Tarih:

Paylaş:

Savaşın Meşrulaştırıcı Argümanı: ‘Terörle Mücadele’

Benzer İçerikler

11 Eylül saldırısından dokuz gün sonra Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George W. Bush’un açıkladığı ‘war on terror’ (teröre karşı savaş) stratejisi, daha sonra ‘preventive strike’ (önleyici vuruş) doktriniyle Irak’a karşı gireşeceği savaşı haklılaştırmış ve askeri müdahale anlayışınının çeperini genişletmiştir ya da esnekleştirmiştir.[1] Terörün tüm insanlığa yöneltilmiş bir tehdit olarak algılatılması, Batı’nın dayattığı küreselleşmenin hedef alındığı ve dolayısıyla terör karşıtı politikaların da küresel olması gerektiği düşüncesini beraberinde getirmiştir. Bu anlamda terörün karşısında giderek küreselleşen bir fikir ve eylemli muhalefet oluşturulmuştur.[2]

Küreselleşme birincil olarak terörün yaygınlaşmasına ve devletler tarafından etkin bir şekilde  kullanılmasına; ardından terörün önlenmesine yönelik küresel mücadele arayışlarının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu noktada devlet destekli terör ile teröre karşı küresel mücadelenin eş zamanlı yürütülmesi, beraberinde ‘terörle mücadelenin kompartımanlaşmasına’ yol açmıştır. Diğer bir deyişle teröre karşı küresel mücadele arayışları, terörün tanımı ve dolayısıyla kimin terörist olduğu üzerinden yürüyen tartışma sebebiyle giderek yerelleşmiş ya da ülkelerin örtüşen ulusal çıkarları bağlamında bölgesel düzeye indirgenmiştir.

‘Kimin terörist olduğu’ üzerinden yürüyen tartışmalar, yerini ‘bu teröristin kimin olduğu?’ sorusu üzerinden şekillenen kavgaya bırakmıştır. Devletlerin ulusal çıkarları doğrultusunda terör örgütlerine ideolojik, maddi, askeri ve operasyonel açıdan destek vermeleri, tolerans göstermeleri ya da onlara sponsor olmaları[3], terör örgütlerine karşı küresel bir mücadele geliştirilmesini engellemektedir.

Bunun da ötesinde bölgesel ve küresel aktörler ulusal çıkarlar bağlamında  ilgili terör örgütünün destekçisi veya destekçilerine yönelik ‘terörle mücadele’ kapsamında bir araya gelmekte, ittifaklar kurmakta ve terörle mücadele söylemi üzerinden ittifakı sağlamlaştırmaktadır.

Terörün destekçisi olan ülke veya ülkelere yönelik geliştirilen askeri ittifaklar, ürettiği terörle mücadele ve hatta -Trump’ın İran’ı nitelemesinde görüldüğü gibi- terörist devlet söylemiyle ilgili devleti hedef tahtasına yerleştirmekte ve ‘terörle mücadele’ giderek savaşın meşrulaştırıcı argümanına dönüşmektedir. Örneğin, Trump yönetiminin İran’a karşı bir Arap askeri ittifak -Arap NATO’su- kurulmasına yönelik Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile temaslar halinde olduğu belirtilmektedir.[4] Bu ittifaka Pakistan ve Türkiye gibi ülkelerin dahil olmasıyla geniş bir İslam NATO’su oluşturulacağı da dile getirilmektedir. Nitekim 16 Aralık 2015 tarihinde Suudi Arabistan liderliğinde, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 34 ülke ile beraber ‘Teröre Karşı İslam İttifakı’ veya diğer adıyla ‘İslam Ordusu Koalisyonu’ kurulması, bu durumun en güzel örneğini oluşturmaktadır.

Bunun yanı sıra  29 Mart 2017 tarihinde Ürdün’ün Ölü Deniz bölgesinde gerçekleştirilen 28. Arap Birliği Zirvesi sonrası alınan kararlarda İran’a yönelik suçlamaların yer alması, son dönemde yükselen yeni İslam NATO’sunun ayak sesleri olarak yorumlanmıştır. Zirvede alınan kararda  İran, Arap ülkelerinin iç işlerine müdahale etmekle suçlanmış ve uluslararası anlaşmalara bağlı kalmaya ve ülkelerin egemenliğine saygı göstermeye çağrılmıştır. Ayrıca zirvede Suudi Arabistan Kralı Selman ile Ürdün Kralı 2. Abdullah ikili görüşme gerçekleştirmiş ve görüşmeler sonrası yapılan açıklamada Suudi Arabistan ve Ürdün, İran’ı ‘mezhepçilik fitnesini körükleme ve terörü desteklemekle’ suçlamıştır.[5] Diğer taraftan Pakistan, İran’a İslamabad’ın terörle mücadele ittifakının bir parçası olduğunu ve İran karşıtı bir ittifakın içerisinde yer almayacaklarını iletmiştir. İran ise buna karşılık ittifakın gidişatını izleyeceklerini ve buna yönelik endişelerinin olduğunu dile getirmiştir.[6] Askeri ittifak ya da koalisyonlar, amaç ve kapsamlarını daha çok terörle mücadele üzerinden kurgulamakta ve hedef aldığı terör unsurları üzerinden ilgili örgütün destekçisine mesaj verme ya da onu sınırlandırma arayışına girmektedir. Böylelikle ittifak giderek ilgili devlete karşı savaş pozisyonuna geçmektedir.

