İran’daki Terör Saldırısı Ne Anlama Geliyor?

İran’ın Sistan-Belucistan eyaletinde Devrim Muhafızları Ordusu’nu (DMO) taşıyan otobüse düzenlenen terör saldırısı, 1979 İslam Devrimi’nin yıldönümünün kutlandığı günlere denk geldi. Tahran yönetiminin “terör örgütü” ilan ettiği Adalet Ordusu’nun (Ceyşul Adl) üstlendiği saldırıda 27 İran askeri hayatını kaybetti. Diğer taraftan İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Polonya’da ABD’nin öncülüğünde düzenlenen Varşova Zirvesi’yle aynı gün gerçekleşen saldırının tesadüf olamayacağını ifade etti.

Bu bağlamda Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM), İran’da İslam Devrimi’nin 40. Yıldönümü kutlamaları, Varşova Zirvesi ve Soçi Görüşmeleri’yle eş zamanlı olarak gerçekleştirilen terör saldırısının ne anlama geldiğini değerlendirmek üzere alanının önde gelen uzman ve akademisyenlerinin görüşlerini dikkatlerinize sunmaktadır.

Prof. Dr. Sencer İMER (ANKASAM Başdanışmanı)

Prof. Dr. Sencer İmer, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) İran’a ambargo uyguladığını ve bu ambargonun amacının İran’daki rejimi değiştirmek yerine Amerika ile müzahir bir rejim getirmek olduğunu söyledi. İsrail’deki şahin kanadın da aynı şeyi yapmak istediğinin altını çizerek Washington ile Tel Aviv’in bu noktada birleştiğini belirten İmer, “İran’ın içerisinde birtakım iç savaş benzeri durumlar yaratılmak istenebilir ve halk ayaklanmaya sevk edilebilir. Dolayısıyla bunu yapmanın en kolay yolu burada etnik olarak farklılık gösteren grupları kullanmaktır. Bunun için ABD’deki istihbarat örgütleri, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu veya başkaları özellikle Sistan-Belucistan bölgesindeki Beluçların bağımsızlık hareketini desteklemektedir.” açıklamasında bulundu.

İmer, söz konusu saldırının Soçi Zirvesi esnasında gerçekleştiğini hatırlatarak bunun bir tesadüf olmadığını belirtti. Söz konusu zirvenin Ankara, Moskova ve Tahran’ın Suriye’de barışı tesis etmek ve problemi çözmek için yaptıkları bir işbirliği olduğunu ifade eden İmer, “Buna paralel olarak İran’a ‘Sen orada toplantıya gidiyorsun ama ülkene hakim değilsin.’ mesajı verilmiştir. Saldırıda ABD ya da İsrail istihbarat örgütlerinin parmağı olduğu kanaatindeyim. Tipik bir dış istihbarat destekli terör operasyonudur ve zamanlaması önemlidir. Yapılan şey iç karışıklık çıkarma yöntemidir ve bu arada terör örgütü PKK’nın İran kolu PEJAK da devreye sokulmak istenmektedir.” dedi. İmer, İran’ın kendi toprak bütünlüğünü sağlanmaya çalıştığının altını çizerek meselenin Şii-Sünni meselesi olmadığını ve Ortadoğu projesi çerçevesinde İran’ın parçalanmak istendiğini söyledi.

Prof. Dr. Cemil HAKYEMEZ (Hitit Üniversitesi-Temel İslam Bilimleri)

Prof. Dr. Cemil Hakyemez, söz konusu saldırının İran’ın yürüttüğü Şii siyasetle ilişkisine değinerek İran’da yaşanan olayların artık Şiilik meselesini aştığını ifade etti ve şu an esas problemin ekonomi olduğunu belirtti. Dünyada kutuplaşmaların çoğaldığına dikkat çeken Hakyemez, İran’ın Avrupa nezdinde meşruiyet kazanma çabası içine girebileceğini söyledi.

Diğer yandan ABD’nin yaşanan olaylarda etkili olabileceği ihtimalini değerlendiren Hakyemez, bu durumun sadece İran için değil diğer ülkelerde de gündeme gelebileceğini söyledi. Hakyemez, bölgedeki muhalif grupların faaliyetlerinin değişken olduğunu belirterek “İran son zamanlarda öz eleştiri yapmaktadır ve izlediği mezhepçi siyasetin kendisi için itibar kaybına yol açtığının farkındadır. Tahran, ‘Şeriat getirdik ama camilerimiz bomboş’ demektedir. Bu politikaların kendilerini zor duruma soktuğunu görmüşlerdir.” ifadesinde bulundu. İran’ın en ciddi mücadelesinin son dönemde Suudi Arabistan’la yaşandığını kaydeden Hakyemez, ABD’nin birdenbire İran karşıtlığını körüklemesi ve anlaşmadan çekilmesinin arkasında Suudi Arabistan’ın ekonomik desteğinin olduğunu belirterek “Burada İran, Sünni kanadı yanına alamasa bile en azından karşısına almak istememektedir. Şiilik politikalarının bir fayda sağlamadığını gören İran bu politikasını esnetecektir.” dedi.

