15 Eylül 2021 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İngiltere ve Avustralya’nın bir araya gelerek oluşturdukları AUKUS ittifakı, Güney Çin Denizi’nde Çin’i çevreleme stratejisinin yeni bir hamlesi olarak görülmüştür. Bununla birlikte Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) Afganistan’daki mevcut durumu görüşmek üzere toplandığı Duşenbe Zirvesi’nde İran’ın örgüte tam üye olması da Çin’in ABD’ye karşı hamlesi olarak yorumlanmıştır. İki süper gücün söz konusu misilleme eylemleri, yeni bir “Soğuk Savaş”ın kapıda olduğunu göstermektedir.
Bu kapsamda Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM), ABD ile Çin arasında yaşanan rekabetin geleceğini değerlendirmek üzere alanının önde gelen uzman ve akademisyenden alınan görüşleri dikkatlerinize sunmaktadır.
Dr. Öğr. Üyesi Emre OZAN (ANKASAM Türk Dış Politikası Danışmanı)
Son yıllarda uluslararası sistemde çok kutupluluğun pekiştiğini ve büyük güçler arasındaki rekabetin ön plana çıktığını vurgulayan Dr. Öğr. Üyesi Emre Ozan, “Soğuk Savaş sonrasında ABD, tek kutuplu bir sistemin hegemon gücü konumundaydı. Dünya siyaseti, ABD liderliğindeki liberal ve demokrat ülkeler ile bu hegemonyaya karşı dağınık ve tepkisel duruş sergileyen aktörlerin meydan okumaları şeklinde bir yapıya sahipti. 11 Eylül saldırıları sonrasında Washington yönetimi, hegemonyasını pekiştirmek ve radikal terör örgütlerinden kaynaklanan tehditleri ortadan kaldırmak üzere küresel terörizme karşı savaş ilan etmiştir. Fakat ABD’nin Afganistan’dan çekilmesiyle bu süreç sona ermiş görünmektedir.” yorumunu yaptı.
Ozan, “Aslında askeri güç kullanarak Ortadoğu’yu dizayn etme politikasının başarısızlığı uzun zamandır bilinen bir durumdur. Barack Obama döneminden beri ABD, bu politikadan uzaklaşma arayışındadır. Yani Washington yönetimi, artık esas tehdit olarak Çin’in yükselişini kabul etmektedir. Bu çerçevede Çin’i çevrelemeye ve ittifaklar yoluyla dengelemeye yönelik bir politikaya geçilmiştir. Bu durum, doğal olarak yeni bir Soğuk Savaş’ın başlayıp başlamadığı sorusunu akla getirmektedir. Washington, bu konuda farklı mesajlar vermektedir. ABD Başkanı Joe Biden, geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, yeni bir Soğuk Savaş istemediklerini ve tüm ülkelerle barışçıl ilişkiler kurma arayışında olduklarını beyan etmişti. Fakat yaşanan gelişmeler tam tersi yöndedir.” dedi.
Ozan, “İngiltere ve Avustralya’yla kurulmak istenen ittifak, ABD’nin Çin’i tehdit olarak algılayan ülkelerle ortaklık arayışında olduğunu göstermektedir. Söz konusu ittifakın özellikle de Pekin’in Güney Çin Denizi’ndeki askeri yayılmasına bir tepki olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Dolayısıyla mevzubahis bölge, uluslararası sistemdeki yeni gerginlik alanlarından birine dönüşebilir. Fakat ABD’nin Afganistan’dan çekilmesini de bu çerçevede yorumlayabiliriz. ABD, söz konusu hamlesiyle Çin’in yakın çevresinde ve özellikle de Kuşak Yol Girişimi güzergahında bir istikrarsızlık alanının oluşmasına imkân vermiştir. Çin de buna karşı Pakistan’la ve İran’la ilişkilerini güçlendirerek bölgesel istikrarı sağlama arayışındadır.” ifadelerini kullandı.
