Uluslararası sistemin yeniden şekillenmesi çerçevesinde “Yeni Büyük Oyun”un kalpgâhı olarak karşımıza çıkan Avrasya bölgesi, doğrudan-dolaylı müdahalelere, hesaplaşmalara sahne olmaya devam ediyor. Bu bağlamda jeopolitik fay hatlarında kırılmaların her geçen gün daha da arttığı, mevcut-potansiyel kriz alanları üzerinden bölgenin istikrarsızlaştırılmaya çalışıldığı bir dönemde bölge devletleri açısından “merkez-çevre” ilişkileri daha da önem kazanmış durumda.
Bu kapsamda karşımıza üç tür merkez-çevre ilişkisi çıkıyor: 1. Ulus-devletlerin kendi içinde yürüttüğü; 2. Ulus-devletlerin yakın çevre ağırlıklı/öncelikli bölgelerindeki ülkeler ve tarihsel coğrafyalarıyla gerçekleştirmeye çalıştığı; 3. Ulus-devletlerin “Dünya Devleti” olma yolunda izlediği politikalarla gerçekleştirdiği.
Ulus-devlet inşa süreçlerinde devlet-millet birlikteliğini öncelikli olarak esas alan merkez-çevre ilişkilerinin geleceği, hiç kuşkusuz ülkelerin kaderiyle eş değer konumda. Bunu gerçekleştiremeyen ülkelerin başta beka olmak üzere yaşadığı sorunlar ortada.
Güç mücadelesine sahne olunan bölgelerde/ülkelerde devletlerin sadece etnik-dini/mezhepsel farklılıklar üzerinden değil; kötü yönetim ve bu bağlamda özellikle de sosyo-iktisadi ve siyasi sorunlar üzerinden de istikrarsızlaştırılmaya, diz çöktürülmeye çalışıldığına şahit olmaktayız. “Arap Baharı” öncesi ve sonrası Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde yaşanılanlar ve başlı başına bir Afganistan örneği bizlere fazlasıyla bir fikir veriyor.
Şahit olunan bu örneklerin fikir vermekten öte, tüm ulus-devletlerin bağımsızlıkçı reflekslerini harekete geçirdiğini ve bu bağlamda kendi tarihsel, coğrafi ve ülke gerçeklerine uygun bir yeni yapılanma süreçlerine girmelerinin de kaçınılmaz olduğunu görüyoruz. Bir diğer tabirle, inşa halindeki yeni dünya düzeninin gerçeklerine uygun bir devlet ve bu noktada güçlü bir merkez-çevre yapılanması, ulus-devletlerin bağımsızlığı, egemenliği ve toprak bütünlüklerinin ve üniter yapılarının geleceği açısından büyük ehemmiyet arz ediyor.
Bölgesel anlamda güçlendirilmiş işbirlikleri (bölgesel merkez-çevre inşası) ise hiç kuşkusuz ulus-devletlerin bu süreçten daha güçlü şekilde çıkmaları açısından elzem, özellikle de yakın çevreler ağırlıklı yürütülen güç mücadelesinin yoğunluk kazandığı bir dönemde. Bu da hiç kuşkusuz vizyoner bir liderliği ve tarihsel bir misyon anlayışını gerektiriyor.
Kazakistan’ın Hatırlattığı Gerçek: Bağımsızlık, Bilge Kişilikle Olur
Kazakistan’da yaşanan son hadiseler her ne kadar arzu edilmeyen bir kriz boyutuyla ön plana çıkmış olsa da Cumhurbaşkanı Sayın Kasım-Cömert Tokayev ve ekibinin şahsında vücut bulan devlet aklı ve krizin en az maliyetle atlatılması göz ardı edilmemeli.
Cumhurbaşkanı Sayın Tokayev’in 2019’dan bu yana “Ulusa Sesleniş” konuşmalarına büyük ölçüde hakim olan devlet-millet birlikteliğinin güçlendirilmesine yönelik reform çağrılarının ne kadar yerinde olduğu Ocak 2022 tarihi itibarıyla bir kez daha teyit edilmiş ve bu erken tespit, olayların daha fazla genişlemesi ve derinleşmesinin önlenmesinde büyük rol oynamıştır. Daha somut bir şekilde ifade etmek gerekirse, Cumhurbaşkanı Sayın Tokayev’in 2019’daki “Yapıcı Toplumsal Diyalog, Kazakistan’ın İstikrarı ve Kalkınmasının Temeli” başlıklı konuşmasındaki şu beş öncelik, aslında sürece yönelik tespitler ve buna dönük bir yol haritası konması açısından oldukça dikkat çekiciydi: 1. “Modern Etkili Devlet”; 2. “Vatandaşların Hak ve Güvenliğinin Sağlanması”; 3. “Hızlı Gelişen Kapsayıcı Ekonomi”; 4. “Sosyal Modernizasyonun Yeni Dönemi”; 5. “Güçlü Bölgeler ve Güçlü Ülke”.
