Tarih:

Paylaş:

Emmanuel Macron’un Ortadoğu Politikası-2

Benzer İçerikler

Dünyanın altıncı ve Avrupa’nın ikinci en büyük ekonomisine sahip olan Fransa, yükselen genç işsizlik oranı ve artan devlet borçlanmasıyla baş etmek adına 2016 baharında, yeni çalışma yasasını gündemine almıştır. Bu durum, on binlerce işçinin Paris sokaklarında yürüdüğü işçi sendikaların büyük eylemlerine yol açmıştır. Fransız aşırı sağını ve devrimci solunu büyük bir hezimete uğratan liberal Emmanuel Macron, seleflerinin yolundan giderek işçi yasasını geçirmek için uğraşmakta ve bu husus işçi sınıfındaki huzursuzluğu arttırmaktadır. Bunun yanı sıra 2015 yılından itibaren Fransa’da gerçekleştirilen geniş çaplı terörist eylemler, güvenlik tehdidinin en üst seviyeye yükselmesi ve olağanüstü halin 2017 yılının Kasım ayına kadar uzatılması, Avrupa’nın güvenlik krizlerinin bir yansıması olarak görülmekte; “Büyük Avrupa Projesi” nin peşinde koşan Macron Fransası’nın elini daha da zora sokmaktadır.

Macron’un Büyük Avrupa Projesi kapsamında, iki vitesli Avrupa modelinin hayata geçirilmesi, çekirdek Avrupa, ikinci ve üçüncü çember ülkeleri dahilinde Balkanlara ve Türkiye’ye uzanan yeni bir yapılanmaya gidilmesi, Avrupa Ordusu ve Askeri Schengen uygulamasına geçilmesinin yanı sıra Avrupa’nın güvenliğine yönelik alınacak diğer tedbirlerle birlikte; genişleyen, istikrarlı, ekonomik olarak güçlü ve daha güvenli bir Avrupa hedeflenmektedir. Bununla birlikte artık Avrupa’nın güvenlik politikaları Afrika ve Ortadoğu kaynaklı mülteci akını ve radikal terörizm tehdidi üzerinden şekillenmektedir. Bundan iki yıl önce Avrupa’nın, mülteci akınının önlenmesi konusunda Türkiye’nin “Suriye’de güvenli bölge ve uçuşa yasak bölge” kurulması talebini görmezden geldiğini unutmamak gerekmektedir.

Aynı Avrupa’nın değişen yüzü Macron’un Fransa’sı, bu kez Ortadoğu’ya yönelik yeni çıkar hesapları yapmanın peşindedir. Tabii ki bu hesaplardan kastedilen mülteciler konusunda Türkiye’ye vaat edilen 3 milyar avronun tam anlamıyla teslim edilmesi değildir. Diğer taraftan Fransa’nın Ortadoğu’daki çıkarları, ABD’nin BOP’una tam anlamıyla set çekilmesi ya da Washington’un bölgede izole edilmesi anlamına gelmemekte, aksine 21. yüzyıl Amerikan projeleriyle büyük oranda örtüşmektedir. Fransa, 1920 yılında Suriye ve Lübnan mandasıyla hayata geçirdiği Sykes-Picot düzenini, günümüzün Ortadoğu’sunda mevcut jeopolitik gerçeklikten yola çıkarak yeniden tesis etmeye çalışmaktadır.  Bu minvalde ABD’nin BOP’u, Fransa’nın Ortadoğu hedefleri doğrultusunda kullanışlı bir araç haline gelmektedir.

Suriye ve Lübnan

1916 yılında Sykes-Picot Anlaşması’yla ortaya konan ve 1919 yılında San Remo Konferansı’yla son halini alan Ortadoğu’yu işgal planı, 1920 yılından itibaren hayata geçirilmeye başlanmıştır. Altı parçalı bir manda yönetimi kuran Fransa yönetimine karşı, Türk ulusal kurtuluş savaşıyla eş zamanlı ve koordineli bir şekilde Özdemir Bey liderliğinde Suriye ve Lübnan’da, bölgenin aşiret reisleri, din adamları ve diğer önde gelen eşrafı Fransızlara karşı ciddi bir direniş göstermişlerdir. Fransız kuvvetlerinin ayaklanmaları bastırması üzerine bölge, 1946 yılına kadar Fransız mandası altında kalmıştır. Bu süreçte bölgede Büyük Lübnan (1943’e kadar) ve Alevi devleti, Şam devleti ve Halep devleti, Dürzi emirliği, Hatay sancağı (1939’a kadar) olmak üzere, Fransız mandası altında parçalı bir yapılanma teşekkül edilmiştir. 20. yüzyılın başlarından itibaren Ortadoğu’da keşfedilmeye başlanan petrol ve doğalgaz rezervlerinin giderek çeşitlilik arz etmesi, küresel güçlerin Suriye ve Lübnan’a yönelik enerji jeopolitiğini ve siyasi projeksiyonlarını büyük oranda yeniden değerlendirmesine ya da değiştirmesine neden olmuştur. 1943 yılında Fransa’nın da desteklediği “Ulusal Pakt” uyarınca Lübnan’da din ve mezhep temelli bir yapı oluşturulmuş, buna göre devlet başkanının Hristiyan, başbakanın Sünni ve parlamento başkanının Şii olması kararlaştırılmıştır.

