Bu da nereden çıktı böyle diyeceksiniz; aslında haksız da sayılmazsınız. Türkiye’ye karşı şimdilik “terör ittifakı” dememek için bunun adını, aynen muhataplarımızın yaptığı gibi daha “kibar” ve “diplomatik” bir şekilde ifade etmek istedim. Zira Türkiye’nin yakın çevresine keskin ve kararlı dönüşü, başta Batılı devletler olmak üzere birçok kesimde derin bir endişeye ve bunun sonucunda da farklı arayış ve tepkilere yol açmaya başlamış durumda.
Durumun sonuçları itibarıyla kendileri açısından yol açacağı bir takım vahametlerden, Türkiye’nin kararlı duruşu ve süreçte halen kestirmekte zorlandıkları bir takım riskler ve hassasiyetlerden olsa gerek, şimdilik böyle bir yöntemi kendileri açısından daha uygun kabul etmiş görünüyorlar.Bu bağlamda, Türkiye’nin Cerablus, el-Bab ve İdlib sonrası Afrin ile bölgede devam eden, önümüzdeki süreçte daha da genişlemesi-derinleşmesi beklenen varlığı ve sahadaki oyun bozucu hamlelerine yönelik ortaya konulan tepkilerde kullanılan “söylem benzerliği” elbette dikkatlerden kaçmıyor.
Buna, Türkiye ile şu ana kadar birlikte hareket eden bazı “konjonktürel müttefik ülkeler” de dâhil edilebilir. “Konjonktürel müttefik ülkeler” diyorum, çünkü anlaşılan o ki, bunlar Türkiye ile işbirliklerini, ortaklıklarını “öküz” ölene kadar ile sınırlamış görünüyorlar. Sonrasında “yarım kalmış hesaplaşmalara” devam düşüncesi içindeler. Bu da elbette yeni öküzlere davetiye ile eşdeğer…
Ankara’ya “Kaygı Soslu” Tehditler!
Yukarıda dikkatleri çekmeye çalıştığım söylem birliği ile ilgili birkaç somut örnek verdiğimde, eminim mesele daha da netlik kazanacak ve Türkiye’nin nasıl bir “dost-müttefik halka” ile iç içe bulunduğu ya da çevrili olduğu görülecektir. Bunun için son açıklamalardan geriye doğru gidelim…
Bu noktada ilk açıklama bir gün önce Avrupa Parlamentosu (AP) genel kurulunda düzenlenen “Türkiye’de İnsan Hakları” ve “Afrin’de Durum” konulu ortak genel kurul oturumunda söz alan AB Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini’den geldi.
Afrin operasyonunun, yaşatabileceği insani kriz ve Suriye’deki siyasi müzakerelere olumsuz etkisinden “kaygı duyduklarını” ifade eden Mogherini’nin; bu kaygılarının dikkate alınmaması durumunda nelerin olabileceğine yönelik “aba altı sopası” da şu cümlede saklı: “Yeni cepheler açmak çözüm değildir ve korkarım Türkiye’yi daha güvenli kılmayacaktır. Gerçek güvenlik ancak müzakere edilmiş siyasi çözümden gelebilir. Biz askeri operasyonların sadece Birleşmiş Milletlerin terörist listesinde olan örgütlere odaklanması gerektiğine inanıyoruz.”
Mogheri’nin bu kaygı açıklaması ilk değil! Zira 22 Ocak 2018 tarihinde basına verdiği bir demeçte de Türkiye’nin Afrin’e yönelik başlattığı Zeytin Dalı Harekâtı nedeniyle “çok endişeli” olduklarını söylemişti. İlk olan, bu operasyonla ilgili olarak kullandığı, ucu fazlasıyla açık olan şu iki ifade idi: “Yeni cepheler açmak” ve “Türkiye’yi daha güvenli kılmayacaktır.”
Burada dikkat çekici bir diğer husus ise Mogherini’nin bu açıklamasını yaptığı gün ABD Dışişleri Bakanı RexTillerson’ın da Türkiye’nin Afrin harekâtı konusunda “kaygılı” olduklarını tüm dünyaya deklare etmesiydi.