1 Eylül 2021 tarihinde gerçekleştirdiği “Halkın Birliği ve Sistemli Reformlar, Ülkenin Refahı İçin Sağlam Bir Temeldir” başlıklı üçüncü ulusa sesleniş konuşması, Cumhurbaşkanı Sayın Tokayev’in ülke-bölge-dünya gerçeklerini gözeten “güçlü, adil ve ilerici bir devlet inşası” noktasındaki kararlılığı bir kez daha ortaya koyması açısından dikkat çekiciydi.
“Halkın Sesinİ Duyan Devlet” sürecinde önemli birer kilometre taşı olarak ön plana çıkan bu hususlar, hiç kuşkusuz halkın sisteme olan güvenine yönelik çok kapsamlı bir reformlar sürecine işaret ediyor. Cumhurbaşkanı Sayın Tokayev de Kazakistan’daki olayların ardından vakit geçirmeden bu reformları söylemden-eyleme somut uygulamalarla gerçekleştirmeye başlamış durumda.
Cumhurbaşkanı Sayın Tokayev’in söz konusu olaylar sürecinde ortaya koyduğu kararlılık ve hemen akabinde “Yeni Kazakistan” hareketi kapsamında devleti yeniden yapılandırmaya yönelik attığı adımlar ve uygulamaya koyduğu reforma hareketleri, hiç kuşkusuz Kazak halkının refahı, huzuru, güvenliği kadar, bölgenin geleceği açısından da büyük bir önem arz ediyor. Kazakistan’ın sahip olduğu potansiyel-zenginlikleri, coğrafyasıyla da paylaşmaya yönelik işbirliği anlayışı, ülkeyi bölgesiyle birlikte yeni dünya düzeni içinde bağımsız ve egemen bir devlet olarak ön plana çıkarıyor. “Bölgesiyle güçlü bir ülke” anlayışı, önümüzdeki süreçte daha kapsamlı reform hareketleriyle birlikte kendisini daha net bir şekilde göstereceğe benziyor.
Öte yandan atılacak adımların zamana yayılması gerektiği de aşikar. Zira aceleyle yapılan ve yukarıdan dayatılan bazı devrimlerin orta ve uzun vadede beklenen sonuçları vermediği biliniyor. Bu kapsamda Sayın Tokayev’in ülkesinin bir dil reformuna ve kapsamlı bir incelemeye ihtiyacı olduğuna dair açıklamalarını hatırlamak gerekir. Sayın Tokayev, “Bizim bir dil reformu yapmamız gerekiyor. Ve burada mesele, Latin alfabesine hızlı bir geçiş değildir. Bu konuya tüm ciddiyetle yaklaşmak gerekiyor.”[1] şeklindeki açıklamaları dikkat çekicidir. Çünkü reformların ustalıkla planlanması ve titizlikle uygulanması şart. Benzer şekilde Kazakistan Cumhurbaşkanı, ülkede gerçekleşen protestolara da sağduyulu bir biçimde yaklaşarak bilge liderlik örneği sergiliyor. Kazakistan’ın ulusal güvenliğinden ve toprak bütünlüğünden taviz vermeyen Sayın Tokayev ve çalışma arkadaşları, sokaktaki terörize olmuş gruplarla mücadele ederken; iyi niyetli bir şekilde demokratik taleplerini dile getiren kitleleri de göz ardı etmiyor. Nitekim gelir dağılımındaki adaletsizliği gidermek için attığı adımlar da bu varsayımımızı teyit eder nitelikte. Lakin Yeni Kazakistan’ın inşa sürecinde zamana ihtiyaç olduğu da açık.
