14 Mart 2013 tarihinde Çin’in hem asker hem de parti kanadının üst düzey yöneticisi olarak Xi Jinping seçilmiştir. Dünyanın tüm ülkelerinde olduğu gibi, üst yöneticilerin değişimi ister istemez dış politikanın yeniden gözden geçirilmesini ve yeni hedeflerin belirlenmesini beraberinde getirmektedir. Bu bağlamda Xi Jinping dış politikadaki öncelikleri konusunda seçimini yapmış gibidir. İlk dış ülke ziyaretini çok kutuplu dünyayı isteyen stratejik müttefiki Rusya’ya yapmış ve ardından etkisi sürekli artmaya başlayan Afrika’ya ayağını basmıştır. Böylece “Çin’in Rusya ile ilişkilerinin tarihsel arka planı nedir ve günümüzdeki ilişkiler nasıl gelişmektedir?” sorusuna yanıt vermenin önemi ortaya çıkmıştır.
Rusya-Çin İlişkilerinin Tarihsel Gelişimi:
14 Şubat 1950 tarihinde iki ülke arasında “Dostluk, İşbirliği ve Ortak Yardım” anlaşması imzalandı. Stalin ve Mao tarafından imzalanan bu anlaşmayı 1937 yılından beri Japonya karşıtı askeri ittifak ilişkileri takip etti. Anlaşmalara uygun olarak SSCB, ÇHC’ye Çin-Çançun demir yolunun ortak kullanım hakkını devrederek, Port-Artur adlı ortak deniz üssünden askerlerini arındırdı, Dalni şehrindeki tüm varlığını Çin’e devretti. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Rusya, Çin’e 50 büyük üretim fabrikasının inşası için düşük faizle 300 milyon dolar civarında kredi tahsil etti. İki ülke arasında bilimsel ilişkilerin gelişimi ile mühendislerin tecrübe kazanmasına yönelik önemli adımlar atılmıştı. 1952 yılına gelindiğinde Çin’in dış ticaret hacminin yarısı SSCB’yle yapılmaktaydı. 1950-1953 yılları arasında yapılan Kore savaşı sırasında da iki ülke arasındaki işbirliği devam etmiştir. Her ne kadar SSCB bu savaşta resmi bir taraf tutmasa da dolaylı yollarla Çin-Kuzey Kore güçlerini desteklemeyi ihmal etmemiştir. SSCB’nin göstermiş olduğu tüm bu desteğinin sonucu olarak, 1953-1956 yılları arasında iki ülkenin ilişkileri doruk noktaya ulaştı. Bu yıllarda iki taraf arasında Çin’de 156 sanayi iş merkezinin kurulmasına yönelik özel kredi imkânı sağlandı. SSCB, Çin’e karşılıksız olarak sanayi iş merkezlerine yönelik 1400 proje ile 24000 bilimsel teknik veri imkânı sağladı. Kısacası, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ve 1960 yılına kadar iki ülke arasındaki askeri, siyasi, ekonomik, bilimsel ve teknik alanlardaki ilişkiler doruk noktasında seyretmiştir.
1960 yılının sonbaharında SSCB ve Çin arasındaki ilişkiler soğumaya başlamıştır. İlişkilerin bozulmaya başlamasında hem sübjektif hem de objektif nedenler vardı. Öncelikle SSCB Çin’in Tayvan’da ve Hindistan sınırında askeri kuvvetlere yönelik eylemlerini desteklemedi, ayrıca Çin’de yaşanan açlık nedeniyle Tibet’te, İç Moğolistan’da ve Sincan’da büyük ayaklanmalar meydana geldi, 60 bine yakın Çin vatandaşı sınırı ihlal ederek Orta Asya ülkeleri üzerinden çeşitli bölgelere göç ettiler. Bu yaşanan olumsuzluklar SSCB ile Çin arasında Soğuk Savaş’ın yaşanmasına neden olmuştur
SSCB ile Çin arasındaki soğuk ilişkiler 1989 yılında sona ermiştir. 15-18 Mayıs 1989 tarihinde Mikhail Gorbaçev’in Çin’e resmi ziyareti gerçekleşti. Ziyaret sonrası ülkeler arasındaki ilişkiler normal seyrine geri döndü ve ilişkiler yavaş yavaş ilerlemeye başladı. SSCB’nin dağılmasından sonra Rusya-Çin ilişkilerinde yeni bir sayfa açıldı ve 1992 yılında dönemin Başkanı Boris Yeltsin’in Çin’i ziyareti sırasında “İki Ülke Arasındaki İlişkilerin Temel Dayanağı” adlı ortak deklarasyon imzalandı. Bu belge Sovyet sonrası dönemde iki ülke arasındaki ilişkilerin temellerini atmıştır ve Soğuk Savaş döneminden kalan “karşılıklı güvensizlik” adım adım aşılmaya başlanmıştır. 1992-2008 yılları arasında Çin Rusya’dan 25 milyar dolar miktarında askeri teknik cihazları alarak, ilişkilerin gelişimine dolaylı olarak katkı sağlamıştır. İki devlet arasındaki diplomatik ilişkilerin 10. yıldönümü olan 16 Temmuz 2001 yılında Çin’in inisiyatifiyle “İyi Komşuluk, Dostluk ve İşbirliği Anlaşması” imzalanmıştır.
