Tarih:

Paylaş:

Nükleer Anlaşmada Yolun Sonu mu?

Benzer İçerikler

2015 yılında Tahran yönetiminin nükleer faaliyetlerini kontrol altında tutmak amacıyla Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 5 daimî üyesi, Almanya ve İran arasında Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) imzalanmıştır. Söz konusu anlaşmayla, İran’ın uranyum zenginleştirme oranını yüzde 3,67’nin üzerine çıkarması yasaklanmıştır. Anlaşmanın denetlenmesi konusunda ise Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) yetkilendirilmiştir.

UAEK’nin yaptığı son açıklama, İran’ın söz konusu kısıtlamaya uymadığını göstermektedir. Zira İran, uranyum zenginleştirme oranını yüzde 4,5 seviyesine çıkarmıştır. İran’ın bu eylemine ise başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) olmak üzere birçok devletten tepki gelmiştir.

Bu gelişmeler ışığında Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM), İran’ın bu hamlesinin ne anlama geldiğini tartışmaya açarak alanında önde gelen uzman ve akademisyenlerin görüşlerini dikkatlerinize sunmaktadır.

Prof. Dr. Sencer İMER (ANKASAM Başdanışmanı)

2015 yılında ABD’nin de imzaladığı KOEP’in amacının nükleer enerjinin yalnızca barışçıl amaçlarla kullanılmasını sağlamak olduğunu belirten ve bu anlaşmayla İran’ın nükleer silah geliştirmesinin önlenmeye çalışıldığını dile getiren Prof. Dr. Sencer İmer, “Mekanizmanın denetleme görevi, Birleşmiş Milletler’in (BM) bir organı olan UAEK’ye verilmiş ve bahsi geçen anlaşma, bu kurum aracılığıyla yürütülmüştür. Ancak ABD’nin 2018 yılının Mayıs ayında anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmesi, KOEP’e ilişkin durumu değiştirmiştir. Çekilme kararının ardından İran, kendisine uygulanan yaptırımların etkilerinin giderilmesi konusunda Avrupa ülkeleri, Rusya ve Çin’den somut adımlar atmasını istemiştir. Her ne kadar Avrupa Birliği (AB), bu konuya çözüm bulacağını taahhüt etmişse de geliştirilen takas mekanizması, sorunu çözmeye yetmemiş ve yaptırımlar sebebiyle İran ekonomisi zor durumda kalmıştır.” dedi.

Washington’un yaptırımlar aracılığıyla Tahran’a diz çöktürmek istediğini söyleyen İmer, “ABD’nin İran’a kabul ettirmeye çalıştığı şartları, Tahran’ın kabul etmesi mümkün değildir. Bu nedenle de Tahran yönetimi, elinde koz olarak bulundurduğu uranyum zenginleştirme seviyesinin arttırılması hamlesini yapmıştır. Eğer İran, uranyum zenginleştirme oranını %90’a çıkarırsa, zaten atom bombası üretebilecektir. Dolayısıyla İran’ın atom bombası yapmasını engellemek için imzalanmış olan KOEP, anlaşmaya taraf olan ülkelerin yeterli çabayı göstermemesinden ötürü Tahran yönetimi tarafından devre dışı bırakılmaktadır.” yorumunda bulundu.

ABD’nin amacının İran’ın nükleer silah üretmesini engellemek olduğunun altını çizen İmer, uygulanan yaptırımların paradoksal bir biçimde Tahran’ın nükleer silah geliştirme yönündeki iradesini güçlendirdiğini söyledi. Bu bağlamda İmer, ABD ve AB’nin bir an önce makul bir çözüm bulması gerektiğini vurguladı.