Yeni Özbekistan’da Reformun Yönü: Üçüncü Rönesans
Orta Asya’daki jeopolitik fay hatlarının harekete geçirilmek istendiği Kazakistan protestoları esnasında Belarus Cumhurbaşkanı Alexandr Lukaşenko, Özbekistan’ı uyaran garip bir açıklama yapmıştı. Her ne kadar söz konusu açıklama, Özbekistan’daki reform süreçlerinden rahatsız olan birtakım aktörlerin bu ülkeyi istikrarsızlaştırmak için çeşitli girişimlerde bulunabileceğine işaret etse de Yeni Özbekistan’ın 2016’da Cumhurbaşkanı olan Sayın Şevket Mirziyoyev’in liderliğinde müreffeh bir toplum yaratmaya odaklandığı ve bölgesel-küresel barış ve istikrar için çaba harcadığı aşikar. Aslında Yeni Özbekistan, Sayın Mirziyoyev ve ekibinin politikaları vesilesiyle “Üçüncü Rönesans” dönemini yaşıyor.
Sayın Mirziyoyev liderliğindeki Yeni Özbekistan Hareketi’nin öncülüğünde uygulanan Üçüncü Rönesans’ın yol haritası; devletlerin egemenliklerine, toprak bütünlüklerine ve bağımsızlıklarına saygı çerçevesinde geliştirilen yapıcı işbirliklerini esas alıyor.
Burada Taşkent yönetimi, devleti uluslararası toplumun en saygın üyelerinden biri haline getirirken; geliştirilen ilişkilerin ekonomik anlamda da ülkeye yatırım olarak dönmesini hedefliyor. Özbekistan, yatırımcıya güven vermek için de bir dizi insan hakları ve demokratikleşme reformu da yapıyor. Böylece kendi halkı içinde aydınlık bir gelecek tasavvur ediyor. Dolayısıyla Yeni Özbekistan’ın kalkınma hedefleri, “Devletler ve uluslararası örgütlerle güçlü ilişkiler, güçlü ekonomi ve güçlü demokrasi” şeklinde özetlenebilir.
Mevzubahis hedefler doğrultusunda Taşkent yönetimi, Sayın Mirziyoyev’in Cumhurbaşkanı olmasından itibaren gerçekleştirdiği açılımlar ve atılımlarla dünyaya entegre olmaya yoğunlaşmış durumda. Bu çerçevede Özbekistan, bir yandan Orta Asya-Güney Asya bağlantısallığını sağlayan jeopolitik konumunu avantaja çevirmekte; diğer taraftan da Orta Asya-Hazar Denizi- Kafkasya-Türkiye-Avrupa rotasını; yani Orta Hat’tı kullanarak dünyaya açılmakta. Ayrıca Özbekistan, geliştirdiği barışçıl ilişkilerle tüm devletlere farklı bir geleceğin mümkün olduğu çağrısını da yapıyor. Nitekim Avrasya coğrafyasını ateş çemberine çevirebilecek Afganistan Sorunu karşısında Taşkent, insani diplomasiyi önceleyen yaklaşımı ve Afganistan’ı uluslararası projelere dahil etme çabalarıyla tüm devletlerin kazanım elde edeceği barışçıl bir geleceğin mümkün olduğunu ortaya koymakta.
Özbekistan, barışçıl politikalarını ülkenin iktisadi kalkınması için de yatırıma çevirmektedir. Bir diğer ifadeyle Taşkent, dünyayla tesis ettiği yapıcı ilişkileri ekonomik girdiye dönüştürmekte. Zaten bu sayede 2017 yılının Aralık ayında %18,8 olan enflasyon, 2021 senesinin Aralık ayında %10’a kadar düşmüştür. Şimdi ise hedef, 2023 yılının Aralık ayına kadar enflasyonun %5’e düşürülmesidir.[2] Halkın alım gücünün arttırılması, kişi başına düşen milli gelirin 4000 dolara çıkarılması, istihdam yaratılması ve işsizliğin sorun olmaktan çıkarılması amacıyla Taşkent yönetimi, 2022-2026 Kalkınma Stratejisi’ni kabul etti.
Buradaki amaç ise yapılacak reformlar sayesinde enerji, kimya endüstrisi, ilaç sektörü, yenilenebilir enerji, mobilyacılık, tarım, hayvancılık ve turizm gibi sektörleri büyütmektir. Bunun için de Özbekistan, liberalleşme süreçlerine yönelmekte, tekelleşmeye karşı özelleştirme hamleleri yapmakta ve nihayetinde serbest ekonomisine uyum sağlamakta. Tüm bunların başarısı ise yabancı yatırım beklentisinin karşılanmasını gerektiriyor.