Son olarak Ozan, “Bütün bu gelişmeler, yani tarafların karşılıklı olarak birtakım ittifaklara yönelmeleri, yeni bir Soğuk Savaş’ın başlamak üzere olduğuna işaret etmektedir. Fakat bu yeni dönemin kendine has dinamikleri olacaktır. Sistemin çok kutuplu yapısı nedeniyle çok farklı ittifak seçenekleri mümkün görünmektedir. Dolayısıyla uluslararası sistemde yeni bir döneme girildiği belirtilse de bu dönemin beraberinde nasıl bir yapı getireceğini öngörmek kolay değildir.” diyerek değerlendirmelerini noktaladı.
Doç. Dr. Fahri ERENEL (İstinye Üniversitesi)
AUKUS kapsamında yaptığı değerlendirmede Doç. Dr. Fahri Erenel, “ABD, düşüşte olan hegemonyası için en büyük tehdit şeklinde nitelendirdiği Çin’e karşı, Güney Çin Denizi’nde dış dengeleme stratejisini yeni ittifaklarla geliştirmeye çabalamaktadır. Kısa adı AUKUS olan ABD, İngiltere ve Avustralya arasındaki ‘Geliştirilmiş Üçlü Stratejik Ortaklık Anlaşması’, Avustralya’nın ABD teknolojisiyle üretilecek sekiz adet nükleer denizaltıya sahip olmasının çok daha ötesinde bir anlam taşımaktadır.” dedi.
Erenel, “Avustralya’nın Fransa’yla denizaltı üretimi konusunda yaptığı anlaşmayı bir kenara bırakarak 2015 yılından beri siyasi ve ticari anlaşmazlığı bulunan Çin’i daha da sert tedbir almaya sevk edebilecek bu ortaklığa dâhil olmasını, sadece kendi güvenliğini sağlamak olarak açıklamak inandırıcı değildir. Çin’in Kuşak-Yol Projesi kapsamında Victoria Eyaleti’yle yapılan iki altyapı işbirliği anlaşmasının Avusturalya Federal Hükümeti tarafından iptaliyle giderek gerginleşen ilişkiler, Canberra yönetimini bahsi geçen ortaklığın içine çekmiş olabilir. ABD ve İngiltere, Avusturalya’nın bu durumunu açıkça istismar etmiştir.” şeklinde değerlendirdi.
Sözlerinin devamında Hint-Pasifik’teki güç rekabetine açıklık getiren Erenel, “ABD’nin Çin’in donanma gücü açısından giderek artan etkisi karşısındaki arayışlarının son örneğini AUKUS oluşturmaktadır. ABD, kendisine mali yük getirmeden, üstelik para da kazanarak Nükleer Denizaltı ve diğer kuantum teknolojilerini de kapsayan işbirliği sözüyle İngiltere’nin de dahil olduğu bir ortaklık inşa etmiştir. Üstelik AB’nin Almanya’yla birlikte en etkili iki ülkesinden biri olan NATO üyesi Fransa’yı küstürme pahasına bu işe girişilmiştir. Sürecin yeni ittifakların oluşumuna yol açabileceği öngörülebilir.” diye konuştu.
Erenel, “Hindistan-Avusturalya arasında Hint-Pasifik denizcilik konularıyla savunma ve işbirliğinin güçlendirilmesi alanlarında 2020 yılının Haziran ayında imzalanan anlaşmaları ve artan ikili askeri tatbikatları, aslında ABD’nin Çin’i çevreleme stratejisinin bir parçası olarak görmek gerekmektedir. Japonya, Hindistan ve Avustralya gibi ülkeler, savunma harcamalarını artırmakla kalmayıp ortak hareket kapasitelerini de güçlendirme yönünde irade geliştirmektedirler. Japonya, Avustralya, Hindistan ve ABD’nin Hawaii Eyaleti’ni birleştiren ‘güvenlik elması’ konsepti yeniden canlandırılmaktadır.” dedi.
