Tarih:

Paylaş:

Küreselleşme Sürecinde Azınlıkların Ulus-Devletler Üzerindeki Etkisi

Benzer İçerikler

Tarihsel süreç içerisinde etnisite; politik, ekonomik, askeri ve coğrafi değişimin temel konusu olmuştur. İmparatorluklar öncesinde kabilelerin, klanların kimliği ile özdeş anlamlı olan etnik, çok etnikli ulusal devletlerde farklı olguların bazını oluşturmuştur. Bu çerçevede de ulus, millet, ırk, etnik azınlık, ulusal azınlık vb. terimler eşanlamlı olarak kullanılmıştır. İki kutuplu sistemin yıkılmasından sonra oluşan uluslararası yapı; etnik, etnik grup, azınlık, ulusal azınlık, etnik azınlık, ulus, ulus-devlet, etnik-devlet, etnik sorunlar, etnik ayrımcılık gibi kavramlar tekrar gündeme gelerek nitelikleri ve anlamları yeniden ele alınmaya başlanmıştır.

Küreselleşme sürecinde geleneksel tehditler dönüşüm yaşamaktadır. Küreselleşmenin ortaya çıkarmış olduğu yeni tehditler güvenliğin düşünme sürecinin boyutunu da değiştirmiştir. Tarih ile bağlantı kurulduğunda, azınlıkların bölgesel ve uluslararası barış ile istikrarı tehdit eden bir niteliğe sahip olduğu görülür. Özellikle evrensel bir insan hakları rejiminin henüz doğmadığı dönemlerde (1945 öncesi) azınlıklar devletlerin dış politikalarında diğer ülkelere müdahale etmenin ve içişlerine karışmanın bir aracı olarak kullanılmıştır.

Çeşitli bölgelerde ortaya çıkan etnik çatışmaların rasyonel açıklamaları vardır. En yaygın olan durum, bu bölgelerde bulunan azınlıkların milliyetçiliğidir. Azınlıklar konusu hem tarihsel hem de kuramsal olarak kapsamlı süreçleri içeren milliyetçilik, uluslaşma ve ulus-devlet ekseninde doğmuş ve gelişmiştir. Ulus-devletler açısından, ulus-devletlerin kurulması aşamasında önemli bir tehdit faktörü olarak algılanan azınlıklar, küreselleşme sürecinin ulus-devletler üzerindeki olumsuz etkileriyle birlikte düşünüldüğünde, bu tehdit faktörü olma özelliğini günümüzde de korumaktadır. Azınlık ve özellikle azınlık milliyetçiliği, genellikle “stratejik güvensizlik” kaynağı olarak değerlendirilmektedir.

Milliyetçilik ideolojisi, esas olarak kitlesel hareketliliği tetikleyen bir araçtır. Bazen bu hareketlilikler self-determinasyon hakkını kullanmaya kadar götürülebilir. Self-determinasyon hakkı, 20. yüzyıl boyunca ulusçukların ve devlet olmanın meşruluğuna, dolayısıyla da ulusal azınlıkların taleplerine dayanak oluşturmuştur. Ulusçuluk, bazen kurulu ulus-devletin ideolojisidir, bazen de ulus-devlet kurmak isteyen ulusal ya da etnik azınlıkların ideolojisidir. Başka deyişle, ulusçuluk hem birleştirici hem ayrıştırıcı/parçalayıcı unsur olabilir.

Kültürde standartlaşmaya dayanan ulus-devlet açısından çok kültürlülük ve heterojenlik istekleri milli kimlikte sorunlar yaratmaktadır. Çünkü ulus-devlet vatandaşına “yurttaşlık” şeklinde homojen bir milli kimlik sunar. Ancak yeni oluşan kimlik referansları çerçevesinde birey kimliğini yeniden tanımlar ve inşa eder. Böylece ulus-devletin rolü bu süreçte gevşemektedir.

Ancak şunu belirtmek gerek; milliyetçiliğin temelinde bir azınlık çatışmasının gelişmesi ve yayılması için çeşitli ön koşullar vardır. Böylece, başka bir etnisiteden çevrelenmiş bir etnik grubun başka bir etnik grupta yer almasıyla, bu grup için “ulusallaşma” kavramının ortaya çıkması olasıdır. Önemli başka bir kriter, belli bir azınlık grubu tarafından algılanan “baskı” unsurudur.

Böylece bölgesel istikrarsızlığa stratejik bir etkiye sahip olarak algılanan azınlık milliyetçiliği, ulus-devlet azınlık ilişkisi bakımından kısır bir döngüye yol açmaktadır. Bu kısır döngü ise, büyük oranda gücüyle başarısını gösterme ve kendini uluslararası topluma kabul ettirme ölçüsüyle kırılabilir.

Azınlıktan olsun olmasın, her ülkede her bireyin bir toplumsal kimliği bulunur ve birey, bu toplumsal kimliğiyle var olur. Küreselleşme olgusuyla eş zamanlı olarak azınlıkların korunmasının gündeme gelmesi, uluslararası politikanın uzun yıllar temel aktörü olan ulus-devletlerin zayıflamasını beraberinde getirmiştir. Küreselleşme sürecinin etkisi altında kalan ulus-devletin, tek ve en uygun çerçeve olma özelliğini yitirmeye başladığına yönelik iddialar ve yurttaşlığın değişen doğasını belirleme konusunda yaşanılan sıkıntılar, aynı zamanda reel demokrasilerin yurttaşlık kimliği ile azınlık kimliği ve taleplerini uzlaştırmada karşılaştığı zorluklara da işaret etmektedir.

Neticede azınlıklar, modern uluslararası sistemin yüzyıllar boyu temel aktörü olan ve halen bu rolünü zayıflamış olmakla birlikte sürdüren ulus-devletin iç politikası açısından bir istikrarsızlık unsuru olarak algılanmıştır. Öte yandan, insan haklarına özel bir önem atfedildiği günümüzde, azınlıkların sadece dış politikanın bir aracı olamayacak kadar hassas bir konu olduğu, dahası azınlıkları korumanın demokrasi ve insan haklarının önemli bir parçasını oluşturduğu anlaşılmış, bu nedenle de uluslararası ve bölgesel düzeyde önemli kararlar alınmış ve konuya ilişkin normatif düzenlemelere gidilmeye çalışılmıştır.

Doç. Dr. Erjada PROGONATI
Doç. Dr. Erjada PROGONATI
Erjada Progonati, 1983 yılında Arnavutluk’ta doğdu. İlkokul, ortaokul ve lise eğitimini Arnavutluk’ta tamamladıktan sonra, 2001 yılında Ankara Üniversitesi’nde Türkçe dili eğitimini aldı. 2006 yılında Gazi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümünden mezun oldu. 2008 yılında Yüksek Lisans ve 2012 yılında Doktora programlarını tamamladı. Uzmanlık alanları, Balkanlar ve Avrupa siyaseti. Türkçe’nin yanı sıra, İngilizce, İtalyanca, Yunanca, Fransızca, Rusça ve İspanyolca dillerini iyi derecede bilmektedir. 2013 yılından itibaren Hitit Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümünde Doçent olarak çalışmaktadır.