. Örneğin İran, Irak-İran savaşı sırasında ABD’den gizlice silah satın almıştır. Ayrıca daha önce de değindiğimiz gibi 2001 ve 2003 yıllarında yine ‘büyük şeytan’ olarak ifade ettiği ABD ile işbirliği yaparak iki Müslüman komşu ülkenin ABD tarafından işgal edilmesine yardımcı olmuştur. Böylece İran, Trump yönetimiyle çıkarı doğrultusunda işbirliği yapma potansiyeline sahip bir ülkedir.

Kasım 2016’da Cumhuriyetçi aday Trump’ın seçimleri kazanmasıyla ABD dış politikasında bazı ciddi değişikliklerin gerçekleşeceğine kesin bir gözle bakılmaktadır. Çünkü yukarıda da değindiğimiz gibi özellikle Cumhuriyetçi başkanlar şiddeet yanlısı ve taraflı politikalar yürütmektedir. Bu bağlamda Trump’ın izleyeceği ABD dış politikası çok da sürpriz olmayacaktır. Zaten savunduğu değerleri seçim kampanyasında  ana hatlarıyla anlatmıştır. Bu da Trump döneminde Ortadoğu bölgesinde ki  istikrarsız durumun devam edeceğinin ve gerilimlerin artış göstereceğinin sinyalini vermektedir. Ayrıca İran da devlet çıkarlarını iyi koruduğu ve pragmatik davrandığından dolayı Trump yönetimiyle birlikte hareket ederek ABD-İran arasındaki gizli ittifakları sürdürecektir. Çünkü İran bölgede elde ettiği üstünlüğü kaybetmeye hiç niyetli gözükmemektedir.

Dr. Muwafaq Adil OMAR
Dr. Muwafaq Adil OMAR
Lisans (2005) ve Yüksek lisans ( 2008) eğitimini ‘Saddam Sonrası Irak’ta Şiilerin Yeni Konumları ve Körfez Ülkeleri Üzerindeki Olası Siyasal Etkileri’ başlıklı tezi vererek Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde tamamlayan Muwafaq Adil OMAR doktora programına Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası ana bilim dalında Doktora öğrencisi olarak halen devam etmektedir. Orta Doğu, Irak, Suriye, İran, Türkiye, Arap ülkeler ve Demokratikleşme üzerinde çalışmakta ve Arapça, Türkçe, Sorani Kürtçesi ile İngilizce dillerini bilmektedir. 2010-2012 yılları arasında Irak’ın Erbil kentinde bulunan Selahaddin Üniversitesi, Hukuk ve Siyaset Bilgiler fakültesinde öğretim görevlisi olarak Siyaset bilimler bölümünde; uluslararası teoriler, uluslararası ilişkilere giriş, siyaset bilimine giriş, siyasi tarih, siyasal sistemler ve hukuka giriş derslerini vermiştir.