Hedefin, Çin’i “Grand Stratejisi”ni uygulamayacak şekilde ana karasına hapsetmek olduğunu vurgulayan Erenel, “Çin, bu hamleye Kuzey Pasifik Okyanusu Stratejisi’yle (Kriyopolitik-Buz Politikası) kuzeyden; yani Bering Boğazı’ndan yaptığı açılımla karşılık vermekte ve Rusya ve Türkmenistan üzerinden gelen doğalgaz boru hatlarıyla ekonomi çarklarını döndürmeye devam etmektedir.” yorumunu yaptı.
Erenel, “Paris’in bu anlaşmanın dışında bırakılmış olması ve AB’nin ve özellikle de Almanya’nın Fransa’yı haklı görmesi, Almanya seçimleri sonrasında AB’nin ‘Stratejik Pusula’ adını verdiği güvenlik yapılanmasına ağırlık verebileceğini, AB’nin tepki olarak Rusya ve Çin’le ilişkileri geliştirme hamleleriyle karşılıkta bulunabileceğini ve AB’yle birlikte hareket eden bazı Doğu Avrupa ülkeleriyle yolların ayrılabileceğini göstermektedir. Özellikle de Fransa-Çin ilişkilerinin yeniden canlanabileceği söylenebilir.” açıklamasında bulundu.
Son olarak Erenel, “2021 yılının Haziran ayındaki NATO zirvesi öncesinde Washington ile Londra arasında varılan ve her alanda işbirliği geliştirmeyi amaçlayan anlaşma, İngiltere’nin nükleer başlık sayısını arttırmasını öngören süreç, Londra’nın Çin ve Rusya’yı tehdit olarak belirleyen yeni ulusal güvenlik stratejisi ve İngiltere’nin ABD-Meksika-Kanada arasındaki ticaret anlaşmasına dahil edilmesi gibi gelişmeler, AUKUS kapsamında analiz edilmelidir. Bu ortaklığa Yeni Zelanda’nın katılmaması ise dış dengelemenin tam oluşturulamadığını göstermektedir.” diyerek değerlendirmelerini tamamladı.
Ahmet Bülent MERİÇ (Emekli Büyükelçi)
Konuya dair yaptığı açıklamada Emekli Büyükelçi Ahmet Bülent Meriç, “Avustralya Başbakanı Scott Morrison, Birleşik Krallık Başbakanı Boris Johnson ve ABD Başkanı Joe Biden, 15 Eylül 2021 günü bir ortak açıklama yaparak üçlü bir güvenlik paktı tesis ettiklerini duyurmuşlardır. Bu yeni işbirliği formu, üç üye devletin isimlerinin kısaltılmasıyla AUKUS olarak isimlendirilmiştir.” dedi.
Emekli Büyükelçi, “AUKUS Paktı, siber savaş, yapay zeka kullanımı, su altında savaş ve uzun menzilli vuruş gücü gibi uzun sürecek bir melez savaş için yeteneklerin birlikte geliştirilmesini öngörmektedir. Bununla birlikte işbirliği alanları içinde esas ön plana çıkan, nükleer denizaltılar edinebilmesi için Avustralya Kraliyet Donanması’nın desteklenecek olmasıdır. Bu, ABD’nin uzun menzilli balistik füzeyle birlikte seyir füzelerini de fırlatabilen, SSBN sınıfı denizaltı yapımı teknolojisinin Birleşik Krallık’tan sonra Avustralya’ya da açılması anlamına gelmektedir. Bir başka ifadeyle Avustralya, Pasifik ve Hint Okyanuslarında ana arterlerin korunmasında Batı’nın jandarmalığına hazırlanacaktır.” yorumunu yaptı.
