Emperyalizmin klasik bir numarası olmasına rağmen ne yazık ki bunu başta İslam dünyası olmak üzere, dünyada birçok yere güzelce yutturuyorlar. Size önce gaz veriyorlar, alan açıyorlar ve sonra da tehdit olarak gösteriyorlar. Arkasından da hedef gösterip, “vurun” diyorlar! Ortadoğu’da Saddam Hüseyin bunun ilk akla gelen örneğidir.
Sadece Saddam ya da Irak bu tuzağa düşmüş değil. Ne yazık ki İran da bundan nasibini almış bir ülke. Kendisine sistematik bir şekilde alan açılan İran, bunun nasıl bir tuzak olduğunu göremedi, açıkçası akıl almıyor.
Zira 11 Eylül’den bu yana İran’ı kuşatma üzerinden onu kontrollü bir tehdit haline dönüştürmeyi hedefleyen bir süreç söz konusu idi. Bu, önce Afganistan ile başladı. Ardından Irak, Suriye ve Yemen ile devam ettirildi. İran, çok kısa bir zaman içerisinde “tehdit algısı” üzerinden bir tehdit haline dönüştürüldü. Şimdilerde ise hedef haline getirilmiş, kendini ifade etmekte zorlanan bir ülke durumunda.
Ve “İran tehdidi” denildiğinde bunu hemen satın almaya hazır bir kitle söz konusu. Nitekim Suudi Arabistan-Katar krizi bu tehdide yönelik tepkide “yöntem-araçlar” noktasında yaşanan bir görüş ayrılığının sonucu.
“Stratejik Körlük” mü?
Emperyalizmin bu tuzağına en son düşürülmek istenilen ülke ise anlaşıldığı kadarıyla Suudi Arabistan. Eğer Suudi Arabistan bunu göremiyor ise, o zaman ortada ciddi anlamda bir “stratejik körlük” var demektir.
Zira başta Suudi Arabistan olmak üzere, Körfez’e “bertaraf edilmesi gereken” bir “tehdit” olarak sunulan İran, bizzat ABD’nin kendi eseri. ABD bu tehdidi kendisi ortadan kaldıracağına bu işi yine başkaları üzerinden yapmak istiyor. Böylece bir taşla birkaç kuş vurmak peşinde. Nasıl mı? Söyleyelim…
ABD bu oyunuyla: 1) Suudi Arabistan-Katar merkezli olarak elinden kaymakta olan ekseni ve 11 Eylül’den itibaren kendisini terk eden paralarını tekrar kazanmak; 2) Kriz üzerinden bu ülkeleri siyasi-iktisadi bazda zayıflatmak; 3) Bölgede oluşan dengeyi-ittifakı bozmak; 4) Güvenlik eksenli olarak bir kez daha bölgeyi kendine bağımlı kılmak; 5) Mezhepsel temelli bir “İslam İç Savaşı” ya da bölgede etnik bir savaşı başlatmak ve akabinde de Büyük Ortadoğu Projesi’nde kapanışı “Büyük İsrail Projesi” ile gerçekleştirmek istiyor.
Oyun Alanından Oyun Kuruculuğa…
Peki, bizim buradan gördüğümüzü coğrafya görmüyor mu? Çok büyük bir olasılıkla görüyor. Suudi Arabistan-Katar arasındaki krizin bir noktada tutulması, son birkaç gün içinde kendisini gösteren yumuşama eğilimi ile birlikte İran’ın her şeye rağmen provoke olmaması ve hatta Katar Emiri’nin ABD Başkanı Trump’ın davetini reddetmesi bunun bir göstergesi. O zaman ortada farklı bir durum söz konusu. Biz buna coğrafyanın oynadığı, geliştirdiği karşı oyun da diyebiliriz.
Bu kapsamda Türkiye’nin izlediği kriz politikası oldukça önemli. Bu politika şu maddeler halinde sıralanabilir: 1) İlk etapta taraf olmamak; 2) Krizdeki dengesizliği taraflar lehine gidermek; 3) Coğrafyanın sahipsiz olmadığı mesajını vermek; 4) Krizin temel hedef ülkelerine yönelik olarak ortak kriz-istişare mekanizmalarının gerçekleştirilmesini sağlamak; 5) Böylece bir İslam İç Savaşı’nı engellemek; 6) Bu kapsamda kararlılığının bir göstergesi olarak caydırıcı gücünü devreye sokmak.
Bu politikaya başta İran, Pakistan ve Azerbaycan olmak üzere Türk-İslam dünyasından verilen destek oldukça önemli. Tabi burada Katar’ın duruşunu da göz ardı etmemek gerekiyor.
Oyun İçinde Oyun Stratejisi…
Bu strateji de nereden çıktı böyle diye sorarsanız, cevap hazır: Bunu ben değil, coğrafyadaki uygulama söylüyor. Zira son dönemde yaşanan gelişmeleri başka türlü izah edebilmek mümkün değil. Siz de şahitsiniz, ne yaparlarsa yapsınlar hamleleri boşa çıkıyor.
Siz buna isterseniz “görünmez bir el”in müdahalesi deyin, isterseniz “coğrafyanın sağduyusu” ya da “coğrafyanın ortak stratejik aklının dönüşü”. Sonuçta başaramıyorlar, Allah’ın izniyle de başaramayacaklar! Zira onların her hamlesi bumerang etkisi doğuruyor ve bunu gördükçe daha da çıldırıyorlar, saldırıyorlar.
Dolayısıyla bu strateji Türkiye ve yakın çevresi ağırlıklı olmak üzere, Türk-İslam coğrafyası üzerinde yoğunlaşmış olan güç mücadelesini ve buna karşı coğrafyanın geliştirdiği karşı stratejiyi, refleksi çok güzel resmediyor.
Açıkçası, Türk-İslam coğrafyası üzerinde oynanan “Büyük /Kirli Oyun”u bozmanın yolu bu stratejiden geçiyor. Ve kim ne derse desin, Türkiye’nin bu anlamda son dönemde izlediği politika bölgede oynanmak istenen oyunu bozmuştur. Suudi Arabistan-Katar krizinde bu strateji test edilmiştir!