2018 yılının Nisan ayında Ermenistan’da gerçekleşen kitlesel protesto eylemleri sonucunda yönetimde değişim yaşanmıştır. Sokakların desteklediği Nikol Paşinyan’ın 8 Mayıs 2018 tarihinde başbakan olarak seçilmesi ülke geleceği adına umut verici gelişme olarak değerlendirilmekteydi. Ancak çeyrek asırdır ülkede üstünlüğü elde eden Karabağ klanının ve dahası Türk düşmanlığı üzerine inşa edilen Ermeni kimliğinin, Paşinyan’ın ülkeyi ekonomik ve siyasal izolasyondan çıkarmasına ne kadar izin vereceği tartışma konusudur. Bu iki etkenin ülke geleceğine nasıl yön vereceğini detaylı olarak incelememiz gerekmektedir.
Ermenistan kimliğinden başlayacak olursak, genel olarak Güney Kafkasya’daki devletlerin güçlü ulusal kimliklerinin bulunduğu bilinmektedir. Bu durum bir yandan coğrafik koşullardan diğer yandan jeopolitik ortamdan kaynaklanmaktadır. Kafkasya gibi dağlık bölgelerde yükseltiler, insanların kaynaşmalarını engelleyen doğal duvar görevini görmektedir. Dağın bu tarafında yaşayan halkın, diğer tarafında yaşayan halklarla iletişiminin az olması sebebiyle de bölgede “ötekilik” anlayışı gelişmektedir. Bu durum dağlık bölgelerde güçlü ulusal kimliklerin gelişmesini tetiklemektedir. Kafkasya’yı, nispeten düzlük olan Orta Asya bölgesi ile kıyaslayacak olursak, Orta Asya’da birbirini ötekileştiren yerel ya da ulusal kimliklerin bulunmadığı görülmektedir. Hatta bozkırlarda yaşayan Kazakların arasında bölgesel şive farkı da bulunmamaktadır. Aksine, Kafkasya ve buna benzer şekilde Balkanlar’da birbirinden tamamen farklı dil aileleri ve çeşitli etnik gruplar yaşamaktadır. Bu da Ermeni kimliğinin tarihsel süreçte gelişmesinin önemli etkenidir.
Jeopolitik özelliğine gelindiğinde, Kafkasya bölgesi tarih boyunca Avrasya merkezli imparatorluklar ile İran platosu, Batı Anadolu ve Trakya merkezli devletlerin rekabet alanında bulunmaktaydı. Kafkasya bölgesinin kuzey tarafı bozkırlarla aynı kültürü paylaşırken batı tarafı Karadeniz ve Anadolu kültüründen etkilenmektedir. Bölgenin güneydoğusunda ise İran kültürü hissedilmektedir. Örneğin, Kafkasya’nın batısında bulunan Gürcüler ve Ermeniler Bizans etkisinden dolayı Hristiyan dinini kabul etmişken güneyindeki Azerbaycan Türkleri, İslam dinini benimsemişlerdir. Geçmişte yaşanan Göktürkler-Sasaniler-Doğu Roma rekabeti, Hazar Devleti-Hilafet rekabeti, Altın Orda-İlhanlılar rekabeti, Osmanlı-Safevi rekabeti ve son olarak Osmanlı-İran-Rusya rekabeti bölgeye kendi izlerini bırakmıştır. Ermeni kimliğinin gelişimini de bu rekabetler bağlamında ele almakta yarar vardır.
19. yüzyılda Avrupa’daki milliyetçilik akımlarından etkilenen bölgede yerel ve dini kimlikler siyasallaşmaya başladı. Bu süreçte en hızlı gelişen Ermeni milliyetçiliği oldu. Bunun sebebi de Ermenilerin daha çok şehirlerde yaşaması ve ticaretle uğraşmasıydı. 19. yüzyılın sonuna gelindiğinde sadece Osmanlı Devleti’nde değil, aynı şekilde İran’da da “millet-i sadıka” yani “İmparatorluğa sadık millet” olarak bilinen Ermeni topluluğu, Avrupa’daki ve özellikle Balkanlar’daki dindaşlarının etkisiyle ayrı bir millet olma girişimini başlattı. Bu dönemde bölgeye kuzeyden gelen Rusya, Ermenilerin bu girişiminden kendi çıkarları doğrultusunda faydalanmayı bildi. Diğer yandan Ermeniler de Rusya’nın askeri ve teknolojik gücünü kendi devletlerini kurmak için kullanmaya çalışmıştı. Sonuçta yüzyıllardır Müslüman Türklerle barış içinde yaşayan millet-i sadıka, bölgede fitne başlattı ve Rusya’nın taşeronu haline geldi. Osmanlı’nın düzeni sağlama girişimi, Ermenilerin bölgeden zorunlu göç ettirilmesine neden oldu.
