Doğu Asya uluslararası siyasette önemli bir bölge olarak ön plana çıkmaktadır. Çin ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) gibi küresel güçler, bölgedeki gelişmeleri yakından takip etmekte ve nüfuzunu arttırmanın yollarını aramaktadır.
Bu bağlamda Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM), Mckenna Üniversitesi Siyasal Bilimler Profesörü ve ABD Alman Marshall Fonu Asya Programı Geçici Kıdemli Araştırmacısı Minxin Pei’nin Doğu Asya ülkeleri ile ABD arasındaki ilişkilere yönelik görüşlerini dikkatinize sunmaktadır.
ABD Başkanı Joe Biden’ın Doğu Asya’daki hedefleri nelerdir? Bölgeye yönelik ziyaretinde konuşulacak gündem başlıklarından bahseder misiniz?

Biden’ın bölgeye bağlı kalma arzusu vardır. Bu nedenle Doğu Asya’daki müttefiklerine güvence vermek istemektedir. Doğu Asya, ABD’nin ulusal çıkarları için hayati öneme sahiptir. ABD’nin barış ve refahı bu bölgeye dayanmaktadır. Ayrıca Biden’ın Doğu Asya’nın insanlarına da özel ilgisi vardır. Bilge ve tecrübeli insanlara saygı duyulan bir bölge olan Doğu Asya’da ABD’nin prestijinin yeniden inşasında akıllı, tecrübeli ve bilgin insan imajının etkili olması gerekmektedir.
Biden, ülkesinin Japonya’yla ilişkisini ön plana çıkaracak ve Washington yönetiminin Pekin ve Moskova’yla olan temaslarının Tokyo’yla ilişkisine gölge düşürmeyeceğinin güvencesini verecektir. Biden, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping’le ticaret, iklim değişikliği ve bölgesel güvenlik gibi gündemleri tartışmak üzere bir araya gelecektir.
Doğu Asya’daki ABD etkisi azalıyor mu; yoksa artıyor mu?
Bölgede Çin’in artan nüfuzu karşısında ABD’nin geri planda kaldığı gibi bir algı vardır. Söz konusu nüfuzun kapsamını ölçmek zor olsa da Çin ile Doğu Asya devletleri arasındaki üst-düzey görüşmeler ve ticaret hacmi, ABD’nin Doğu Asya ülkeleriyle olan durumuyla karşılaştırıldığında, Çin’in bariz bir üstünlüğü görülmektedir. Washington’un ihmalleri ve bölgeye yönelik atılan yanlış adımlar, ABD’nin bu coğrafyadaki etkisinin azalmasına neden olmuştur. Buna karşılık Çin, mali sistemin istikrarı için bölgedeki pazarlara milyar dolarlık yatırımlar yapmakta ve güçlü güvenlik ittifaklarını sürdürmeye devam etmektedir. Bölgede güvenlik ve barış sağlamak amacıyla ABD, 7. Filosu’nu bu coğrafyada bulundurmaktadır. Ayrıca bölge ülkelerinin ihracat verilerine bakıldığında, ABD en büyük paya sahip ülke olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle de ABD ile ilişkiler, bölge devletleri için büyük önem arz etmektedir.
Güncel durumda Çin ve ABD arasındaki ilişkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
İki ülkenin ekonomi politikalarının yarattığı dengesizlikler -Çin’in dış ticaret fazlası ve ABD’nin ticaret ve bütçe açığı gibi- kendi finansal istikrarlarını ve büyüme beklentilerini tehdit etmektedir. Washington ve Pekin, siyasi sistemlerindeki temel farklılıklara ve çelişkilere rağmen birlikte çalışmayı başarmışlardır. Çin-ABD ilişkilerine bakıldığında, birbirlerinin uzun vadeli stratejik planlarından emin olamadıkları için çevreleme politikaları güttüklerini söylemek mümkündür. Pekin, Washington’la dostane ilişkisinin olmayacağı muhtemel gelecek için hazırlık yapmaktadır. ABD de aynı politikayı Çin’e karşı yürütmektedir. Fakat bu durumdan ilişkilerin tamamen kötü ya da düşmanca olduğu çıkarımını yapmak doğru değildir.
Taraflar arasında işbirliğinin sağlanması; iklim değişikliği, ekonomik kriz, nükleer silahların sınırlandırması gibi ulus aşırı tehditlerin çözümü için gerekli ya da yeterli midir?
İki küresel gücün arasındaki işbirliği; ilkim değişikliği ve ekonomik dengesizlikler gibi küresel problemlerin ele alınması konusunda çok önemlidir; ancak tek başına yeterli değildir. Rusya, Japonya, Birleşik Krallık ve Avrupa Birliği (AB) gibi birçok jeopolitik aktörü de dikkate almak gerekmektedir. Çin ve ABD, iklim değişikliği konusunda emisyon azaltma ve mali yükleri paylaşma gibi meselelerde çok ayrı noktadadır. Pekin, kendi ekonomisinin yarattığı karbon yoğunluğunu azaltmak için iddialı bir hedef belirlerken; Washington ise karbon emisyonları üzerindeki zorunlu kısıtlamaları kabul etmeyi reddetmiştir. Ayrıca Çin, gelişmekte olan ülkelerin karbon emisyonlarını finansal yardım ve teknoloji yoluyla azatlımı için zengin ülkelerden gayrisafi yurtiçi hasılalarının (GSYH) en az %1’ini ayırmaları için ısrarda bulunmuştur. Bu ABD’nin iklim değişikliğiyle mücadele hasebiyle yılda 140 milyar dolar fon ayırması demektir. Beyaz Saray’ın söz konusu teklifi, hoş karşılaması mümkün değildir. Fakat bu süreçte ABD Kongresi, iklim değişikliğine yönelik güçlü bir tasarı üretmezse, Çin’in bu teklifini yumuşatması da gündeme gelmeyecektir.
Peki, büyük güçlerin taşıdığı endişeler ABD-Çin ilişkilerini nasıl etkilemektedir?
ABD Senatosu’ndaki Cumhuriyetçiler ve Demokratların birçok konu üzerinde görüş ayrılıkları vardır. Lakin Çin, bu konulardan biri değildir. Çinli liderler, ABD’yle olan istikrarlı ilişkilerini dış politikalarının en önemli hedefi olarak görmeye devam edecektir. Dolayısıyla, standart politika sürekliliği söz konusudur. Bununla birlikte ABD, Birleşik Krallık, Fransa, Rusya ve Çin, dünya üzerindeki en büyük askeri güçlere ve nükleer silahlara sahip olan ülkelerdir. Dolayısıyla bu ülkelerin büyük ölçekte bir savaşa taraf olacağını düşünmüyorum.
Röportajda yer alan görüşler, uzmanın kişisel görüşleri olup, Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi’nin (ANKASAM) yayın politikasını yansıtmayabilir.
Bu röportajın orijinal hali 2 Mart 2022 tarihinde The International Asia Today’da Rusça ve İngilizce olarak yayınlanmıştır.
Rusça versiyonu için tıklayınız: https://theasiatoday.org/interviews-ru/минксин-пэй-kитайские-лидеры-будут-про/?lang=ru
İngilizce versiyonu için tıklayınız: https://theasiatoday.org/interviews/minxin-pei-chinese-leaders-will-continue-to-view-a-stable-relationship-with-the-united-states-as-their-most-important-foreign-policy-objective/