Tarih:

Paylaş:

İran “Milli Barışı”ndan “Ortadoğu Barışı”na: Hayal mi? Gerçek mi?

Benzer İçerikler

Geçtiğimiz günlerde El-Cezire televizyonuna açıklamalarda bulunan İran eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, İran’ın iç ve dış konjonktürü nedeniyle adaylık başvurusunda bulunduğunu dile getirmiş ve bölge ülkelerinin, İran da dahil olmak üzere, Suriye politikasını değiştirmesi gerektiğini savunmuştur. Nitekim Ahmedinejad’ın adaylık başvurusunun Anayasa Konseyi tarafından reddedilmesi, Ahmedinejad’ın işaret ettiği iç konjonktürün vahametini de gözler önüne sermektedir. İran’ın bölge politikalarını gözden geçirmesi gerektiğini söyleyen Ahmedinejad; “Beraber oturup, neden birbirimizle savaştığımızı konuşmamız lazım. Neden? Bu savaş dışarıdan bize dayatılan bir savaş. Hepimizi zayıflattı ve kendi kaynaklarımızı tüketti. Bu çok kötü. Ciddi bir diyalog için çağrı olması lazım. Barışı ve uyumu sağlamak için aramızdaki ortak noktalardan yola çıkmamız gerek.” demiştir.

İran’ın eski Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi ise, ABD Başkanı Donald Trump’ın ülkeye yönelik tehdit içerikli açıklamalarından sonra İran Dini Lideri Ali Hamaney’e “Milli Barış” çağrısında bulunmuştur. Hamaney ise toplumda zaten bir küslüğün olmadığını, halkın birlik içinde olduğunu ve dolayısıyla milli barışın da bir anlamının olmadığını ifade etmiştir. Öyle ki, Hasan Ruhani, seçim vaadinin de gereği olarak 2009 yılından beri ev hapsinde bulunan Musevi ve Mehdi Kerrubi’nin cezalarının kaldırılmasını istemiş ve Hamaney buna yönelik taleplere; “Halk, Aşura günü devrimci gençleri sokaklarda döven fitnecilerle küs ve onlarla barışmayacak.” sözleriyle karşılık vermiştir. Hamaney, toplumsal kavganın olmadığını dile getirmiş; diğer taraftan asıl kavganın toplumu kutuplaştıran kesimlerle olduğunu vurgulamıştır.

İran’ın önemli dış politika prensibi olan ve toplumu rejimin etrafında kenetleyen “Batı karşıtlığı”, Ruhani döneminde nükleer anlaşmayla beraber “Batı ile işbirliği”ne dönüşmüş ve özellikle Trump’ın ABD’de başkanlık koltuğuna oturmasıyla beraber ikili ilişkilerde artan gerilim, Ruhani liderliğindeki İran’da toplumsal karşılığını bulamamıştır. Hasan Ruhani, Şubat ayında İslam Devrimi’nin 38’inci yıldönümü kutlamalarında konuşma yapmış, Batı karşıtı sloganlar atan ve Trump’ın fotoğraflarını ayaklarıyla çiğneyen kalabalığa oldukça düşük tondan bir mesaj vermiştir. ABD liderini isim vermeden eleştiren Ruhani, “ABD’de ve bölgede bazı acemiler iktidara gelmiştir. Onların hepsi saygıyla İran halkıyla konuşmaları gerektiğini bilmeliler.” şeklinde konuşmuştur.

İran’da toplumu “ortak düşman” etrafında kenetleyecek olan “Batı karşıtlığı” argümanının, reformistlerden çok muhafazakarlar tarafından daha güçlü ve etkili bir şekilde kullanıldığı ve kriz dönemlerinde önemli bir siyasi malzeme olarak değerlendirildiği görülmektedir. İran’da milli uzlaşı için demokratik ve popülist söylemler yerine Batı karşıtı argümanlar kullanılması, İran’daki toplumsal huzursuzluğu bir paradoksa dönüştürmektedir.

İran’da seçimler yaklaşırken, muhafazakar kesimin de uzlaşmacı ve popülist söylemleri kullanmaya başladığı görülmektedir. İran Savunma Bakanlığı’ndan bir yetkilinin, azınlıkların seçimlere katılmaya hakkının olmadığını söylemesi üzerine muhafazakarların cumhurbaşkanı adayı İbrahim Reisi, Sünnilerin İran vatandaşı olarak toplumun bir parçası olduğunu hatırlatmış; Şii ve Sünnilerin uzun yıllardır Sistan ve Belucistan’da dostça birlikte yaşadığını vurgulamıştır. Buna ek olarak Reisi, yönetim kademelerindeki tekele (belirli bir etnik grubun yönetici olarak atanması geleneğine) son verilmesi gerektiğini vurgulamış ve devletin halkın alt kesimleriyle arasının açık olduğunu belirterek, halkın bundan duyduğu rahatsızlığı dile getirmiş; idari fesat (kayırmacılık) ve ekonomik sıkıntıların İran’ın en büyük sorunu olduğunu söylemiştir.[1] Reisi daha önce yaptığı bir açıklamada da; vatandaşlık haklarının yalnızca anayasada taslak halinde kalmaması gerektiğini, bu konunun pratikte ciddi bir şekilde gözlemlenmesi gerektiğini vurgulamıştır. Reisi dış politika konusunda ise, “İslam Cumhuriyeti’nin kültürel ve ekonomik sektör de dahil olmak üzere, Siyonist İsrail rejimi hariç, tüm dünyayla onur temelinde etkileşim içerisine gireceğini” dile getirmiştir.[2] İbrahim Reisi’nin azınlıkları kazanmaya yönelik popülist söylemleri dikkat çekmektedir.

