Japonya, son zamanlarda Batı’ya daha fazla yaklaşmaya; fakat bunu yaparken proaktif bir dış politika izlemeye başlamıştır. Bu çerçevede Tokyo yönetimi, kendi güvenliğini ve askeri gücünü artırmaya ve savunmasına çok daha fazla önem vermeye odaklanmıştır.
Bu kapsamda Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM), Asya-Pasifik bölgesinde Japonya’nın dış politikasını ve artan savunma ve güvenlik harcamalarını değerlendirmek üzere Hudson Enstitüsü araştırmacısı Dr. Satoru Nagao’dan aldığı görüşleri dikkatlerinize sunmaktadır.
1. Japonya’nın yeni proaktif dış politikasını nasıl buluyorsunuz?
Japonya, yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni, Ulusal Savunma Stratejisi’ni ve Savunma Tedarik Planı’nı yayınladı. Eski Japonya Başbakanı Şinzo Abe’nin 2012 senesinde ikinci kez başbakan olmasından bu yana Japonya, hükümet içerisinde Ulusal Güvenlik Sekreterliği’ni kurmuş ve 2013 yılında ilk Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni yayınlamıştır. Bundan dokuz yıl sonra Tokyo yönetimi, Ulusal Savunma Stratejisi ve Savunma Program Planı’yla birlikte ikinci Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni yayınlama kararı almıştır. Bu belgeler, Japonya’nın son Ulusal Güvenlik Stratejisi’yle karşılaştırıldığında, Tokyo’nun algıladığı tehditlere karşı nasıl bir politika uygulayacağını açıkça ortaya koymaktadır. Söz konusu belgelerden hareketle, Japonya’nın güvenlik stratejisine büyük ölçüde karar verdiğini söylemek mümkündür.
Öncelikle Ulusal Güvenlik Stratejisi, Japonya’nın hangi ülkeleri düşman ve hangi ülkeleri dost olarak gördüğünü göstermesi açısından oldukça önemlidir. Japonya, bu belgeyle üç ülkeyi rakip olarak tanımlamıştır. İlk sırada Çin, ikinci sırada Kuzey Kore ve üçüncü sıradaysa Rusya yer almaktadır.
2013 yılında, yayınlanan bir önceki Ulusal Güvenlik Stratejisi, Eski Başbakan Şinzo Abe’nin Çin’le başa çıkmak için Dörtlü Güvenlik Diyaloğu’nu (QUAD) oluşturduğunu söylediği “Asya’nın Demokratik Güvenlik Elmas’ı” başlıklı makalesine rağmen tehdit olarak ilk sırada Kuzey Kore’den ve ikinci sırada Çin’den bahsetmişti. Bu durum, Abe dışındaki Japon yetkililerin Çin’i 2013 senesinde Japonya’nın en büyük rakibi olarak adlandırmakta tereddüt ettiği anlamına gelmektedir. Ancak 2022 yılında Japonya, önceliğinin Çin olduğunu belirlemeye karar vermiştir.
İşin ilginç yanı müttefiklere ilişkin nitelendirmededir. Hem Ulusal Güvenlik Stratejisi hem de Ulusal Savunma Stratejisi, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) dışındaki müttefikleri açıkça sıralamıştır. Japonya’nın belgede sıralanana müttefikleri arasında ilk sırada Avustralya, ikinci sırada Hindistan ve üçüncü sırada İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve Güney Kore yer almaktadır. Geçmişte Güney Kore’nin statüsü daha yüksekti. Ancak belgeler, artık Avustralya ve Hindistan’ın Japonya için daha önemli bir öncelik olduğunu söylemektedir. Hindistan özelinde ise Yeni Delhi ile Tokyo, savaş uçaklarının kullanıldığı hava tatbikatları planlamaktadır. Bunun yanı sıra her iki ülkenin Savunma Bakanlığı da insansız araçlar için ortak silah geliştirme projesini başlatmıştır.
