Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) 11 Eylül sonrası süreçte Afganistan’ı işgal etmesiyle kanlı ve hızlı bir şekilde başlayan Avrasya merkezli “Yeni Büyük Oyun”un yeniden canlandırılmasının arifesindeyiz. Afganistan’daki terör eylemlerinin artması bu gidişatın bir göstergesidir. ABD, Soğuk Savaş sonrası dönemde aşamalı olarak ve kontrollü bir şekilde “terör laboratuvarına” dönüştürdüğü Afganistan üzerinden Orta Asya ve Güney Asya’yı hedef alan yeni süreci başlatacağıyla ilgili mesajları Obama’nın başkanlığının son yıllarından itibaren vermeye başlamıştı. El-Kaide’nin yerini alan Devlet’ül Irak ve’ş Şam’ın (DEAŞ) 2014 yılından itibaren Afganistan’da ve sonrasında Myanmar’da görülmeye başlaması, Türkmenistan ve Özbekistan sınırlarında saldırılar gerçekleştirmesi ve bölgedeki terör örgütlerinin ona bağlılığını bildirmesi Orta Asya ve Güney Asya’yı içine alan geniş bir coğrafyada uzun soluklu bir terör döneminin başlayacağı şeklinde değerlendirilmekteydi. Bu durum Afganistan’ın küresel ve bölgesel jeopolitik açısından önemine yeniden değinmemizi farz kılmaktadır.
Coğrafi olarak Afganistan; Avrasya’nın içlerinden kıtanın güney kısmındaki sıra dağlara kadar uzanan bozkırlar ile Hint Okyanusu’ndan kıtanın içine doğru açılan Hindistan yarımadasının ortasında durmaktadır. Bu konumundan dolayı Afganistan hem kıtanın içinden dışa doğru genişleyen imparatorlukların hem de Hindistan merkezli devletler ile deniz ötesinden gelerek kıtanın içine doğru yayılan ülkelerin hedefi haline gelmiştir. Küresel bağlamda bu durumun yansıması Çarlık Rusya ile İngiltere’nin 19. yüzyıldaki rekabetinde yaşanmıştır ki zaten bu rekabete “Büyük Oyun” adı verilmektedir. 20. yüzyıla gelindiğinde bu kez küresel güçler olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ile ABD Afganistan için mücadele etmektedir. 21. yüzyılı da ABD’nin stratejik önemi yüksek olan bu ülkeye saldırısıyla karşılamıştık. Kısacası büyük güçlerin Afganistan üzerindeki oyunu henüz bitecek gibi değildir.
ABD açısından bakıldığında genel anlamda Orta Asya; özel olarak ise Afganistan Rusya ve Çin’in arka bahçesinde bulunduğu için önemlidir. Burada Rusya ve Çin’in Trump’ın 18 Aralık 2017 tarihinde yayımladığı Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde açık bir şekilde rakip olarak tanımlandığını hatırlayabiliriz. Washington’un Afganistan’da varlık göstermesi küresel jeopolitikte bu iki rakibine karşı avantaj elde ettiği anlamına gelmektedir. Bu bağlamda Afganistan’ı Tayvan ve Baltık ülkeleri ile kıyaslayabiliriz. ABD Çin’e Asya Pasifik bölgesinde Japonya, Güney Kore ve özellikle Tayvan üzerinden baskı uygulamaktadır. Avrupa’da ise ABD, Doğu Avrupa ve özellikle Baltık ülkeleri üzerinden Rusya’ya baskı yapmaktadır. Ukrayna ve Kırım konusunda Moskova’nın çok net bir tavır göstermesi Washington’ın baskısına verdiği cevap olarak nitelendirilebilir. Afganistan ise hem Çin’e hem Rusya’ya hem de İran’a baskı yapmak için çok avantajlı bir yerdir. Diğer bir ifadeyle ABD Afganistan’daki varlığıyla bir taşla üç kuş vurmaktadır.