Örneğin 26 Mart 2015 tarihinde Suudi Arabistan öncülüğünde kurulan ve içerisinde Bahreyn, Katar, Kuveyt, BAE, Ürdün, Fas, Mısır, Sudan ve Pakistan’ın yer aldığı Onlu Koalisyon, Yemen’de “Kararlılık Fırtınası Operasyonu” adı altında Husiler’in kontrol ettiği bölgelere havadan saldırı düzenlemeye başlamıştır. Suudi liderliğindeki koalisyon, Husilere karşı operasyonlar düzenlemekte ve eş zamanlı olarak İran’ı bu grupları desteklemekle suçlamaktadır. Böylelikle İran, ilgili koalisyon ülkeleri tarafından hedef tahtasına yerleştirilmektedir. Terörle mücadele kavramı artan bir şekilde savaşı meşrulaştıran bir argümanına dönüşmektedir. Terörle mücadelenin küresel düzeyde ve gerçek anlamda bir seferberliğe dönüşebilmesi için;

  • ‘Benim teröristim’ ve ‘onun teröristi’ ayrımının ortaya çıkmasına yol açan devlet destekli terörizmin sona erdirilmesi gerekmektedir. Devlet destekli terörizmi önlemeyi amaçlayan, buna yönelik yaptırımlar içeren yeni bir uluslarası sözleşme düzenlenmeli ve Birleşmiş Milletler’e üye olan tüm ülkelerin bu sözleşmeye dahil olması sağlanmalıdır.
  • Fakat piyonlar üzerinden yürüyen küresel güç mücadelesi sebebiyle devlet destekli terörün sona erdirilmesi oldukça zor gözükmektedir. Bu sebeple devlet destekli terörün önlenmesine yönelik uluslararası farkındalık kampanyası başlatılmalı, konferanslar düzenlenmeli ve buna yönelik çeşitli platformlar oluşturulmalıdır. Bu sayede devlet destekli terörün en aza indirilmesi sağlanmalıdır.

Bush’un ortaya attığı ‘war on teror’(teröre karşı savaş) stratejisi, 2000’lerin ikinci çeyreğinde yerini ‘counter-terorism’ (terörle mücadele) üzerinden yürüyen yeni küresel savaş düzenine bırakmıştır. Yeni küresel savaş düzeninde devletler; düşmanını, ‘onun teröristi’ tanımlaması  üzerinden belirlemekte, ilgili terör destekçisi ülkeyi düşman sıfatıyla hedef taftasına yerleştirmekte ve oluşturduğu bölgesel ittifaklar aracılığıyla yıkıcı savaş pratiğini hayata geçirmektedir. Küresel siyasette yeni güvenlik paradigmaları ‘terörle mücadele’ kavramı üzerinden şekillenmekte ve bu kavram giderek savaşın temel meşrulaştırcı sujesini oluşturmaktadır.


[1] Oyan, E. (2007). Kapitalizm ve ABD “Politikaları” Bağlamında “Terörizme Karşı Savaş” Stratejisi. Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 128. Daha fazla bilgi için bkz. Mueller, K. P., Castillo, J. J. ve diğerleri. (2006). Striking First-Preemptive and Preventive Attack in U.S. National Security Policy. RAND Corporation.

[2] Balcı, M. (2003). Savaş ve Terör. Genç Hukukçular Hukuk Okumaları-Birikimler 1. 653.

[3] Taşdemir, F. (2006). Uluslararası Terörizme Karşı Devletlerin Kuvvet Başvurma Yetkisi. Ankara: USAK Yayınları, 46-57.

[4] İnternet: ‘Ortadoğu’da İran’a karşı Arap NATO’su doğuyor’. (2017). Web: https://tr.sputniknews.com/ortadogu/201703011027439582-die-welt-ortadogu-iran-arap-nato/ adresinden 31 Mart 2017 tarihinde alınmıştır.

[5] İnternet: İran mezhepçiliği körüklüyor.(2017). Web: http://www.yenisafak.com/dunya/iran-mezhepciligi-korukluyor-2635488 adresinden 31 Mart 2017 tarihinde alınmıştır.

[6] İnternet: Islamabad will not become part of any anti-Tehran agenda: Pak officials. (2017).  Web: http://www.iran-daily.com/News/190009.html adresinden 1 Nisan 2017 tarihinde alınmıştır.

Dr. Cenk TAMER
Dr. Cenk TAMER
Dr. Cenk Tamer, 2014 yılında Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Aynı yıl Gazi Üniversitesi Ortadoğu ve Afrika Çalışmaları Bilim Dalı’nda yüksek lisans eğitimine başlamıştır. 2016 yılında “1990 Sonrası İran’ın Irak Politikası” başlıklı teziyle master eğitimini tamamlayan Tamer, 2017 yılında ANKASAM’da Araştırma Asistanı olarak göreve başlamış ve aynı yıl Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Doktora Programı’na kabul edilmiştir. Uzmanlık alanları İran, Mezhepler, Tasavvuf, Mehdilik, Kimlik Siyaseti ve Asya-Pasifik olan ve iyi derecede İngilizce bilen Tamer, Gazi Üniversitesindeki doktora eğitimini “Sosyal İnşacılık Teorisi ve Güvenlikleştirme Yaklaşımı Çerçevesinde İran İslam Cumhuriyeti’nde Kimlik İnşası Süreci ve Mehdilik” adlı tez çalışmasıyla 2022 yılında tamamlamıştır. Şu anda ise ANKASAM’da Asya-Pasifik Uzmanı olarak görev almaktadır.