Sayın Mirziyoyev liderliğinde halkına müreffeh bir gelecek sunmak isteyen Taşkent, Yeni Özbekistan’ın demokratik değerler üzerinden yükselen insan haklarına saygılı bir devlet olması için çabalıyor. Bu çabanın yatırımcı için de güven verici olduğunu söylemek yanlış olmayacak. Dolayısıyla Sayın Mirziyoyev’in vizyoner liderliğinde mühim reformlar yapan ve yapmaya devam edeceğinin sinyallerini veren Özbekistan, 2026 Hedefleri’ne kararlıkla yürüyor.
Kafkasya’da Kalıcı Barışın Şartı: Ermenistan’ın Dünyayla Entegrasyonu
2018’de gerçekleşen Kadife Devrim’le iktidara gelen Nikol Paşinyan, etnopolitik çatışmaların ön plana çıktığı Kafkasya’da farklı bir geleceği hayal etmenin zor olmadığını savunan bir düşünce yapısına sahip.
Bu anlamda İkinci Karabağ Savaşı’nın ardından imzalanan 10 Kasım 2020 tarihli Moskova Deklarasyonu, bölgesel barışın tesis edilmesinin de önünü açmış gözüküyor. Bölgede kalıcı barışı tesis etmenin yolu ise Ermenistan’ın Türkiye ve Azerbaycan’la başarılı normalleşme süreçleri yürütmesinden geçiyor.
Her ne kadar Paşinyan, İkinci Karabağ Savaşı’nın ardından patlak veren toplumsal olayların hedefi haline gelmiş ve bir darbe girişimine maruz kalmışsa da iç politikada karşılaştığı zorlukları başarıyla aşmayı bildi. Özellikle de İkinci Karabağ Savaşı’ndan sonra düzenlenen erken seçimden ezici bir zaferle çıkması, Ermeni toplumunun değişim istediğini gösteriyor. Değişimin yönü ise barış talebiyle şekilleniyor.
Ermenistan’da değişimin hızını frenleyen temel zorluk, Karabağ Klanı olarak bilinen siyasilerin ve onları destekleyen kesimlerin hala işgal yanlısı politikaları savunması. Oysa işgal, Ermenistan’ın uluslararası toplumdan izole olmasına yol açıyor. Bu da Ermeni halkını fakirleştiriyor. Halbuki normalleşme çabaları bağlamında önerilen Altılı İşbirliği Platformu fikriyle gündeme gelen ve bu yönde önemli adımlar atılmasıyla umut veren birtakım süreçler, Ermenistan’ın Batı’ya entegrasyonunu kolaylaştıracağı gibi, Orta Hat başta olmak üzere çeşitli projeler vesilesiyle ülkenin jeopolitik ve jeoekonomik kazanımlar elde etmesine de kapı aralayacak. Ermenistan, tüm Kafkasya ülkelerinin kazanım elde edeceği bir senaryoda ulaştırma ve enerji projelerinin merkezine dönüşebilir.
Bu noktada İkinci Karabağ Savaşı’nın üzerinden bir yılı aşkın bir zamanın geçtiğini belirtmek ve artık Ermenistan-Azerbaycan sınırının belirlenmesi ve Zengezur Koridoru’nun açılması konusunda somut adımlar atılması gerektiğini ifade etmek elzem. Zira ülkedeki siyasi kaosu büyük ölçüde başarıyla atlatan Paşinyan, Armen Sarkisyan’ın Cumhurbaşkanlığı’ndan istifa etmesiyle ülke siyasetinin başat aktörü haline gelmiştir. Nitekim Paşinyan’ın partisi olan Sivil Sözleşme Partisi’nin adayının Cumhurbaşkanı seçileceği öngörülüyor. Dolayısıyla Paşinyan, idealindeki dış politikayı uygulama konusunda her zamankinden daha güçlü bir konumda. Aslında Paşinyan’ın Batılılaşma hedefleri doğrultusunda çabalayan bir şahıs olduğu düşünüldüğünde, bu konuda kararlı adımlar atmasını beklemek de anormal değil. Zaten toplumun isteği de bu yönde.
[1] “Токаев заявил, что Казахстану нужна языковая реформа”, Central Asia, https://centralasia.media/news:1763375, (Erişim Tarihi: 20.02.2022).
[2] Eldor Tulyakov, “Economic Development as a Priority in the Development Strategy of Uzbekistan for 2022-2026”, ANKASAM, https://www.ankasam.org/economic-development-as-a-priority-in-the-development-strategy-of-uzbekistan-for-2022-2026/?lang=en, (Erişim Tarihi: 17.02.2022).