ABD-Rusya rekabeti bağlamında Afganistan’a yerleşen Washington, Moskova’nın güneye doğru açılmasını engellemeye çalışmaktadır. Bilindiği üzere Kremlin’in Çarlık Rusya döneminden bu yana stratejik hedefi Hint Okyanusu’na açılmaktır. Bu amacı doğrultusunda Rusya, İran üzerinden Kuzey-Güney Ulaştırma Koridoru aracılığıyla okyanusa ulaşmaya çalışmıştır. ABD’nin Afganistan’daki askeri varlığı onun İran’ı her an vurabilecek bir pozisyonda olduğunu göstermektedir. Trump’ın etrafında İran karşıtı tutumuyla bilinen kişilerin çoğalması ise ABD’nin ciddi bir plan hazırlığında olduğunun bir göstergesidir. Amerika’nın Afganistan, Irak ve Suriye’den sonra İran’da da iç karışıklık çıkarması Rusya’nın güney sınırları boyunca kaos ortamının yaratıldığı anlamına gelmektedir. Bu durum Rusya’nın güneye açılma projesinin tamamen sona ereceğini bildirmektedir.
ABD-Çin rekabeti bağlamında hem Pekin hem de Washington dünyanın yeni efendisinin belirleneceği “hegemonya savaşı”na hazırlık içindedir. Afganistan ise bu kapsamda büyük bir öneme haizdir. Trump’ın Ulusal Güvenlik Stratejisi’ndeki “Hint-Pasifik Bölgesi” söylemi Çin’in doğudan ve güneyden çevrelenmesinin hedeflendiğini göstermektedir. ABD Çin’in ekonomik kalkınmasının önüne set çekmek adına denizlerdeki üstünlüğünü kullanabilir. Örneğin; ABD’nin Malakka Boğazı’nı kapatması durumda Çin mallarının Avrupa’ya ulaşması ile Ortadoğu petrol ve doğalgazının Çin’e varması engellenir. Böyle bir senaryoya karşın Çin kıta içindeki ticaret ve ulaştırma yollarının geliştirilmesine “Kuşak Yol Girişimi” adı altında yatırım yapmaktadır. Bu Yeni İpek Yolları’nın ana hatlarından biri Afganistan’ın kuzeyinde yer alan Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan topraklarından geçmektedir. Diğer bir güzergâh ise “Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru” yani Afganistan’ın güneyidir. ABD’nin Afganistan’da bulunan askeri varlığı bu iki rotayı doğrudan ya da vekil unsurları kullanarak dolaylı yoldan kitleme olanağına sahiptir.
Bölgesel jeopolitik bağlamında Afganistan’daki istikrarsızlık bölge ülkelerini rahatsız etmektedir. ABD’nin Afganistan’a yaptığı müdahale istikrarsızlığın sona erdirileceği umudu çerçevesinde desteklenmişti. Ancak ülkedeki Amerikan varlığı terör sorununu bitirmek bir yana DEAŞ’ın Afganistan topraklarındaki faaliyetlerini daha da arttırmıştır. Dolayısıyla bölge devletleri Afganistan’daki sorunlara yerel bir yaklaşım geliştirmeye çalışmıştır. Bu konuda Türkiye’nin 2011 yılında önerdiği ve günümüze kadar başarılı bir şekilde devam ettirmekte olduğu “Asya’nın Merkezi: İstanbul Süreci” oldukça önemlidir. Dışişleri bakanları düzeyinde iki yılda bir düzenlenen konferansın toplantıları sırasıyla İstanbul, Kabil, Almatı, Pekin, İslamabad, Amritsar (Hindistan) ve son olarak 2018’de Bakü’de gerçekleşmiştir. Bu durum konferansın kurumsallaşma yönünde emin adımlarla ilerlemekte olduğunu da göstermektedir. ABD’nin katılmadığı bu konferans, bölgesel sorunlara bölge devletleri vasıtasıyla çözüm aranması kapsamında değerlendirilebilir.