Aslında iki devlet arasındaki gerçek stratejik işbirliği ve ortaklık ilişkilerinin gelişimi 16 Temmuz 2001 yılında imzalanan anlaşmadan sonra başlamıştır. Bunu bu şekilde ifade etmenin temel gerekliliği anlaşma maddelerinin içerdiği derin anlamlardan kaynaklanmaktadır. Anlaşmanın 9. maddesinde: “Taraflardan biri güvenlik çıkarlarının zedelendiği, barışı bozan ya da tehdit eden durumun vuku bulduğuna karar verirse veya anlaşma taraflarından birine tehdit içeren eylemler yapılırsa, her iki taraf hemen bir araya gelerek tehdidi bertaraf etmek için gerekli istişarelerde bulunurlar” şeklinde ifadeler yer almaktadır. Bu anlaşmadan sonra geçen 11 yıllık süre zarfında bir kere bile olsa pratikte uygulanmamıştır ve şu ana kadar devlet adamlarının dillendirdikleri “stratejik ortaklık” ifadesi ise sadece “partner” olmaktan ileri gidememiştir.
İki ülke arasındaki ilişkilerin gelişimi için yukarıda ifade edilen anlaşmayla aynı yılda kurulan Şanghay İşbirliği Örgütü’nün de imkanlarının etkin kullanıldığını söylemek mümkün gözükmemektedir. Birçok analizci Şanghay-İşbirliği Örgütü kurulduğu zaman “Avro-Atlantik” ittifakının Orta Asya ile Orta Doğu’ya genişlemesini durduracak yeni bir “Avrasya NATO’su” olarak yorumlamıştır. Gerçekte bu örgütün Anti-terör merkezi ile birkaç askeri tatbikattan başka aktif eylemde bulunduğunu söylemek mümkün görünmemektedir. Bunun tipik delili, örgütün Kırgızistan ve diğer üye ülkelerde yaşanan istikrarsızlık olaylarına sessiz kalması ve bu tür olayların devletlerin iç işleri sayarak yardım elini geri çekmesidir.
Rusya-Çin İlişkilerinin Günümüzdeki Durumu:
Günümüzde iki ülke arasındaki ilişkilerin doruk noktada olduğunu söylemek mümkün değildir, sadece ilişkiler istikrarlı seyir izleyen dostluğa dayalı münasebetler şeklinde gelişmektedir. Görünürde ilişkilerin bu şekilde devamı her iki tarafı tatmin etmektedir. Elbette Putin’in yeniden iktidara gelmesi dış politikada bazı değişiklikleri beraberinde getirdi, ama bu değişiklikler Çin’le ilişkilerin gelişimi bağlamında yaşanmadı. Örneğin Putin’in dış politikaya yönelik makaleleri incelendiği zaman, daha çok eski Sovyet ülkeleriyle entegrasyon girişimlerini kuvvetlendirmeye önem verdiğini görmemek imkansızdır. Çin ise Rusya’nın eski Sovyet coğrafyasında, özellikle yakın komşusu Orta Asya’daki varlığının artmasından rahatsız. Aynı şekilde Rusya da Çin’in başta Asya-Pasifik olmak üzere, bölgede etkin olduğu birçok konumda ikinci süper devlet olacak şekilde sivrilmesini pek içtenlikle karşılamamaktadır.
Netice itibarıyla ne Rusya ne de Çin doğrudan birbirleriyle mücadeleye girişmeyeceklerdir. Fakat günümüzdeki stratejik partnerliğe dayalı ikili ilişkileri aşan davranışlarda da bulunmayacaklardır. İki ülke arasındaki ilişkilerin ABD ve müttefiklerinin Avrasya’ya yönelik izleyeceği dış politikasına paralel gelişeceğini de belirtmemiz gerekmektedir. ABD, Avrasya’da hegemonyasını güçlendirmek için daha faal ve daha radikal kararlara başvuracak olursa, o zaman etkilerini korumak için Rusya-Çin koalisyonu güçlenecek, siyasi/ekonomik/askeri alanlardaki ilişkilerin doruk noktaya ulaşmasının adımları atılacaktır. Diğer taraftan Rusya-Çin-ABD üçgeni arasında Avrasya’da yaşanan güç mücadelesi er ya da geç somut olaylarda kendisini gösterecektir. Nitekim bunun hazırlıkları şimdiden başlamış vaziyettedir; dünya analizcilerinin ve stratejistlerinin dikkatlerini Asya-Pasifik bölgesine çevirmesinin temel nedeni faal eylemlerin yaşanmasındandır. Çin’in gelecekteki muhtemel yükselmesini veya Rusya-Çin ittifakının güçlenmesini önlemek için şimdiden bu bölgede Çin’e karşı askeri-siyasi ittifaklar oluşturulmaktadır. Ayrıca yeni askeri üsler kurularak, yürürlükte olan askeri anlaşmaların uzatılması sağlanmaktadır. Böylece ABD’nin önümüzdeki dönemde izleyeceği temel dış politika daha çok Rusya’yı ve Çin’i Avrasya’da kendi müttefikleriyle çevrelemek olacaktır, buna karşın Rusya ve Çin etkilerini koruyup, güçlendirmek için ittifaklarını sağlama alacaklardır. Bu durum doğal olarak jeostratejik açıdan ABD ve müttefiklerini Avrasya’dan uzak tutmaya çalışan ülkelerin ilk halkasını teşkil edecektir.