20. yüzyılın başında yaşanan Ermeni-Türk etkileşimi de Ermeni kimliğinin oluşmasında belirleyici rol oynadı. Kendilerini Avrupa-Hristiyan medeniyetinin parçası olarak gören Ermeniler için artık Türkler “düşman” olarak algılanmaktaydı. Bu süreç, her ne kadar Ermeni kimliğini güçlendirmişse de Ermenistan’ın bölgeden uzaklaştırılmasına sebep oldu. Sovyet döneminde soğuk savaş ve Doğu-Batı karşıtlığı kapsamında Ermenistan’ın Türk düşmanlığı, konjonktüre uymaktaydı. Nitekim Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyet’inin devlet armasında Türkiye topraklarında bulunan Ağrı Dağı’nın resmi bulunmaktaydı. Dolayısıyla Sovyet döneminde de Ermeniler “Büyük Ermenistan” hayaliyle yaşamaktaydılar.
1980’li yılların sonuna gelindiğinde Mihail Gorbaçov’un başlattığı reformlar milliyetçilik akımlarının yeniden canlanmasına sebep oldu. Bu dönemde Ermenilerin, Karabağ üzerindeki iddiaları güçlenmeye başladı ve sonunda Karabağ krizi patlak verdi. Ermenilerin, Azerbaycan’a bağlı Karabağ Özerk Cumhuriyeti ve Azerbaycan’ın yedi ilini işgal etmesi; söz konusu milletin ulusal kimliği ve Büyük Ermenistan Devleti hayali açısından büyük başarı olarak algılandı. Sovyet Birliği’nin dağılmasına giden süreçte Rusya’nın Ermenistan’ı desteklemesi ve Türkiye’nin Azerbaycan’a sahip çıkması, Ermeniler arasındaki Hristiyan beraberliği ve Türk düşmanlığı algısını yeniden gündeme taşıdı. Ermeni kamuoyu, Türkleri doğudan ve batıdan kendilerini kuşatmış ve yok etmeye hazır düşman olarak algılamaktaydı. Bağımsızlık sonrası Ermenistan kimliği “Sözde 1915 soykırımı” söylemleri ve Karabağ krizi üzerine inşa edildi.
Ermenistan’ın Türk düşmanlığı, onu bölgeden uzaklaştırırken diğer yandan Erivan’ın Moskova ile yakın işbirliğini mecbur hale getirmiş oldu. Rusya açısından bakıldığında ise Ermenistan’ın Türk düşmanlığı, Rus çıkarlarına hizmet eden unsur olarak değerlendirilmekteydi. Rusya’nın Güney Kafkasya’daki askeri varlığı, Ermenilerin bu algısı üzerine kuruldu. Ermenilerin Türk düşmanlığı devam ettikçe Rusya’nın bölgedeki nüfuzu devam edecektir. Dolayısıyla Rus pragmatik olarak bu algının devam etmesine katkıda bulundu. Bu bağlamda Rusya, Ermeni soykırımı iddialarını savunan Ermenistan girişimlerine destek verdi. Karabağ sorununu çözmeyi amaç edinen AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) Minsk Grubu çerçevesinde ise Moskova, statükonun devam etmesine izin verdi.
AGİT Minsk Grubu’nda arabulucu olan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Fransa ise ülkelerindeki Ermeni diasporasının tutumu doğrultusunda hareket etmekteydiler. Söz konusu diaspora için Batı kültürü karşısında erimekte olan Ermeni kimliğini ayakta tutmak daha önemliydi. Eğer sözde soykırım iddiaları olmasaydı Ermeni kimliği kaybolurdu. Dolayısıyla Karabağ sorununun çözülmemesi ve bu bağlamda Türk düşmanlığının devam etmesi, diasporanın çıkarlarına hizmet etmektedir. Bundan ötürü ABD ve Fransa da Rusya ile paralel olarak krizin çözümünden yana hareket etmemektedir. Yoksa uluslararası hukuka göre Ermenistan işgalci devlet statüsündedir. Ayrıca Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılması ve Bağımsız Devletler Topluluğu’nun (BDT) hukuki temelini oluşturan Almatı Anlaşması, SSCB’nin idari sınırlarını uluslararası sınırlar olarak kabul etmekteydi. Dolayısıyla başta Rusya olmak üzere ABD ve Fransa’nın istemesi halinde Karabağ sorunu aslında bir günde çözülebilir.