Benzer bir yaklaşım Ruhani’nin 2013 yıllındaki seçim kampanyasında da yer almış ve bu sayede Ruhani, Kürtlerin yanı sıra Beluclardan da önemli oranda oy toplayabilmiştir. Fakat reform vaatlerini yerine getirmekte başarısız olan Ruhani’nin Şubat ayında Sünnilerin çoğunlukta yaşadığı Sistan ve Belucistan eyaletine gerçekleştirdiği ziyarete, Sünni liderlerin ısrarlı çağrılarına rağmen oldukça düşük seviyede bir ilgi ve katılımın olduğu gözlenmiştir. Toplumsal sorunların farkında olan cumhurbaşkanı adayları, seçim sürecinde uzlaşı kültürünün topluma hakim olması için yumuşak ve barışçıl politikalara başvuracaklarını dile getirmekte; fakat halk, uygulamada sert güce dayalı politikalarla karşı karşıya kalmaktadır. Ahmedinejad’ın adaylığının Anayasayı Koruyucular Konseyi (AKK) tarafından ülkeyi kutuplaştıracağı gerekçesiyle reddedilmesi, beraberinde diğer adayların reddedilme gerekçelerini sorgulayan itirazların ortaya çıkmasına yol açmıştır. İran Millet Birliği Partisi Genel Başkanı Ali Şekurirad, “Ret veya onayın ölçüsü şeffaf ve kanuni değil. AKK’nin kayırmacı ve siyasi bir yaklaşım sergilediği görülüyor.” diyerek itirazda bulunmuştur.

Fars olmayan çok sayıda etnik ve mezhebi grubu içerisinde barındıran İran, anti-demoratik yönetim tarzının yol açtığı toplumsal uzlaşı sorununu dış politikada izlediği Şii direniş politikalarıyla baskılamakta ve toplumun İranlılık kimliğine olan bağlılığını bu sayede arttırmakta ya da canlı kalmasını sağlamaktadır. İran, milli barışın sağlanmasına odaklanmak yerine rejimin güvenliğinin tehlike altında olduğunu düşünerek sert güce başvurmaktadır. Bu durum iç siyasetteki kavganın büyümesine ve azınlıkların daha fazla ötekileşmesine neden olmaktadır. İran’da toplumsal mutabakatın ve milli barışın sağlanması, ancak ve ancak dış politikaya devrim ihracı yerine uzlaşı ve işbirliği politikalarının dahil edilmesiyle mümkün olacaktır. Bu durum ise, İran İslam Cumhuriyeti’nin yönetim anlayışıyla doğrudan ilgilidir. İran’da sistemik krizin çözülmesi, Ortadoğu bölgesine yayılacak barış dalgasının da tetikleyicisi olacaktır. Küresel sistemik kriz, bölgesel güçlere “yeni etkinlik ve işbirliği sahalarını oluşturma” fırsatı sunmaktadır. Tarih, zaman ve halk buna hazırdır. Milli barışı tesis etmesi ve dış politikada direniş politikaları yerine işbirliği ve uzlaşıyı benimsemesi (sistemik krizi çözmesi) halinde İran, bölgede Türkiye’yi kendisiyle işbirliği yapmaya hazır bir partner olarak bulacak ve yeni yüzyılda “Sadabat Ruhu” yeniden canlanarak, barış tüm Ortadoğu coğrafyasına yayılacaktır.


[1]İnternet: “ اهل سنت، شهروندان ایرانی و از خود ما هستند/ دولت کار و کرامت، دولت شفافیت اقتصادی است/ مدیریت یک حلقه خاص در کشور باید شکسته شود” Web: http://www.farsnews.com/newstext.php?nn=13960201000385 adresinden 22 Nisan 2017 tarihinde alınmıştır.

[2] İnternet: “Raeisi joins mix for 12th Iran presidential election”. Web: http://www.presstv.ir/Detail/2017/04/14/518011/Iran-Hojjatoleslam-Seyyed-Ebrahim-Raeisi-presidential-election-registration-Interior-Ministry adresinden 22 Nisan 2017 tarihinde alınmıştır.

Dr. Cenk TAMER
Dr. Cenk TAMER
Dr. Cenk Tamer, 2014 yılında Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Aynı yıl Gazi Üniversitesi Ortadoğu ve Afrika Çalışmaları Bilim Dalı’nda yüksek lisans eğitimine başlamıştır. 2016 yılında “1990 Sonrası İran’ın Irak Politikası” başlıklı teziyle master eğitimini tamamlayan Tamer, 2017 yılında ANKASAM’da Araştırma Asistanı olarak göreve başlamış ve aynı yıl Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Doktora Programı’na kabul edilmiştir. Uzmanlık alanları İran, Mezhepler, Tasavvuf, Mehdilik, Kimlik Siyaseti ve Asya-Pasifik olan ve iyi derecede İngilizce bilen Tamer, Gazi Üniversitesindeki doktora eğitimini “Sosyal İnşacılık Teorisi ve Güvenlikleştirme Yaklaşımı Çerçevesinde İran İslam Cumhuriyeti’nde Kimlik İnşası Süreci ve Mehdilik” adlı tez çalışmasıyla 2022 yılında tamamlamıştır. Şu anda ise ANKASAM’da Asya-Pasifik Uzmanı olarak görev almaktadır.