Uluç ÖZÜLKER (Emekli Büyükelçi)

Emekli Büyükelçi Uluç Özülker, İran’daki saldırının üç açıdan değerlendirilmesi gerektiğini söyleyerek ABD’nin İran’a karşı içerden çökertme politikasının devreye girdiğini belirtti ve söz konusu saldırıları belirli ölçülerde teşvik ettiğini dile getirdi. İkinci olarak İslami rejimin yumuşatılması anlamında reformlar ortaya çıkabileceğini ifade eden Özülker, içerden ciddi bir ayaklanma ya da darbeye gidecek bir durumun mevcut olmadığını dile getirdi. Özülker, “ABD’nin bu konudaki tutumu sonuç verici gözükmüyor. İran’daki rejim ikili bir düzen üzerine kurulmuştur. Mesela Ordu’nun karşısına milis güçler, Parlamento’nun karşısına ulema gücü geçiyor. Bu birbirini denetim altında tutan bir sistemin adıdır. Bu nedenle kolaylıkla ayaklanma yaşanması mümkün değildir.” açıklamasında bulundu. Son olarak İran karşıtı Varşova Zirvesi’ne rağmen ABD’nin İran’la doğrudan savaşa girmeyeceğini ve kendi askerini hiçbir şekilde zayi etmeyeceğini söyleyen Emekli Büyükelçi, Washington’ın burada İran’a karşı başka unsurları kullanılabileceğine dikkat çekti. Sözlerinin devamında Özülker, “Dolayısıyla (İran’da) dışardan değişik şekillerde huzursuzluk yaratan rejimi devirmeye yönelik olaylar yaşanmaktadır. ABD’nin bu politikası, işleri Ortadoğu’nun çözüme kavuşması hususunda da giderek zorlaştıran bir noktaya taşıyor.” şeklinde konuştu.

Diğer yandan Özülker, İran Anayasası’nın net bir şekilde Şiilik ihracını öngördüğü kaydederek Humeyni’nin İran dış politikasının “ABD ve İsrail düşmanlığı”, “Ortadoğu ve Körfez bölgesinde yayılmacılık” ve “Hindistan, Çin, Rusya ve diğer ülkelerle iyi ilişkiler geliştirilmesi” başlıklarına odaklandığını dile getirdi. Tahran’ın yayılmacı politikadan vazgeçmesinin mümkün olmayacağını ifade eden Özülker, “Bu rejimin zayıflaması anlamına gelmektedir. İran halkı kolay diz çöktürülecek bir halk değildir. Bu nedenle ABD’nin tek başına dünyanın hâkimi olması mümkün değildir.” dedi.

Ahmet TEZCAN (Sabah Gazetesi-Yazar)

Gazeteci Ahmet Tezcan, söz konusu coğrafyanın geçmişten günümüze kadar çok sayıda sıcak olaylara sahne olduğunu dile getirerek “(Bu coğrafya) trilyon dolarlık ekonomilerin döndüğü dünyanın petrol ihtiyacının %60-70’inin karşılandığı bir bölgedir. İsrail, Golan Tepeleri’ni bombalamaktadır. Burada İran’la beraber hareket eden gruplar bulunmaktadır. İsrail denildiğinde ABD ile düşünmek lazım. Saldırı bundan kaynaklanabilir.” dedi. Ayrıca İran’ın Suudi Arabistan’la tarihinin en kötü günlerini yaşadığını söyleyen Tezcan, yaşanan saldırıda bu ülkelerin etkisinin olabileceğini savundu.

Diğer yandan Tezcan, Soçi’deki görüşmelerin önemine dikkat çekerek bu görüşmelerin sabote edilmesinin de amaçlanabileceğini vurguladı. Son olarak İran’ın kendi dinamiklerinin heyecandan beslendiğini ve dolayısıyla iç dinamiklerin de saldırıda bir faktör olabileceğini söyleyen deneyimli gazeteci, “Ama bu saldırıdan yararlananın kim olduğuna bakmak lazım. Kim yararlanıyorsa faili de onlardır, diye düşünüyorum. İran yönetiminin bölgede yumuşak bir siyaset güttüğünü söylemek mümkün değildir. Bölgede ABD ve İsrail ne kadar sıkıntılı siyaset yürütüyorsa İran da o kadar buna neden olacak adımlar atmaktadır. Bu bağlamda İran bölgede sakinlik istiyorsa bölge ülkeleriyle birlikte daha barışçıl politikalar izlemelidir.” değerlendirmesinde bulundu. Son olarak Tezcan, ABD’nin kendi menfaatleri doğrultusundaki hedeflerinde her türlü yolu kullandığına dikkat çekerek, “Akıl ve vicdanın ön plana çıkıp bölgenin sükûnete erişmesi ve terörün azaltılmasına katkıda bulunacak politikaların belirlenmesi için İsrail ve ABD’den beklenmese de bölge ülkelerinin ortak politikalar geliştirmesi gerekmektedir.” diye konuştu.