Tarih:

Paylaş:

İran-Pakistan İlişkileri:Tehditler Ekseninde İşbirliği Olanağı

Benzer İçerikler

Geçtiğimiz aylarda yaşanan terör saldırılarının ardından Tahran ile İslamabad arasındaki gerginlik  artmıştır. İran’ın gerçekleşen saldırılardan dolayı Pakistan’ı suçlamasını takiben, Suudi Arabistan da ortaya çıkan bu güvensizlik ortamından istifade ederek Pakistan’ı İran’a karşı yeni bir savaş için teşvik etmiştir. Ancak söz konusu olayların ardından iki ülke arasında olumlu yönde değerlendirilebilecek bazı gelişmeler de yaşanmıştır.

Öyle ki; 21 Nisan 2019 tarihinde, Pakistan Başbakanı İmran Han’ın üst düzey siyasi ve ekonomik  delegelerden oluşan bir heyetle birlikte İran’a ilk resmi ziyaretini gerçekleştirerek Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’yle güvenlik, ekonomi ve ticari ilişkiler konusunda  müzakereler  yapması ve buna istinaden ikili tarafından 22 Nisan 2019 tarihinde yapılan basın açıklamasında, terörle mücadelede sınır güvenliğinin arttırılması konusunda hemfikir olunduğunun dile getirilmesi,[1] ABD baskılarına rağmen taraflar arasındaki işbirliğinin gelişebileceği izlenimini yaratmıştır.

Bu çerçevede, konunun daha iyi anlaşılması adına iki ülke arasındaki mevcut ilişkilerin tarihi arka planına bakılarak  ikili işbirliği olanaklarının değerlendirilmesi gerekmektedir.

İkili İlişkilerin Tarihi Arka Planı ve Risk Faktörleri

Tahran ve İslamabad, Pakistan’da 1947 yılında ve İran’da da 1979 yılında gerçekleşen devrimlerden sonra birbirlerinin bağımsızlığını tanıyan ilk ülkeler olmuştur. Dahası taraflar arasındaki diplomatik ilişkiler, 1948 yılına dayanmaktadır. Pakistan’ı 1950 yılında ziyaret eden ilk devlet lideri de İran Şahı Rıza Pehlevi’dir.[2] 1970’li yıllarda ise Pakistan ile İran arasında stratejik işbirliğine dayanan ilişkilerin temeli atılmıştır.

Öte yandan iki ülke arasındaki ilişkilerin dini-ideolojik-bölgesel çıkarlar temelinde tamamen zıt düşmesi, iki önemli tarihi olaydan sonra yaşanmıştır. Bunlardan ilki İran İslam Devrimi, ikincisi ise Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgalidir. Çünkü bu döneme kadar Pakistan; dış politika doktrininde denge stratejisi uygulamaya çalışmış, hem ABD hem de İran’la olan ilişkilerini bu eksende yürütmek istemiştir. Ancak 1980 yılında patlak veren savaşla birlikte Afganistan’da değişen dinamikler, Tahran-İslamabad ilişkilerini de olumsuz etkilemeye başlamıştır.

Bu dönemin ardından İran’ın ambargolara maruz bırakılması ve İslamabad’ın da Tahran’la olan ekonomik ilişkileri asgari seviyeye indirme yoluna gitmesi, ikili ilişkilere zarar vermiştir. Aynı zamanda İslamabad’ın Sünni Taliban Hükümeti’ne destek vermesi de Hindistan ve İran’ın Taliban karşıtı koalisyonda yakınlaşmasına neden olmuştur. Buna ek olarak İran ile Pakistan arasında bazı  güvenlik sorunları da ortaya çıkmıştır. Bu sınır problemleri ise var olan sorunların daha da karmaşık bir hal almasına yol açmıştır. Zira iki ülke dokuz yüz kilometreyi aşan bir sınırı paylaşmaktadır. Ortak sınırı paylaşmanın beraberinde getirdiği en önemli konuyu ise güvenlik kaygılarının elimine edilmesi amacıyla siyasi ve ekonomik ilişkilerin bütünleşmesi ilkesi oluşturmaktadır. Ancak yaşanan olaylar neticesinde bütünleşmenin aksine, rekabet ve güvensizlik ortamı oluşmuştur. Buna sebep olan etkenler ise iki ülke arasındaki ilişkilerde esas risk kaynağı olarak nitelendirilmektedir. Bahse konu olan risk kaynakları şöyle sıralanabilir:

  • Bölgesel Tehdit Kaynağı (özellikle Suudi Arabistan)
  • Sınır Sorunları (Belucistan Meselesi)
  • Mezhepsel Faktör ( Şii-Sünni ayrımı)