Benzer bir kaygı ve aba altı sopa gösterisinin “Türkiye dostu” görünmeye çalışan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’dan da geldiğini görüyoruz. Türkiye’nin Afrin’e yönelik olarak sürdürdüğü Zeytin Dalı Harekâtı’nın Suriye’nin kuzeyinde bir işgale dönüşmemesi gerektiğini, aksi takdirde kendileri açısından büyük bir sorun haline dönüşeceğini söyleyen Macron, ağzındaki baklayı da şu şekilde çıkarmaktaydı: “Ankara Zeytin Dalı Harekâtını Batılı müttefikleriyle koordinasyon içerisinde yürütmeli.”
Meselenin zaten bam teli de burada. Türkiye’ye Batı bir operasyon çekiyor ve buna karşı ortaya konulan kararlı duruş karşısında ise Ankara bir takım baskılarla bunaltılmaya, sahadaki varlığı sınırlandırılmaya çalışılarak; “gel, eskisi gibi ortak olalım, dertlerden birlikte kurtulalım” deniliyor. Buna dense dense “zorba/zoraki ittifak arayışı” denilir!
Bu arada temel misyonu dünyada barış, istikrar, güvenlik ve insan haklarını korumak olan Birleşmiş Milletler (BM) de bu kampanyada “ben de varım” diyor. BM Sözcüsü Stefan Dujarric, kendilerinden beklenen bir açıklama yapıyor ve daha operasyon başlamadan, 19 Ocak’ta apar topar bir şekilde Türkiye’nin Afrin Harekâtını “endişe verici” olarak ilan ediveriyor. BM’nin böylesine “duyarlı” ve “ön alıcı” olduğu vakalar çok azdır(!)
“Nafile” Açıklamalar!
Bizi üzen ise, dost ve komşu bildiğimiz ülkelerden gelen açıklamalar ve elbette bunun yol açtığı bir takım endişe ve kaygılar. Bu tür açıklamalar son dönemde artmaya başlayınca, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da kendisine yöneltilen bir soru üzerine; “…Rusya’nın ya da İran’ın dediğiniz türden bir hareket tarzı benimseyeceklerine ihtimal vermek istemiyorum.” demek zorunda kalmış görünüyor.
Bu köşeyi takip eden okurlarım bu hususta dikkatleri çekmeye yönelik son iki yazıma bakınca ne demek istediğimi gayet net anlarlar. (Bu yazıları hatırlatmak gerekirse: Rusya’nın ‘Kürt Kartı’ İkilemi” ve “Fırat’ın Doğusu ‘İran’ın Batısı’ mı?”)
Son yazımdaki endişeleri teyit edici açıklama İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’den geldi. Bu açıklama, Cumhurbaşkanı Ruhani’nin ilk kez Türkiye’nin Afrin’de düzenlediği Zeytin Dalı Harekâtına yönelikti.
Yerli ve yabancı gazetecilerin katıldığı basın toplantısında konuşan Ruhani, askeri operasyonu için “nafile” dedi ve şu cümleleri kurdu: “Bölge konularında Rusya ve Türkiye›yle çok iyi ilişkilerimiz var. Fakat bir ordunun başka bir ülkenin topraklarına girmesi, karşı ülke devletinin izni ve halkının isteği ile yapılması bizim ilkesel tutumumuzdur. Eğer bir halk istemiyorsa ve devleti de izin vermiyorsa biz prensip olarak bunu doğru bulmayız. İsteğimiz bu operasyonun bir an önce son bulmasıdır, çünkü burada hem Türk kardeşlerimiz hayatını kaybetmiş oluyor, hem karşı taraftan ve Kürtlerden ölenler oluyor.”
İran’ın mevcut dış politikası ile bu uyarısı alt alta getirildiğinde söylenecek tek söz şu oluyor elbette: Yorum yok!
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse; düne kadar birbirleri ile “didişen” ülkeler, bugünlerde içine girdikleri derin krizden kurtulmanın yolu olarak Türkiye’yi görüyorlar. Asıl endişe verici olan ise bu “karşıt/hasım” güçler arasında söylemle başlayan yükselen Büyük Türkiye kaygısının (daha doğrusu endişesinin) eyleme dönüşme olasılığı…
Fakat ne kadar endişe ederlerse etsinler, ok bir kere yaydan çıktı ve “uyuyan dev sonunda uyandırıldı!”