Prof. Dr. Tayyar ARI (Uludağ Üniversitesi-Uluslararası İlişkiler)

İran’ın iki ay önce nükleer anlaşmayı kurtarmak için AB’ye altmış gün süre tanıdığını belirten Prof. Dr. Tayyar Arı, “İran, imzalanan anlaşmanın kendisine verdiği yetkiyi kullanarak uranyum zenginleştirme oranını arttıracağını açıklamıştır. Zira sorunun çözülmesi için çaba harcanmışsa da somut bir çözüm geliştirilememiştir.” açıklamasını yaptı.

Washington yönetiminin anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmesi nedeniyle durumun karmaşık bir hal aldığını söyleyen Arı, “ABD, İran’ı teröre destek vermek ve balistik füze üretmekle suçlamaktadır. Bu yüzden Trump yönetimi, İran’ın anlaşmayı ortadan kaldırdığını iddia etmiş ve bu ülkeye yaptırım uygulamaya başlamıştır. Tahran ise kedisine yöneltilen suçlamaları kabul etmemektedir.Anlaşmaya bakıldığında ise KOEP’in İran’ın balistik füze geliştirilmesini engellemediği görülmektedir. Çünkü anlaşmanın ek maddeleri, balistik füzelerin üretilmesini değil; nükleer başlıklı balistik füzelerin imalatını yasaklamaktadır.” dedi.

İran ekonomisinin yaptırımlar nedeniyle çok sıkıntılı bir süreçten geçtiğini ifade eden Arı, “İran, 2015 yılında imzalanan anlaşma gereği nükleer faaliyetlerini asgari seviyeye indirmiştir. Ancak ABD, bunu yeterli bulmamış ve nükleer faaliyetlerin tamamen durdurulmasını istemiştir. Washington’un bu talebi ise Tahran tarafından kabul edilmemiştir. Bu durum, Tahran-Washington geriliminin artmasına sebebiyet vermektedir. Mevzubahis gerilim, tüm dünyayı etkilemektedir. Nitekim Türkiye de İran’la sınır komşusu olması nedeniyle gelişmelerden etkilenmektedir.” şeklinde konuştu.

Öğr. Gör. Ceyhun ÇİÇEKÇİ (Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi-Uluslararası İlişkiler)

İran’ın sahip olduğu nükleer program vesilesiyle bölgesel hegemon aktör olma iddiası taşıdığını belirten Öğr. Gör. Ceyhun Çiçekçi, “Nükleer faaliyetleri nedeniyle KOEP’in imzalandığı 2015 yılına kadar uluslararası soruşturmalara ve yaptırımlara maruz kalan İran, BMGK ülkeleri ve Almanya’yla yaptığı anlaşma sayesinde belirgin bir meşruiyet alanı tesis etmiştir. Ancak Trump yönetiminin ilk işlerinden biri, ülkesinin söz konusu anlaşmadan çekilmesi olmuştur. Böylece ABD, İran’ı yeniden güvenlikleştirmeye başlamıştır. Bahse konu olan gelişmeler, ABD’nin bölgesel müttefiklerinin bir zorlaması olarak da okunabilir. Çünkü söz konusu anlaşma, Obama yönetiminin bölgedeki müttefikleriyle ayrışmasına sebep olmuştur. Trump ise bu süreci tersine çevirmiştir. Nitekim günümüzde İsrail ve Körfez’deki Arap devletlerinin İran algısı, Trump’ın ‘İran tehdidi’ söylemiyle uyuşmaktadır.” ifadelerini kullandı.

Uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin nükleer programların silah üretme kapasitesine ulaşmasındaki kilit noktalardan biri olduğunu vurgulayan Çiçekçi, “Uranyum zenginleştirme, sivil alandan askeri alana geçişin en somut emarelerindendir. Bu kararla Tahran yönetimi, nükleer silah üretme ihtimalini güçlendirmiştir. Bu durum, İran’ın bölgesel olduğu kadar kıtalararası bir tehdit olarak görülmesine de sebep olmaktadır. Ancak bahsi geçen gelişmelerin İran’a yönelik askeri bir operasyona kapı aralayacağını da düşünmemek gerekir. Çünkü uluslararası konjonktür göz önünde bulundurulduğunda, ABD’nin müdahale olasılığı imkânsıza yakındır.” dedi.