Bölgesel Tehdit Kaynağı: Suudi Arabistan

Sünni-Arap devletlerin lideri konumunda olan ve İran karşıtlığıyla bilinen Suudi Arabistan’ın Pakistan’la olan ilişkileri, tarihsel olarak ülke liderleri arasında geliştirilen güvenlik eksenli işbirliğinden ibaret olmuşsa da 2008 yılında Pervez Müşerref’in iktidardan gitmesinden sonra, ikili münasebetlerde gerileme yaşanmıştır. Bu da 2008-2013 yılları arasında Pakistan Halk Partisi’nin İran’a olan yakınlığından ve 2015 yılında, Riyad’ın Yemen İç Savaşı’na müdahele etmesi için İslamabad’a çağrıda bulunmasına rağmen Pakistan Parlamentosu tarafından mevzubahis çağrının reddedilmesinden kaynaklanmıştır. Tüm bunlara paralel olarak 2015 yılında İran ekseninde yaşanan gelişmeler (P5+1 ülkeleriyle anlaşmaya varılması), Suudi Arabistan’ın Pakistan’ı kendi yanında yer almaya ikna edebilmesi için yeni stratejiler geliştirmesine neden olmuştur. İslamabad yönetimince de ilişkilerin geliştirilmesi için olumlu adımlar atılmıştır. Bu minvalde Pakistan’ın 2016 yılında Suudi Arabistan ve onun müttefikleriyle yapılan “North Thunder”[3] askeri tatbikatına katılması, her iki ülkenin özel kuvvetlerinin ortak tatbikatlar yapması ve aynı zamanda 2017 yılında 41 İslam ülkesinin militanlarının bir araya geldiği Suudi Arabistan liderliğindeki İslami Askeri Terörle Mücadele Koalisyonu’na dahil olması, taraflar arasındaki işbirliğinin gelişmesine olanak sağlamıştır.

Her ne kadar Suudi Arabistan, Pakistan ile İran arasındaki güvenlik sorunlarını gündeme getirmekle İslamabad’ın Tahran’dan uzaklaşmasını amaçlasa da Pakistan, 2015 yılından itibaren hem Suudi Arabistan hem de İran’la olan ilişkilerinde denge politikası çerçevesinde hareket etmeye özen göstermiştir. Bu durum ise ilerleyen bölümlerde değinilecek olan ekonomi ve enerji alanındaki çıkarlarıyla ilişkilidir.

Sınır Sorunları (Belucistan)

İran-Pakistan sınır bölgesinin demografik yapısındaki karmaşa, sınırın Pakistan tarafında kalan Belucistan ve sınırın İran tarafında kalan Sistan-Belucistan eyaletleri arasındaki güvenlik sorunlarından  kaynaklanmaktadır. Aslında bu sorunun kökeni eskilere dayanmaktadır. Zira 1839 yılında Belucistan toprakları İngilizler tarafından işgal edildikten sonra, bu coğrafya ikiye bölünmüş; bir kısmı Persiya’ya ve diğer kısmı da 1947 yılında İngilizlerin Hindistan’dan çekilmesiyle birlikte 1948 yılında Pakistan’a bırakılmıştır. Belirtilen tarihten beri Beluçlar, kaybettikleri egemenliklerini geri kazanmak istedikleri için potansiyel risk kaynağı olarak görülmektedirler. Aynı zamanda sınırın her iki tarafında yaşayan Beluçların ekonomik ve  sosyo-kültürel bağlardan dolayı daima iletişim içinde olmaları da Sünni çoğunlukla olan iletişimlerinin daha da geliştirilmesine neden olmaktadır.

Buna paralel olarak Pakistan’ın İran’la olan sınır bölgelerinde operasyon yapmak isteyen İranlı Sünni militan gruplar ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu da İran’ın sınır bölgesinde hem yeni güvenlik sorunlarını doğurmuş hem de mezhepsel sorunları ve bölünme riskini gündeme getirmiştir.  İran’da yaşanan sınır sorunlarının yalnızca Beluçlardan kaynaklandığı söylenirse yanılgı içine düşülmüş olunur. Çünkü bunların yanı sıra Afganistan ve Pakistan kaynaklı uyuşturucu ve silah kaçakçılığı gibi problemler de sınırdaki güvenlik risklerini tetiklemektedir.