Meriç, “QUAD ve FIVE EYES’tan (ABD, Birleşik Krallık, Avustralya, Yeni Zelanda ve Kanada arasında istihbarat paylaşımı ağı) sonra AUKUS işbirliğinin gelmesi, Avrasya anakarasının merkezinde çok önemli bir stratejik merkez olan Afganistan’ı terk etmiş bulunan ABD’nin bundan sonra Çin’i güneyden kuşatmaya ağırlık vererek mavi sularda üstünlüğünü korumaya odaklanacağına işaret etmektedir. ABD’nin kuşatmasını değişik işbirliği forumlarını devreye sokarak katmanlaştırması ve Birleşik Krallık ile Avustralya’nın nükleer denizaltılarını da devreye sokmasıyla, nükleer bir belirsizlik yaratmak suretiyle bölgedeki güç dengesini kendi lehine çevireceği açıktır. Zira sadece 6 tanesi nükleer kabiliyetli 60 adet denizaltıya sahip olan Çin’in Rusya’yla stratejik işbirliği, henüz Asya-Pasifik’in sıcak denizlerine intikal etmemiştir.” değerlendirmesinde bulundu.
ABD’nin attığı bu adımın küresel güçler arasında bir güvenlik ikilemi yaratacağını vurgulayan Emekli Büyükelçi, “Nitekim Çin-Rusya ikilisinin ilk tepkisi, ŞİÖ’ye şimdiye kadar gözlemci olan İran’ın tam üye yapılmasıyla tezahür etmiştir.” dedi.
Son olarak Meriç, “Uluslararası sistemde çok merkezli bir yapıya geçilmekte ve merkezler arasında Soğuk Savaş koşulları oluşmaktadır. Bu ortamda AUKUS işbirliğinin bazı kritik fay hatlarını aktif hale getirmesi beklenebilir. Bunlardan birincisi, transatlantik ortaklığının kırılmasıdır. Söz konusu alanda hareketlenme ilk anda ortaya çıkmıştır. Avustralya’nın 2016 yılında Fransa’nın Naval Grubu’yla yaptığı 66 milyar dolar tutarındaki Geleneksel, Dizel Denizaltı İnşaatı Sözleşmesi’ni tek taraflı olarak feshetmesi, Paris’in tepkisine yol açmıştır. AB de Fransa’nın yanında konumlanmıştır. İkincisi ise Güney Pasifik’te Nükleer Silahlardan Arındırılmış Bölge kuran, 1985 Rarotonga Antlaşması’nın geleceğinin belirsiz hale gelmesidir. Avustralya’nın söz konusu antlaşmadaki yükümlülüklerine aykırı adım atması, Okyanusya’daki en yakın müttefiki Yeni Zelanda’yla ilişkilerinin bozulmasına yol açabilir.” diyerek açıklamalarını sonlandırdı.
Mehmet Emre ÖZTÜRK (Gazeteci-CRI Türk)
Yaptığı değerlendirmede gazeteci Mehmet Emre Öztürk “Çin’in büyüyen askeri varlığına karşı Hint-Pasifik bölgesinde nükleer denizaltı işbirliği sağlayan AUKUS, jeopolitik çıkarlar temelinde şekillenmiş bir ‘silah anlaşması’ olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu minvalde ABD ile Çin arasındaki ekonomik rekabetin artık askeri alana sıçradığını söylemek mümkündür. AUKUS, Çin’in artan askeri gücünü caydırma girişimi olsa bile, bunun tam tersi bir etki yaratması da muhtemeldir. Batı’dan gelen tehditlere karşı, Çin’in askeri kapasitesini geliştirmek için daha fazla çaba göstermesi olasıdır. Kara ve denizlerdeki egemenlik alanlarını korumak isteyecek olan Çin’in savunma alanında ataklar yapması için meşru bir alan ortaya çıkarılmıştır. Bu durum, Soğuk Savaş sırasındaki ABD-Rus silahlanma yarışına çok benzer bir sürecin tekrarlanması riskini taşımaktadır.” dedi.