ABD’nin Ortadoğu’daki hegemonik düşüşünün 2000’li yılların sonlarından itibaren hızlandığı ve Washington yönetiminin bir operasyona kalkışmasının çok maliyetli olacağını söyleyen Çiçekçi, “Bölgedeki ‘İran tehdidi’, ABD’ye büyük kolaylıklar sağlamaktadır. Bugün ABD’nin en önemli müttefiki olan İsrail’in bölgedeki ilişkileri ve kurduğu ittifaklar, ‘İran tehdidi’nin ürünüdür. Ayrıca ABD’nin adeta bir halı tüccarı edasıyla, bölge devletlerine gerçekleştirdiği silah satışlarının temel gerekçesini de ‘İran tehdidi’ oluşturmaktadır.” yorumunu yaptı.

Çiçekçi, meselenin bir başka boyutunun ise İsrail’in dengelenmesi olduğunu dile getirdi. Nükleer silah elde etmesi halinde İran’ın caydırıcılığının artacağını ve İsrail’e karşı bir güç dengesi oluşturabileceğini söyleyen Çiçekçi, “Nükleer silahlar, telaffuz edildiklerinde korkutucu bir tınıya sahip olsalar da nihayetinde savunma silahları olarak görülürler. Caydırıcılık kapasitesinin artışına neden olurlar. Bir başka ifadeyle, bu silahlar sayesinde ‘askeri dokunulmazlık’ elde edilir. Kısacası ‘İran tehdidi’, aslında iyi ambalajlanmış ticari bir metadır. Sorulması gereken soru ise şudur: Altın yumurtlayan tavuk kesilir mi?” açıklamasında bulundu.

Dr. Öğr. Üyesi Atay AKDEVELİOĞLU (Anakara Üniversitesi-Uluslararası İlişkiler)

Konuyla ilgili değerlendirmelerde bulunan Dr. Öğr. Üyesi Atay Akdevelioğlu, “ABD’nin 2015 yılının Temmuz ayında imzaladığı uzlaşıda, uranyum zenginleştirme konusundaki üst limitler, 300 kg. stok miktarı ve %3,67 U235 oranı olarak belirlenmişti. Tahran ise bu limitlerin aşılacağını iki ay önceden duyurmuştu. İran’ın belirtilen sınırları aşmasının kendi nükleer programı bakımından herhangi faydası yoktur. Üstelik Tahran’ın kararı, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’na (Non-PloriferationTreaty-NPT)da uygundur. Çünkü barışçıl amaçlı uranyum zenginleştirme faaliyetlerindeki oran,%20’ye kadar çıkabilir.” ifadelerini kullandı.

İran’ın uzlaşıda belirlenen sınırları aşmasının temelinde INSTEX (Instrument in Support of TradeExchanges) mekanizmasının beklentiyi karşılayacak şekilde uygulanmaması olduğunu belirten Akdevelioğlu, “AB’nin bu tutumuna İran, limitleri aşarak karşılık verdi. Tahran, AB’nin daha aktif olmasını talep ederek; aksi halde uzlaşıdan tümüyle çekileceğini duyurdu. Uzlaşıdan tümüyle çekilme tehdidi, daha sonra net biçimde yalanlamışsa da Kuzey Kore örneğinde olduğu gibi NPT’den çekilerek nükleer silah yapma imasını da içeriyor. İran, yaptırım baskısını aşabilmek için iki dış desteğe umut bağlamıştı. Bunlardan biri Çin’in İran’la olan ticari ilişkilerini ve petrol alışverişini azaltmaması; diğeri ise petrol alımı da dâhil olmak üzere INSTEX’in on milyarlarca dolarlık hacme ulaşmasıydı. İki beklenti de boşa çıkmış görünüyor. Bu yüzden de İran ekonomisi, hızla çöküşe doğru gidiyor. Mevcut durumda sembolik bir işleve sahip olan INSTEX, AB’nin İran’ı oyaladığı izlenimini oluşturuyor.” dedi.