İkinci olarak bu belgeler, açıkça Japonya’nın karşı saldırı yeteneğine sahip olacağını göstermektedir. Aslında bu durumun Hindistan’la ilgili olduğu söylenebilir. Nitekim Hindistan, Japonya ve Avustralya, son zamanlarda aynı anda saldırı yeteneklerini artırmaya çalışmaktadır. 2020 yılının Temmuz ayında Avustralya, uzun menzilli saldırı kabiliyetine sahip olma niyetini açıklamıştır. AUKUS kapsamında da Avustralya, uzun menzilli seyir füzeleri olan nükleer denizaltılara sahip olacak ve konvansiyonel denizaltıları da Tomahawk seyir füzeleriyle donatacaktır. Hindistan da Hindistan-Çin sınır bölgesine süpersonik seyir füzeleri konuşlandırmıştır. Aynı zamanda Yeni Delhi, hipersonik füzeler yetleştirilebilen savaş başlıklarına sahip füzeleri de test etmektedir. Tüm bunların yanı sıra Tayvan, Vietnam, Filipinler ve Güney Kore de saldırı amacıyla cephaneliklerini artırmaktadırlar.
Bunun sebebi ise kabiliyetinin Çin’in bölgesel genişlemesiyle karşı karşıya kalındığında, uzun menzilli saldırıların etkili bir sistem olacağıdır. Örneğin hem Hindistan hem de Japonya, uzun menzilli saldırı yeteneklerine sahipse; bu birleşik yetenek, olası bir sıcak çatışma halinde Çin’in birden çok cepheyi savunması şeklinde karşılık bulabilir. Pekin, Hindistan-Çin sınırındaki topraklarını genişletmeye karar verse bile, Pekin’in kendisini Tokyo’ya ve hatta Washington ve Kanberra’ya karşı savunmak için bütçesinin ve askeri varlıklarının belirli bir miktarını harcaması gerekecektir.
Buna ek olarak Çin’in topraklarını genişletme kararı alması durumunda kullanması muhtemel olan rotayla başa çıkmak için de uzun menzilli saldırı yeteneği işe yarayabilir. Boğazlar veya diğer geçiş yerlerde, Hindistan-Japonya-ABD-Avustralya’nın saldırı kapasitesinin ulaşabileceği noktalarda yer almaktaysa, Çin bu yolları güvenli bir şekilde kullanmakta zorluk yaşayabilir. Bu durum, dağlık yapısı bulunan Hindistan-Çin sınır bölgesinde de benzerdir. Hindistan; stratejik köprülere, tünellere veya havaalanlarına her an füze kullanarak saldırabilir. Söz konusu durum, Çin’in bu stratejik rotaları kullanma konusundaki güvenini azaltmaktadır. Bu nedenle, söz konusu karşı saldırı yeteneği Hindistan, Japonya, ABD, Avustralya ve diğer müttefikler; hatta bu müttefiklerin ortakları için önemli bir avantaj yaratmaktadır.
Üçüncü olarak bu belgeler, Japonya’nın stratejik bir amaç için Resmi Kalkınma Yardımı’nı (RKY) artıracağını gözler önüne sermektedir. Aynı zamanda belgede, “gelişmekte olan ülkelerin ekonomik ve sosyal kalkınmasına yönelik RKY ve diğer amaçlar dışında, benzer düşüncelere sahip ülkelerle güvenlik işbirliğini derinleştirme hedefiyle, silahlı kuvvetlerin ve diğer ilgili tarafların yararına yeni bir işbirliği çerçevesi kurmasından” bahsedilmektedir. Bu belge, Japonya’nın Çin’in bölgesel genişlemesiyle karşı karşıya kalması muhtemel ülkeler için bir güvenlik sağlayıcısı olacağını açıkça belirtmiştir.
Söz konusu durum, Hindistan ile Japonya arasındaki silah ticareti için de önemli bir destekleyicidir. Hindistan, Japonya’nın US-2 amfibi uçaklarını ithal etmeyi planladığı sırada fiyatlar yüksekti. Ancak Japonya, bu konuda indirim yapabilmek için RKY’yi kullanamaz. Bu sebeple de yeni bir işbirliği çerçevesinin hayata geçmesi halinde fiyatların değişme olasılığı gündeme gelebilir.
