Tarih:

Paylaş:

Rusya’nın Uluslararası Konumu ve Suriye İç Savaşı

Benzer İçerikler

Suriye’de süren iç savaş yerel ve bölgesel dengeleri altüst etmekle kalmadı, uluslararası sistem üzerinde köklü ve kalıcı etkiler bırakabilecek bir noktaya ulaştı. Bu etkiler çeşitli alanlarda gözlemlenebilir. Örneğin Suriye’deki savaş ortamı adeta herkesin herkese karşı savaştığı bir ‘doğa durumuna’ dönüşerek, uluslararası sistemin temel birimi olarak ulus-devletin ve sistemin düzenleyici ilkelerinden biri olan egemenlik kavramının karşılaştığı meydan okumaları gözler önüne serdi. Üstelik uzun bir süredir devam eden savaş uluslararası sistemin temel ilkelerinden biri olan içişlerine karışmama ilkesinin tüm anlamını yitirdiği bir vekâlet savaşı haline geldi. Öte yandan Suriye iç savaşı artık küresel güç dengelerini yeniden üreterek uluslararası sisteme yeni bir yön kazandırma potansiyeline de sahip. Bu durumun en bariz örneği ise Rusya’nın Suriye’de rejimin yanında savaşa dâhil olarak oyun kurucu bir aktöre dönüşmesidir. Bir başka deyişle Ortadoğu, Osmanlı’nın buradan çekilmesinden sonra ilk kez Batılı olmayan bir aktör tarafından biçimlendiriliyor ve Rusya’nın uluslararası konumu Suriye iç savaşıyla birlikte yeniden tanımlanıyor.

Soğuk Savaş sonrasında Rusya’nın uluslararası sistemdeki rolüne kısaca baktığımızda ilk olarak doksanlı yılların zorlu koşullarına değinmemiz gerekir. Soğuk Savaş sona erdiğinde Rusya’nın uluslararası sistemdeki hızlı gelişmelere nasıl ayak uyduracağı ve nasıl bir rol üstleneceği sorularının yanıtları, yaşadığı iç sorunlara nasıl yanıt vereceğine bağlıydı. Doksanlı yıllar Rusya için ekonominin daraldığı, piyasalara buhranın hâkim olduğu ve yaşam standartlarının hızla düştüğü bir dönemdi. Planlı ekonomiden serbest piyasa ekonomisine geçiş sancılı olmuş ve bu durum dış politikayı da olumsuz etkilemişti. Doksanlar boyunca hâkim olan dış politika anlayışı Atlantikçi/Batıcı bir karakter taşımış ve uluslararası alanda kendi aleyhine yaşanan gelişmelerin önüne geçememişti. Doksanların sonuna gelindiğinde Kosova’da yaşananlar Rusya’nın uluslararası gelişmeleri biçimlendirme yeteneğinin büyük ölçüde sınırlı olduğunu açık biçimde gösterdi. Üstelik Kuzey Kafkasya’da süren ayrılıkçı hareketler de ciddi bir güvenlik sorunu yaratmaya devam ediyordu. Ancak 2000 yılında Vladimir Putin’in devlet başkanı seçilmesi yeni bir dönem başlattı.

Putin sonrasında Rusya hem iç meselelerinde hem de dış politikasında yeni bir sürece girdi. Putin içeride milliyetçi ve otoriter bir politika izledi. Ekonomide devlet denetimini geri getirdi ve bunu büyük ölçüde enerji sektörü vasıtasıyla başardı. Kaldı ki 2000 sonrasında Rusya’nın ekonomik kalkınmasının dinamosunu petrol ve doğalgaz gelirleri oluşturdu. 2003 Irak Savaşı’nın ardından petrol fiyatlarındaki yükseliş bu gelirleri büyük ölçüde artırdı. Enerji sadece ekonomik bir gelir kaynağı değil dış politikada stratejik bir araç olarak da kullanıldı. Bu dönemde Kuzey Kafkasya’daki ayrılıkçı hareketlerle de sert bir mücadeleye girişildi. Rusya iç sorunlarını çözen bir aktör görünümü kazandıkça ilgisini dışarıya yöneltti ve artık uluslararası sistemde ABD’nin tek taraflı politikalarına daha sert biçimde itiraz etmeye başladı.

Rusya ilk aşamada yakın çevresinde Batılı aktörlerin etkinliğini sınırlandırmak istedi. Eski Sovyet coğrafyasında Batı yanlısı ‘renkli devrimlere’ bir tepki olarak geliştirilen yakın çevre politikası çerçevesinde Rusya oyun bozucu bir aktör gibi hareket etti. Rusya kendi yakın çevresinde bulunan Batı yönelimli hükümetlere sahip ülkeleri cazibesiyle kendisine çekme yeteneğine tam anlamıyla sahip değildi. Rusya’nın stratejik araçları hedef ülkeleri kendine çekme yeteneğinden çok onları birtakım imkânlardan mahrum bırakma yeteneğine dayanıyordu. Başka deyişle Rusya oyunu kurma ve bölge inşa etme yeteneklerinden mahrum ama kendi aleyhine gelişmelere izin vermeyecek derecede kapasite sahibi bir aktör olmuştu. 2008 sonrasındaysa daha saldırgan bir strateji izlenmeye başlandı. Putin, Batılı devletlerin Rus yakın çevresinde etkinlik kurmasına izin vermeyeceğini, gerektiğinde askeri araçları da kullanacağını önce Gürcistan’da gösterdi. Rusya yavaş yavaş oyun bozucu bir aktörden oyunu değiştirici bir aktöre evrilecekti.