Dikkat çeken diğer bir konunun İngiltere’nin bölgede yıllar sonra tekrar sahneye çıkışı olduğunu vurgulayan Öztürk, “Brexit’in ardından jeopolitik rekabette Hint-Pasifik’e yönlenen İngiltere’nin ABD Ordusu’yla müşterek operasyon gücüne sahip olduğu unutulmamalıdır. Bölgede ABD’yle birlikte güvenlik angajmanları için fırsat yakalayan İngiltere’nin önümüzdeki süreçlerde oluşacak Hint-Pasifik ittifaklarında yer alması muhtemeldir. ABD, daha önce QUAD alternatifiyle bölgede bir askeri güç sağlama çabalarına girmiş olsa da istediği ittifakı oluşturamamıştı. Nitekim Washington’da düzenlenen son QUAD Liderler Zirvesi’nde ittifakın açıkça ‘Çin’ ibaresine yer vermek istemediği görülmüştür. Dört ülke, askeri ortaklıktan çok bölgesel çıkarları destekleyecek gündem konuları üzerinde işbirliği sağladığını ortaya koymuştur. Burada QUAD ile AUKUS’u kıyaslama yanılgısı bir kez daha ortaya çıkmıştır. QUAD, üyelerinin farklı çekincelere sahip olduğu gayri resmi bir ittifak olarak kalırken; AUKUS ise İngiltere ve ABD’nin Asya-Pasifik’te kendi değerlerini bulabileceği tek ittifakı olan Avustralya’yla yaptığı resmi bir anlaşma olarak kayıtlara geçmiştir.” şeklinde yorumladı.
Bir diğer önemli gelişmenin ise Duşanbe’den geldiğini hatırlatan Öztürk, “ŞİÖ, Afganistan konusuyla toplanmış; ancak İran’ın örgüte daimi üye olarak alınmasıyla gündem farklı boyut kazanmıştır. Geniş nüfuza ve denge gücüne sahip İran’ın örgüte üye olması, ŞİÖ’nün Batı’ya karşı yeni bir mesajı şeklinde değerlendirilmiştir. ‘Doğu’nun NATO’su’ olarak nitelendirilen ŞİÖ, üye ülkeler arasında askeri, ekonomik ve kültürel işbirliğini sağlamayı ve özellikle de güvenlik konusunda ortaklıklar geliştirmeyi amaçlamaktadır. 9 üyesi arasında askeri gücüyle dikkat çeken ülkeler ise Çin ve Rusya olarak bilinmektedir. Çin ve Rusya’nın farklı savunma politikaları da göz önünde tutulacak olursa, pratikte örgütün askeri bir güç unsuru haline dönüşmesi olası görünmemektedir.” dedi.
Son olarak Öztürk, “Genel anlamda ABD ile Çin arasında yaşanan ekonomik rekabetin yerini silahlanma yarışının alması, gelecek için muhtemel bir senaryo haline dönüşmüştür. Washington’un denizaltı anlaşması, askeri açıdan Çin’e bazı mesajlar sunmuştur. Kara ve havada gelişmiş askeri teknolojilere sahip olan Çin, Güney Çin Denizi ve Tayvan Boğazları’ndaki her hareketliliği tespit edebilmektedir. Fakat suyun altında bu durum, Çin’in aleyhine işlemektedir. Su altı tespit kapasitesi sınırlı olan Çin’in nükleer reaktörle güç üreten denizaltılara karşı savunma yetenekleri zayıf kalacaktır. Bu yüzden Çin’in askeri yeteneklerini su altında da geliştirme yoluna girmesi beklenebilir. Yaşanacak silahlanma yarışı, Çin-ABD ilişkileri üzerinden uluslararası barış ortamını karmaşık bir sürece sokacaktır.” diyerek durumu özetledi.
Makalede yer alan görüşler, yazarların kişisel görüşleri olup, Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi’nin (ANKASAM) yayın politikasını yansıtmayabilir.