Ayrıca Hindistan’ın Çin’le olan sınır bölgesinde altyapı projelerine de ihtiyacı vardır. Fakat Japonya, RKY’yi Arunaçal Pradeş veya Ladakh’ta altyapıları desteklemek için de kullanamaz. Çünkü RKY, askeri amaçlar için kullanılamamaktadır. Ancak bu noktada da yeni bir işbirliği çerçevesinin hayata geçmesi durumunda, askeri amaçlı da olsa Japonya’nın bu bölgede yol inşa etme amacıyla bölgeye ağır makineler sağlaması mümkün olabilir.
Anlaşılacağı üzere bu yeni belgeler, Hindistan-Japonya birlikteliğinin, ABD ve Avustralya’yla beraber QUAD için büyük bir potansiyel olduğunu göstermektedir. Çin, bölgedeki durumu/gerilimi ne kadar tırmandırırsa, QUAD’ın da o kadar kurumsallaşacağı ve uyumlu bir hale geleceği çıkarımı yapılabilir.
2. Japonya’nın askeri ve savunma harcamalarını artırması, bölgede nasıl bir karşılık bulacaktır? Söz konusu durum, bölgede bir güvenlik ikilemi yaratabilir mi?
Bu büyük bir problemdir. Çünkü Japonya, bunu gerçekleştirecek mali güce sahip değildir. 2010 yılında Japonya’nın Gayrı Safi Yurt İçi Hasıla’sı (GSYİH) Çin’le neredeyse aynıydı. Ancak 2020 senesinde Çin, GSYİH olarak Japonya’dan neredeyse 3 kat daha büyüktü. 2022 yılında ise Çin’in GSYİH’si Japonya’dan yaklaşık 5 kat daha fazladır. Eğer Tokyo, Pekin’le askeri bir denge sağlama amacıyla bütçe bulmaya çalıştıysa bu sorun yaratabilir. Bu sebeple Japonya için diğer devletlerle yapacağı işbirlikleri oldukça mühimdir. Fakat Tokyo’nun kendi çabası olmadan bölgedeki hiçbir devletin Japonya’ya destek olmayacağı öne sürülebilir. Bu yüzden de Japonya, söz konusu işbirliklerini sağlamak için güçlü bir çaba ve irade gösterecektir. Bu noktada Tokyo’nun Kiev’in gösterdiği iradeyi örnek alacağı iddia edilebilir.
3. Artan savunma harcamalarıyla proaktif bir çerçeveye bürünen Japonya’nın dış politikası, bölgede ABD ve Güney Kore’yle kurduğu ittifakı etkiler mi? İttifak içinde bir parçalanma yaşanır mı?
Aslında Japonya’nın karşı saldırı yeteneği ABD stratejisinin bir parçasıdır. Uzun bir süredir Japonya ve Avustralya, ABD’nin saldırı yeteneklerine bağımlıydı. Örneğin Japonya, bir düşmanın füzesini durdurmak için füze savunma yeteneklerine sahiptir; ancak bir düşmanın füze fırlatma rampasını vurma kabiliyetinden yoksundur. Bununla birlikte, Japonya, Hindistan ve Avustralya’nın son dönemde eşzamanlı olarak saldırı yetenekleri arttırmaya çalıştıklarını vurgulamak gerekir.
Bu ülkelerin neden aynı anda saldırı yeteneklerini geliştirmeyi planladıkları sorusu önemlidir. Nitekim bu ülkelerin Çin’in bölgesel genişlemesiyle karşı karşıya kalma ihtimali vardır. Uzun menzilli saldırı yeteneği ve saldırı-savunma kombinasyonu, yalnızca savunma odaklı stratejiden daha etkili bir stratejidir. Örneğin hem Japonya hem de Hindistan, uzun menzilli saldırı yeteneklerine sahipse; bu birleşik yetenek, Çin’in birden çok cepheyi savunmasına sebep olacağı için çok daha caydırıcı bir durum yaratacaktır.