İran’ın bu hamlelerine rağmen AB’nin INSTEX’e ilişkin somut adım atma konusunda isteksiz göründüğünü söyleyen Akdevelioğlu, “İran’ın blöf yaptığını ve daha ileriye gidemeyeceğini düşünen AB, ABD’yi açıkça karşısına almaktan çekiniyor. Benzer bir durum, Çin için de geçerli. Dolayısıyla İran, AB ve Çin’le olan ilişkilerinde başarısızlık yaşıyor. Öte yandan ABD, İsrail ve Suudi Arabistan’la olan münasebetlerinde ise sadece ekonomik değil; askerî bir gerilim de bulunuyor. Türkiye ve Rusya gibi İran’a daha olumlu yaklaşan devletler ise Suriye’deki askerî varlığı nedeniyle İran’la siyaseten karşı karşıya geliyor. Bu fotoğraf, İran rejimi için tehlike çanlarının çalmaya başladığına işaret ediyor.” değerlendirmelerini yaptı.

Prof. Dr. Ali Engin OBA (Emekli Büyükelçi/Çağ Üniversitesi-Uluslararası İlişkiler)

İran’ın uranyum zenginleştirme oranını aşma kararını değerlendirerek Tahran yönetiminin akıllıca hareket etmediğini ifade eden Emekli Büyükelçi Prof. Dr. Ali Engin Oba, “Dış politika, bir ülkenin refahına katkıda bulunan araçların başında gelmektedir. Eğer atılan adımlar, ülkeyi istikrarsızlaştırıp; başına bir dizi sorun açıyorsa, orada bir yanlışlık vardır. Söz konusu sorunların giderilmesi, en önemli dış politika önceliği olmalıdır. İran da uzlaşma arayışını ve diplomasiyi ön plana çıkararak ABD’yle olan gerilimi en düşük seviyeye indirmelidir.” dedi.

ABD’nin küresel sistem üzerindeki hegemon aktör olduğunu belirten Oba, “Avrupa ülkelerinin İran’a sahip çıkmaları önemli bir unsur olsa da ABD’nin ağırlığı karşısında yeterli duruşu ortaya koyamadıkları görülüyor. Böylesi bir ortamda İran’ın söz konusu gerginliği arttıran girişimlerde bulunması ise Avrupalıları, ABD karşısında zor durumda bırakıyor.” yorumunu yaptı.

Batı basınında İran’ın gerginlik ortamından faydalanmaya çalıştığı yönünde iddialar bulunduğunu söyleyen Oba, “Gerginliği kendi lehine çevirmek için kullanan Tahran, uranyum oranını artırma kararı alarak doğru bir hamle yapmamıştır. Çünkü gerginlik, AB’yi daha etkisiz bir hale getirmiştir.” dedi. Tahran’ın bu kararla kendi milli çıkarlarına uygun bir adım atmadığını da öne süren Oba, İran halkının yeni yaptırımlara maruz kalmasına neden olacak bir hamle yapıldığını belirtti.

ABD’nin KOEP’ten çekilmesi sebebiyle İran’ın anlaşmadaki bazı hükümlere uymama hakkının doğduğunu;fakat Tahran yönetiminin kısa vadeli çıkarlarını değil; uzun vadeli çıkarlarını düşünmesi gerektiğini dile getiren Oba, “İran, bu şekilde davranarak bir sonuca ulaşamayacaktır. Bu noktada Tahran, hem ABD hem de Batı’yla çatışmaktadır. Dolayısıyla İran, milli çıkarlarını düşünmeksizin sorunun şiddetini arttıracak adımlar atmaktadır. Bu da Tahran için olumsuz bir durum ortaya çıkarmaktadır.” şeklinde konuştu.