Rusya’nın, yakın çevresinde sert güç araçlarını kullanmaktan çekinmediğini gösteren bir diğer önemli örnek Ukrayna-Kırım krizi oldu. NATO ve Avrupa Birliği’nin Rus sınırlarına doğru genişlemesini bir tehdit olarak gören Rusya, bu örgütlerin kendisine bu denli yaklaşmasına izin vermeyeceğini en kesin şekilde gösterdi. Batılı aktörlerin bölgeyi Batı yanlısı ve Rusya karşıtı bir biçimde yeniden inşa etme çabaları katı bir direnişle karşılaştı. Ancak Rusya artık Batılı aktörlerin kurmaya çalıştıkları oyunu bozmakla kalmayıp bu oyunun kurallarını değiştirme yeteneğine de sahipti. Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi ve Ukrayna’nın doğusunda dondurulmuş yeni bir kriz alanı yaratması bu yeteneğin göstergesidir. Rusya’nın oyun bozucu aktörden oyunu değiştirici bir aktöre evrilmesi öylesine önemli bir dönüşüm oldu ki artık Ukrayna’da yaşananlar sıradan bir nüfuz mücadelesinin ötesine geçerek uluslararası sistemin temel ilkelerine -bir devletin egemenlik yetkilerine ve içişlerine karışmama ilkesine- yönelik bir meydan okuma haline geldi.

Ukrayna’da Rusya’nın attığı adımlar Batının sert tepkisi ile karşılaştı. Verilen en önemli karşılık ekonomik yaptırımlar oldu. Rusya’ya karşı şahısların mal varlıkları, bankacılık sektörü, enerji sektörü ve savunma sanayisi gibi alanlarda yaptırımlar halen uygulanmaya devam ediyor. Rusya özellikle finans alanında Çin fonlarıyla bu yaptırımların etkisini hafifletebiliyor. Ancak bu süreçte Rusya’yı en fazla etkileyen gelişme küresel petrol fiyatlarının düşmesi oldu. Ekonomisi büyük ölçüde petrol ve doğalgaz gelirlerine bağlı Rusya için yüzde elliden fazla değer kaybeden petrol fiyatları son derece olumsuz ekonomik koşullar yarattı. Bununla birlikte bütün bu yaptırımlar Rusya’ya Ukrayna’da geri adım attıramadı. Aksine Rusya farklı stratejilere yöneldi.

Rusya, Ukrayna-Kırım krizi sonrasında karşılaştığı zorluklardan çıkış yolu olarak uluslararası sistemdeki rolünü ve konumunu güçlendirmeyi seçti. Bu doğrultuda Suriye iç savaşının sona erdirilmesi için daha aktif bir rol üstlendi. Rusya’yı bu tercihe iten ana sebep Batılıların Suriye’de inisiyatif üstlenmedeki isteksizlikleri oldu. Batılı aktörler Suriye’de rejim karşıtı muhalifleri destekleseler de rejimi devirecek hamleleri yapmakta ve özellikle askeri girişimlerde isteksiz kaldılar. Dolayısıyla Rusya Esad rejimini devirecek askeri girişimlerden kaçınan Batılıların kendisini Suriye’de durdurmaktan da imtina edeceğini hesapladı.

Savaşın başından beri Esad rejimine desteğini esirgemeyen Rusya Eylül 2015’te Suriye iç savaşına rejimin yanında müdahil oldu. Rusya böylece Ukrayna’daki sorunu gölgeleyerek uluslararası toplumun gündeminden düşürmeyi planladı. Aynı zamanda kendisini uluslararası sorunları çözebilecek bir aktör olarak kanıtlamayı, böylece sistem içerisindeki rolünü pekiştirmeyi, Ukrayna’da izlediği politikanın uluslararası toplum tarafından meşru kabul edilmesini ya da en azından kabullenilmesini arzuladı. Bu doğrultuda Suriye iç savaşına müdahil olduğu günden itibaren terör örgütleriyle savaştığını ileri sürdü ve Batının da öncelikli güvenlik sorunu olarak gördüğü Daeş’e karşı mücadele yürüttü. Ancak Rusya terör karşıtı mücadeleyle sınırlı kalmayarak rejime de sahada ciddi bir destek verdi. Bu sayede savaşın dengeleri baştan aşağı değişti.