Mezhepsel Faktör ( Şii-Sünni Ayrımı)

Yukarıda da vurgulandığı üzere, sınır bölgesinde varlık gösteren Sünni militan grupların faaliyetleri, ikili ilişkilerin bir adım daha öteye götürülmesini engelleyen en önemli faktörlerdendir. Cundullah, Ceyşu’l Adl ve Ceyşu’l Nasr gibi ayrılıkçı gruplar, İran’ın Sistan-Belucistan Eyaleti’nde bulunmakta ve Pakistan’ın Belucistan Eyaleti’nin sınır kuşağında önemli bir konumda mevzilenmektedir. Bahsi geçen örgütler kapsamında özellikle Cundullah  ve  Ceyşu’l Adl grubunun vurgulanması gerekmektedir.  Abdulmelik Rigi  tarafından kurulan ve onun komutasında  yönetilen,  Sünni Müslümanların hakları için mücadele ettiğini iddia eden Belucistan merkezli isyancı Sünni İslami bir organizasyon olan Cundullah grubu, ilk kez bu isimle faaliyet gösterse de daha sonra adını İran Halk Direniş Hareketi olarak değiştirmiştir. Terör ve insan ile uyuşturucu kaçakçılığı gibi birçok eylemin gerçekleştirilmesinden suçlanan bu grubun lideri olan Rigi, 2010 yılında İran rejimi tarafından yakalanarak idam edilmiştr. Bu tarihten sonra da Cundullah grubu etkinliğini kaybetmiştir. Cundullah grubunun halefi olarak  2012 yılında  Salahuddin Faroogi tarafından kurulan ve üç askeri kolu bulunan Ceyşu’l Adl ayrılıkçı hareketi ise son zamanlarda adından sıkça bahsettirmektedir. Birçok terörist eylemiyle anılan bu grup, 2013 yılında “Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) Suriye’deki faaliyetine cevaben” Pakistan sınırında 14 İranlı muhafızın öldürülmesiyle neticelenen eylemi gerçekleştirmiştir. Yine Ceyşu’l Adl, 2014 yılında da Sistan-Belucistan Eyaleti’nin Jakigour bölgesinde beş İran sınır muhafızını ele geçirdiğini iddia etmiştir.[4] Bunu takiben benzeri olaylar 2015, 2016, 2017  ve 2018 yıllarında da yaşanırken, özellikle 29 Ocak 2019 tarihinde meydana gelen ve Zahedan şehrindeki bir polis merkezini hedef alan intihar saldırısı dikkatleri üzerine çekmiştir. Gerçekleşen bu saldırıdan sonra sorumluluğu üstelenen Ceyşu’l Adl, 2 Şubat 2019  tarihinde de Nikşehr’deki DMO merkezlerinden birine saldırı düzenlediğini açıklamıştır.[5]

Böyle isyancı grupların mezhepsel ayrılığı tetiklediğini Pakistan tarafının göz önünde bulundurması gerekmektedir. Zira nüfusunun % 96.3’ünün Müslüman olduğu bu ülkenin aynı zamanda İran’dan sonra Şii Müslümanların en yoğun yaşadığı ülkelerden biri olduğu gerçeği herkesçe bilinmektedir. Buna rağmen Şii-Sünni ayrımının gündeme getirilerek mezhepsel sorunların öne çıkartılması, ikili ilişkileri çıkmaza sürükleyebilir. Bu nedenle İslamabad da bu sorunun gündeme getirilmemesi gerektiğinin farkındadır.

Risklerin Ötesinde İşbirliğinin Geliştirilmesi Mümkün müdür?

Yukarıda daha çok ikili ilişkilerdeki risk faktörlerine değinilse de aslında uluslararası konjonktür, her iki ülkeyi de daha sıcak ilişkiler geliştirilmesi yönünde stratejiler benimsemeye itmiştir. Zira son beş yıl içinde İran ve Suudi Arabistan arasında Suriye ve Yemen meselesiyle alakalı konular gündeme gelmiş olmasına ve Suudi Arabistan’ın Pakistan üzerinde baskı uygulayarak bu ülkeyi İran’la ilişkilerini kesmeye teşvik etmesine rağmen; ikili ilişkilerde gözle görülür bir gerileme yaşandığı söylenemez. Çünkü taraflar arasındaki münasebetlerin iki temel odak noktası vardır. Bunlardan ilki yukarıda değinilen güvenlik, ikincisi ise ekonomidir (özellikle enerji alanı). İran’ın Pakistan’la enerji alanındaki ilişkilerini yeniden gözden geçirmesi ve fikrî  temeli daha  1990’lı yıllarda atılan İran-Pakistan (IP Gas Pipeline) Doğalgaz Boru Hattı Projesi’nin tamamlanması için görüşmeler yapması her iki ülkenin de bu konuda istekli olduğunun göstergesidir. Hayata geçirildiği takdirde her iki taraf için de pek çok avanatajı beraberinde getirebileceği düşünülen IP projesinin çeşitli riskleri barındırdığı da göz ardı edilmemelidir. Bahsedilen risk unsurlarına ilişkin üç nokta vurgulanmalıdır. Bunlar ABD ambargoları, Suudi Arabistan’ın Pakistan üzerindeki baskısı ve Pakistan ile Hindistan arasındaki gerginlik şeklinde ifade edilebilir. İç risk faktörleri kapsamında ise her iki ülkenin karşı karşıya kaldığı ekonomik sorunlar, finansal yetersizlik ve Belucistan Sorunu dikkat çekmektedir. Günümüz siyasi gerçeklikleri göz önünde bulundurulduğunda, mevzubahis projenin yakın bir zaman diliminde gerçekleştirilmesi pek mümkün değildir.