Fatih SABUNCU (Gazeteci/TRT Dış Haberler Editörü)

Tahran’ın KOEP’in korunması hususunda AB ülkelerini “gerekeni yapmamakla” suçladığını belirten Gazeteci Fatih Sabuncu, Trump’ın İran politikasını değerlendirerek “ABD Başkanı; balistik füze programı, terörizme destek iddiası ve Devrim Muhafızları Ordusu’nun Ortadoğu’daki faaliyetleri gibi konulara yoğunlaşmıştır.” dedi.

ABD’nin anlaşmadan çekilme kararına yanıt vermek isteyen İran’ın nükleer anlaşmanın bazı maddelerini uygulamaktan vazgeçtiğini söyleyen Sabuncu, “İlk olarak zenginleştirilmiş uranyumu ve ağır su fazlasını dışarı göndermeyeceklerini ve sınırlandırmayı kaldırdıklarını açıklamışlardı. İlk altmış günlük sürenin ardından yüzde 3,67 oranındaki uranyum zenginleştirme sınırını aştılar. Şimdi bu oranı %20’ye çıkarabilecekleri konuşuluyor. Avrupa ülkelerine verilen ikinci altmış günlük süre içerisinde, yaptırımların tamamen sonlandırılmaması durumunda İran, hem santrifüjlerin sayısını artırabilir hem de uranyum zenginleştirme oranını %20 seviyesine çıkabilir.” yorumunu yaptı.

İran’ın söz konusu hamlelerle ulaşmak istediği iki hedefinin bulunduğunu ifade eden Sabuncu, “Söz konusu hedeflerden birincisi, Avrupa ülkelerini ABD’ye baskı yapmaya zorlamaktır. İkincisi ise müzakerelerin gündemini balistik füze programından uzaklaştırmaktır. Bilindiği gibi, nükleer anlaşmadan çekildikten sonra ABD, İran’ın balistik füze programını gündeme getirmiş ve ardından da yeni müzakereler yapılmasını istemişti. Yani İran, şu anda müzakere masasına oturursa, savunma konusunu görüşmek zorunda kalabilir. Ancak İran’ın nükleer faaliyetleri eski seviyeye dönerse, olası görüşmelerde nükleer konular tartışılacaktır. Dolayısıyla İran’ın beklentisi, nükleer müzakerelerin gündeme getirilerek balistik füze programı gibi savunma konularının tartışma konusu olmaktan çıkarılmasıdır.” açıklamasında bulundu.

İran’ın yapabileceği diğer hamleleri de yorumlayan Sabuncu, nükleer tesislerin ani denetlemelere kapatılması, santrifüj sayılarının 5 binden 19 bine çıkartılması, nükleer zenginleştirmenin %20 seviyesine getirilmesi ve Fordo Nükleer Tesisi’nin yeniden çalışır hale getirilmesi gibi adımların atılabileceğini söyledi. Bu bağlamda Sabuncu, “Altmış günün sonunda İran, bu adımlardan bazılarını atarak ya anlaşmanın tamamen sonlandırılmasını ve yeni bir müzakere süreci başlatılmasını sağlayacak ya da AB’yi daha da zorlayarak ABD’yi yaptırımların kaldırılmasına ikna edecektir. Üçüncü ama en uzak ihtimal ise İsrail’in de baskısıyla İran’a karşı askeri bir operasyonun düzenlenmesi ve ülkedeki nükleer tesislerin hedef alınmasıdır.” dedi.

Özge ELETEK
Özge ELETEK
Özge Eletek 1999 yılında İzmir’de doğdu. İlk ve orta öğretim hayatını İzmir’de tamamlayan Eletek, 2021 yılında Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Çeşitli düşünce kuruluşlarında birçok konferans ve seminere katılan Eletek, Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi’ndeki stajını sürdürmektedir. Halihazırda Dokuz Eylül Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini sürdürmektedir.