Eylül 2015 itibariyle rejim muhalifleri ezici bir üstünlüğe sahip olmasalar da savaş alanında güçlü bir konumdaydılar. Ancak bu tarihten sonra Rusya’nın etkisiyle dengeler rejim lehine dönmeye başladı. Bugün gelinen noktadaysa rejim Halep’te kontrolü sağlamış ve muhalifler karşısında önemli bir askeri başarı kazanmış durumdadır. Bu yeni denge hem sahadaki aktörler tarafından hem de uluslararası güçler tarafından kabullenilmiş görünüyor. Bu kabullenmenin neticesinde bir ateşkes sağlandı ve diplomasi masasına geri dönüldü. Gelinen bu aşama Rusya’nın hesaplarının en azından şu ana dek tuttuğunu gösteriyor. Rusya uluslararası güvenliğin en önemli sorunlarından birinde çözümün etkin bir mimarı haline geldi. Bir başka deyişle Rusya Suriye üzerinden Ortadoğu’da oyun kurucu bir aktöre dönüştü. Üstelik Rusya’nın bu rolü uluslararası aktörler tarafından daha geniş bir kabul görmeye başladı.

Rusya’nın Suriye’deki rolüne onay veren aktörlerin başında Türkiye geliyor. Rus savaş uçağının Türk jetleri tarafından düşürülmesi sonrasında bozulan ilişkiler Türkiye’nin Suriye’deki güvenlik ihtiyaçlarını son derece olumsuz etkilemişti. Bunun sonucunda Türkiye Rusya’yla ilişkilerini düzeltme ve Suriye’de birçok alanda birlikte hareket etme yoluna gitti. Batıdan istediği desteği alamaması da Türkiye’yi bu tercihe iten bir başka nedendi. Ancak bu tercih sayesinde Türkiye çözümün bir paydaşı haline geldi. Diğer yandan ABD’nin yeni başkanı Trump, Ortadoğu’yu gereksiz ve maliyetli bir ilgi alanı olarak gördüğünü seçim kampanyası boyunca ifade etmişti. Bu anlayışın doğal sonucu olarak Rusya’nın Suriye’de uluslararası terörizmle mücadelesini destekleyeceğini birçok defa açıkladı. Hatta Trump’un Rusya’ya ve mevkidaşı Putin’e olumlu yaklaşımı Avrupalı müttefiklerini ciddi anlamda endişelendiriyor. Bu yaklaşımın Ukrayna-Kırım krizi nedeniyle Rusya’ya uygulanan yaptırımları anlamsız ve etkisiz hale getireceğinden korkuluyor. Kısacası Rusya, Suriye’de oyunu değiştirici bir aktör olmanın ötesine geçmiş, oyunu kuran bir aktör haline gelmiş ve bunu yaparken de Batı ittifakı içerisindeki çıkar farklılıklarını belirginleştirmiş durumda.

Batının kendi içerisindeki çelişkileri iyi değerlendiren, doğru bir zamanlamayla adımlarını atan Rusya uluslararası konumunu yeniden tanımlıyor. Osmanlı’nın Ortadoğu’dan çekilmesinin ardından ilk kez Batılı olmayan bir aktör Ortadoğu’nun şekillenmesinde baş rolü oynuyor. Oyun kurucu bir aktör olarak Rusya’nın bu yeni rolünü ne kadar başarılı oynayacağını zaman gösterecek. Rusya’yı özellikle ekonomik ve askeri açıdan ciddi bir sürdürülebilirlik sorunu bekliyor. Ancak Batının başta istemeyerek de olsa Rusya’nın yeni rolünü kabullenmeye başladığı da görülüyor. Obama yönetimi Rusya’nın aşırı yayılma ile yıpranacağını hesaplamış ve bu gerekçeyle Suriye’de yaşanan sürece itiraz etmemişti. Trump ise farklı bir noktadan yaklaşarak Suriye’de Rusya’nın rolünü onaylamış gibi görünüyor. Trump’ın popülist söylemi bir belirsizlik yaratsa da en azından Suriye’de savaşın sona ermesinde ve yeni bir Suriye’nin inşasında en etkin aktörün Rusya olacağını tahmin etmek zor değil. Ancak bütün bunların kısa bir sürede gerçekleşmesini beklememek gerekir. Yani Rusya uluslararası konumunu yeniden tanımlama noktasında şu ana dek başarılı hamlelerde bulunmuş olsa da kritik bir süreçten geçmeye devam ediyor.

Doç. Dr. Emre OZAN
Doç. Dr. Emre OZAN
Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde 2008 yılında tamamladı. Yüksek Lisans derecesini İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’ndan 2010 yılında, Doktora derecesini ise 2015 yılında Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalında aldı. 2011-2015 yılları arasında Gazi Üniversitesinde araştırma görevlisi olarak görev yaptı. Ekim 2015’ten beri Kırklareli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Öğretim Üyesi olarak çalışmaya devam etmektedir. İlgi alanları güvenlik çalışmaları, Türk dış politikası, Türkiye’nin ulusal güvenlik politikaları ve uluslararası ilişkiler kuramlarıdır. Doç. Dr. Emre OZAN, iyi derecede İngilizce bilmektedir.