Netice itibarıyla hem ABD ambargolarına hem de Suudi Arabistan’ın baskısına rağmen; ilişkilerin geliştirilmesi hususunda iki ülke de oldukça isteklidir. Böylece İran, kendi içine kapanmaktan kurtulup doğalgaz ihracatında yeni ortaklıkların geliştirilmesiyle Güney Asya ülkelerine açılabilecek ve kendi içinde karşı karşıya kaldığı ekonomik sorunları bir nebze de olsa hafifleterek ABD’nin dayattığı ambargolara direnç gösterebilecektir. Enerji sorunu yaşayan Pakistan ise çeşitlendirilmiş enerji boru hattı projelerine katılımak suretiyle, ihtiyaç duyduğu enerjiye ulaşabilecektir. Aynı zamanda İslamabad, Tahran’la olan enerji ve ticaret ilişkilerini çeşitlendirerek dışarıdan enerji alım miktarını azaltabilecek ve büyük bir kısmının işsizlik sorunundan müzdarip olduğu halkının ekonomik refahını iyileştirebilecektir. Ancak bunun için her iki ülkenin de önceden benimsediği bazı kalıpların dışına çıkması gerekmektedir. Çünkü İran, hem Hindistan’a olan yakınlığı  hem de Ermenistan’la her geçen gün artan ticari ilişkilere sahip olmasıyla bilinmektedir. Öte yandan Pakistan ile Suudi Arabistan’ın yakınlığının da gözardı edilmemesi gerekmektedir. Bu nedenle İran ve Pakistan arasındaki üst düzey işbirliğnden bahsedilebilmesi için her iki ülke de benimsemiş oldukları stratejilerinde değişiklikler yapmalıdır. Böylece İran-Pakistan ilişkileri, iki ülke arasında mezhepsel harmoninin yakalanmasına ve hem İran’ın hem de Pakistan’ın ekonomi-güvenlik alanlarında bir dinamik yaratmasına olanak sağlayabilir.


[1] “Pakistan, Iran to Set Up Joint Security Force”, Voice of America, https://www.voanews.com/a/pakistan-iran-to-set-up-joint-security-force-to-fight-cross-border-terrorism/4885966.html, (Erişim Tarihi: 27.04.2019)

[2]“Understanding Pakistan’s Relationship with Iran”, https://www.mepc.org/journal/understanding-pakistans-relationship-iran, Middle East Policy Council, (Erişim Tarihi: 27.04.2019)

[3]“North Thunder Military Exercise Concludes”, The Embassy of  the Kingdom of Saudi Arabia, https://www.saudiembassy.net/news/north-thunder-military-exercise-concludes, (Erişim Tarihi: 03.05.2019)

[4] Zia Ur Rehman, “The Baluch Insurgency: Linking Iran to Pakistan”, Norwegian Peacebuilding Recourse Centre  Report, Mayıs 2014, s. 3.

[5] “Spotlight on Jaish al-Adl: A Baluch Militant Group Operating in Iran”, MECRA, https://www.mideastcenter.org/research-blog/spotlight-on-jaish-al-adl-a-baluch-paramilitary-group-operating-in-iran, (Erişim Tarihi: 03.05.2019)

Dr. Nazrin ALIZADA
Dr. Nazrin ALIZADA
1992 yılında Azerbaycan’da dünyaya gelen Dr. Nazrin Alizada, 2013 senesinde Bakü Devlet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. 2015 yılında Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi Türk Dünyası İşletme Fakültesi Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Anabilim Dalı’nda savunduğu yüksek lisans teziyle alan uzmanı unvanını kullanmaya hak kazanmıştır. 2021 yılında Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda sunduğu tezle doktorasını tamamlayan Alizada, iyi derecede İngilizce ve orta derecede Rusça ve Farsça bilmektedir.