Rusya’nın Afganistan’daki soruna sunduğu cevap 2017 yılında Rusya, Afganistan, Çin, Hindistan, Pakistan ve İran temsilcilerinin katılımıyla başlatılan “Moskova Formatı”dır. Diğer bir ifadeyle Moskova inisiyatifi kendi eline almaya çalışmaktadır. Bu toplantıda ilk defa Kabil’in Taliban ile müzakerelere başlama yönündeki önerisi gündeme gelmişti. Moskova Formatı’nın ikinci toplantısında Orta Asya devletlerinin bu sürece dahil edilmesiyle birlikte ise görüşmeler “bölgesel” kimlik kazanmaya başlamıştır.
Çin’in Afganistan sorununa önderlik ettiği herhangi bir girişim bulunmamaktadır. Bunun sebebi Çin’in ABD ile görüş ayrılığına düşmemek için siyasal konularda oldukça temkinli davranmasıdır. Rus Uzman Dmitri Trenin’in deyişiyle daha geniş bir perspektiften bakıldığında; “aslında Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) demek, Çin Orta Asya’da demektir.” Diğer bir ifadeyle ŞİÖ çerçevesinde Pekin kendi çıkarlarını öne çıkarmaktadır. Bu bağlamda ŞİÖ üye devletleri ve Afganistan’ın dışişleri bakan yardımcıları düzeyinde yürütülen “ŞİÖ Afganistan Temas Grubu”nun Pekin’in önerisi olduğu düşünülebilir. Burada Çin’in vizyonu Afganistan sorununu ŞİÖ çerçevesinde çözmektir. Bu minvalde Afganistan’ın örgüte tam üyelik sürecinin hızlandırılması gerekir.
Önerilen bu toplantılar hiç kuşkusuz ülke güvenliğine katkıda bulunmaktadır. Ancak 2018 yılına gelindiğinde Kabil’deki yetkililer ülkedeki sorunun ülke insanları tarafından çözüme kavuşturulması gerektiği yönünde bir kanaate varmışlardır. Bu kanaatin sonucunda 28 Şubat 2018 tarihinde Afganistan Cumhurbaşkanı Eşref Gani Ahmedzai, Taliban ile şartsız uzlaşma sürecini başlatmıştır. Müzakerelere Kabil Süreci adı verilmektedir. Toplantıda hazır bulunan 26 ülke temsilcisi de bu girişimi desteklemiştir. Afganistan’daki istikrar ve güvenlik adına umut ışığı olan bu sürece özellikle komşu ülkeler arka çıkmaktadır.
26-27 Mart 2018 tarihleri arasında yani Kabil Süreci’nin başlatılmasından bir ay sonra Taşkent’te düzenlenen “Barış Süreci, Güvenlik İşbirliği ve Bölgesel Etkileşim” başlıklı uluslararası konferansın söz konusu sürecin devamı mahiyetinde olduğunu söylemek gerekir. Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev’in toplantıdaki konuşmasında bu konferansın Afganistan ve Özbekistan’ın ortak girişimi olduğunu vurgulaması Taşkent’in, komşu ülkesinin 40 yıla aşkın süredir devam eden güvenlik sorununun çözümünü destelemesi olarak değerlendirilmelidir. Bununla beraber konferans başlığındaki “Bölgesel Etkileşim” yazısı Özbekistan’ın bölgenin geleceği adına sorumluluk almaya hazır olduğunun bir göstergesidir.
Sonuç olarak; “Afganistan tarafından önerilen” ve “Afganistan tarafından sahiplenen” Kabil Süreci’nin Taşkent tarafından desteklenmesi Özbek dış politikası açısından çok isabetli ve tam zamanında yapılan bir girişimdir. Zira bölgesel sorunlar bağlamında deniz aşırı ülkelerden medet ummaya gerek yoktur. Suriye tecrübesinde de görüldüğü üzere bölgesel sorunlar bölge devletleri tarafından çözülürse netice çok daha kalıcı ve sağlıklı olabilir.