Burada ilginç olan nokta ise sistemdir. Askeri teknolojiler açısından bakıldığında, Japonya’nın saldırı kabiliyeti, bağımsız bir saldırı kabiliyeti değildir. Bu, ABD askeri sisteminin bir parçasıdır. Örneğin Japonya ve Avustralya, ABD’den Tomahawk seyir füzeleri tedarik etmeyi planlamaktadır. Bu Tomahawk füzesi, ABD uydu tabanlı sistem olan GPS tarafından yönlendirilmektedir. Bu da Japonya ve Avustralya’nın saldırı yeteneklerinin ABD sistemine bağlı olduğunun bir kanıtıdır. Bu nedenle ABD, müttefiklerinden güvenlik yükünü paylaşmalarını istemiştir. Bu talebe de Japonya ve Avustralya olumlu yanıt vermiştir, denilebilir. Bu sebeple de Japonya’nın yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi, ABD’nin Çin’e karşı kurguladığı Öncü Strateji’nin bir parçası olarak yorumlanabilir.
Güney Kore ise çoktan uzun menzilli saldırı yeteneklerine sahip olmaya başlamıştır. Seul yönetimi, çok büyük ölçekli saldırı yetenekleri bulunan “Kill Chain” adlı bir proje geliştirmektedir. Bu konuda endişe yaratan nokta ise Çin’in stratejisidir. Çin’in Tayvan’a veya diğer ABD müttefiklerine bir saldırı düzenlemesi halinde, Güney Kore’nin Çin’e karşı bir müdahalede bulunup bulunmayacağı merak konusudur. Bu noktada Japonya, Güney Kore’nin stratejisinin ne olduğunu henüz belirlememiştir.
4. Çin ve Kuzey Kore gibi devletler Japonya’nın bu politikasına nasıl karşılık verebilir?
Bu kapsamda Çin’in çok sert bir tepki vermeyeceği öngörülebilir. Bu tespit, 2011 ile 2020 yılları arasında yaşanan olaylardan yola çıkılarak yapılabilir. Örneğin söz konusu dönemde askeri harcamalar noktasında ABD %10 ve Japonya %2,4 artış gerçekleştirmiştir. Çin ise aynı dönemde askeri harcamalarını %76 arttırmıştır.[1] Zira bu durum, Japonya’nın dış politikasında attığı proaktif adımların Çin’i etkilemeyeceğini göstermektedir. Örnekten de anlaşılabileceği üzere, Çin’in savunma ve güvenlik noktasında adımlar atması için yalnızca bunu istemesi yeterlidir. Yani söylenebilir ki; Çin dış politikasının sertlik düzeyi, bölgedeki rakiplerinin politikalarıyla doğru orantılı değildir.
Dr. Satoru NAGAO
Dr. Satoru Nagao, Japonya’da bulunan Hudson Enstitüsü’nde çalışmaktadır. Aynı zamanda 2017 yılının Aralık ayından 2020 senesinin Kasım ayına kadar merkezi Washington DC’de bulunan Hudson Enstitüsü’nde misafir araştırmacı olarak da bulunmuştur.
Dr. Nagao, ABD-Japonya-Hindistan güvenlik işbirliği üzerine araştırmalar yapmaktadır. Bu konuda Japonya’daki ilk araştırma olan “Hindistan’ın Askeri Stratejisi” adlı teziyle 2011 yılında Gakushuin Üniversitesi’nden doktora derecesini almıştır. Dr. Nagao, güvenlik konuları üzerine çok sayıda kitap ve makale yazmıştır Ayrıca Japonya’nın önde gelen dergilerinden Nikkei Business’ta “Age of Japan-India ‘Alliance’” köşesine katkıda bulunmaktadır.
[1] “Trends in World Military Expenditure, 2020”, Sipri, https://www.sipri.org/publications/2021/sipri-fact-sheets/trends-world-military-expenditure-2020, (Erişim Tarihi: 07.01.2023).