Ermenistan’ın iç politikasında ise, 1990’lı yılların başlarından itibaren ülke yönetiminde Karabağ klanı olarak tanımladığımız Karabağ kökenli insanlar etkiliydi. Bu durum ülke ideolojisi ile de uyuşmaktaydı. Çünkü Karabağ sorunu ülkede bir beka meselesi olarak algılanmaktaydı. Karabağ’ın kaybedilmesi, Ermenistan’ın yok edilmesinin birinci aşaması olarak görülmekteydi. Bu durum bir yandan sorunu kalıcı hale getirirken diğer yandan da yönetimdeki Karabağ klanının konumunu güçlendirmekteydi. Kısacası, Ermeniler nefret söylemiyle yaşayan toplum haline getirildi. Her ne kadar Ermenistan-Karabağ sorunu ve Ermeni-Azerbaycan askeri çatışması bağlamında başarılı görülse de ülkenin doğu ve batı komşusu ile ilişkilerinin bulunmaması Ermenistan ekonomisine yansımaya başladı.
Erivan’ın Türk ambargosunu delmesi için kuzeyde Gürcistan ve güneyde İran ile işbirliği geliştirmesi gerekmekteydi. Yeni Başbakan Paşinyan’ın ilk yurtdışı ziyaretini Gürcistan’a yapması bu bakımdan tesadüf değildir. Ne var ki Rusya’nın 2008 yılında Abhazya ve Güney Osetya’yı işgal etmesi Gürcistan-Rusya diplomatik ilişkilerinin kopmasına ve Gürcistan’ın BDT’den ayrılmasına sebep olmuştur. Dolayısıyla Erivan, Gürcistan toprakları üzerinden Rusya ile işbirliği geliştirmekte zorlanmaktadır.
Güney komşusu İran, Ermenistan’ın iyi ilişkileri bulunan tek komşu ülkesidir. Ancak İran, yıllardır uluslararası ekonomik yaptırımlarla baskı altında tutulmuştur. Bu nedenle İran da bölgeden belli düzeyde uzaklaştırılmış bir ülkedir. 2015 yılında İran Nükleer Programı üzerine yapılan Ortak Kapsamlı Eylem Planı, Erivan açısından bir fırsat olarak değerlendirilmekteydi. Aynı zamanda Ermenistan, İran’ın Avrasya Ekonomik Birliği ile serbest ticaret anlaşmasının yapılmasını en çok destekleye ülkeydi. Bu anlaşma 18 Mayıs 2018 tarihinde Astana’da imzalansa da ABD Başkanı Donald Trump’ın İran’a ekonomik yaptırımları yeniden uygulama kararı, Erivan’ın işini zora sokmaktadır.
Sonuç olarak, Ermenistan’ın geçmişi ülkeyi hapsetmiş durumdadır. Başka bir ifadeyle, ulusun geçmişi ülkenin geleceğini rehin almıştır. Paşinyan’ı iktidara getiren halk tabanı ülkede bir şeylerin doğru gitmediğinin farkındadır. Hatta komşularla yaşanan sorunların aşılması gerektiğinin de bilincindedir. Ancak halk, aynı şekilde hem ulusal hem uluslararası düzeyde oluşmuş Türk düşmanlığı algısını yıkmanın kolay olmadığının farkındadır. Başbakan, şu aşamada yaptığı açıklamalarda, Karabağ klanı tarafından oluşturulan ve Ermeni kamuoyu tarafından içselleştirilen söylemlerin dışına çıkmamaktadır. Lakin, yeni yönetimin eski yetkililere karşı yolsuzluk davaları kapsamında başlattığı savaş, Paşinyan’ın ülkenin iç ve dış politikasında farklı bir yol izleyeceğine dair sinyaller vermektedir.