Fransa’nın Lübnan’la tarihi dostluğunu vurgulamak maksadıyla bazı örnekler vermek gerekirse; 1920 yılında Suriye mandasından bağımsız olarak Büyük Lübnan adında ayrı protektora kurulmuştur. 1943 yılında Lübnan, Maruni Hristiyanlarına bir hediye olarak sunulmuştur. Her Lübnan Cumhurbaşkanı Paris’in devlet geleneği olarak resmi ziyaretle ağırlanmaktadır. Nitekim Lübnan Cumhurbaşkanı Michel Aoun’un 26 Eylül 2017 tarihinde Fransa’ya gerçekleştirdiği ziyaret, Macron’un Elysée Sarayı’nda devlet töreniyle kabul ettiği ilk devlet başkanı olma özelliğini taşımıştır.[1] Görüşmeler sırasında özellikle mülteci sorunu ve terörle mücadele meselelerinin üzerinde durulmuş, Macron Suriye krizinin siyasi çözüme kavuşturulması için yeni bir Suriye temas grubunun oluşturulması arzusunu yinelemiştir. Macron’a göre “Astana Süreci” kullanışlı olmakla birlikte yeterli değildir.[2] Bunun için tarafların katılımıyla BM çerçevesinde Cenevre sürecinin yeniden canlandırılması gerekmektedir.

Bu noktada Trump’ın İran karşıtı duruşu, Macron’un Suriye’ye yönelik uluslararası temas grubunu (Cenevre sürecini) yeniden canlandırma girişimleri önünde engel oluşturmaktadır. Bu sebeple Macron hem nükleer meselede hem de Cenevre sürecinde, Fransa’nın İran ile ABD arasında arabuluculuk yapmaya hazır olduğunu her fırsatta dile getirmektedir. Ayrıca Macron Fransası’na göre İran ve Rusya olmadan Suriye krizinin çözüme kavuşturulması da mümkün görünmemektedir. Fransa, Avrupa ülkelerinin aksine Rusya’yla ilişkileri geliştirme arayışına girmekte, bunun yanı sıra Şam ve Tahran’la yakın müttefiklik ilişkisi kurmamasına rağmen Ortadoğu siyasetinde özellikle Suriye krizinin çözümünde İran ve Rusya eksenini önemseyen bir yaklaşım sergilemektedir. Macron’a göre “Çok taraflılık, savaşı önlemek için esastır. Terörizmi önlemek ve bölgeye istikrar getirmek için tüm dünya ulusları Afrika, Ortadoğu ve Asya’da yürütülen askeri, diplomatik, eğitsel, kültürel ve ahlaki mücadelede birleşmelidir.”[3]

Sonuç olarak, yukarıda değinilen hususlar üzerinden yola çıkarak Fransa’nın Suriye ve Lübnan’a yönelik politikalarını aşağıdaki tabloda açıklamak gerekirse:

Fransa
Hedef Suriye Astana sürecini ve bölgenin direnişini pasifize ederek Suriye’yi Batı’nın nüfuz alanlarına bölmek, yeni Sykes-Picot düzenini tesis etmek, bu kapsamda Irak Suriye Kürt Federal devleti, Alevi devleti, Büyük Lübnan ve İsrail devletlerini hayata geçirmek.
Lübnan Katolik Hristiyan Avrupa’nın Ortadoğu’daki tutunma noktası olarak Büyük Lübnan’ı inşa etmek. Terörizmle mücadelede ve bölge düzeninde Lübnan’ı kolaylaştırıcı bir piyon olarak kullanmak.
Söylem Suriye Çok taraflılık ilkesi kapsamında barış görüşmelerinin (Cenevre sürecinin) yeniden başlatılmasına yönelik söylemler. Suriye’de siyasi çözüm için “Esad’ın gitmesinin ön şart olmadığına”, daha sonra ise “Beşar Esad’la geçiş süreci yapılamayacağına” dair ifadeler.[4]
Lübnan Terörizmle mücadele, mülteci sorunu ve Suriye temas grubunun oluşturulması konularında Lübnan’la yakın işbirliği yapılmasına yönelik çağrılar, Lübnan’da eğitim, kültür, medya ve sanatta Fransız dilinin ve Fransız kültürünün teşvik edilmesi için ortak bir yol haritasının belirlenmesine dair söylemler.[5]
Yöntem ve Araçlar Suriye Askeri ve diplomatik yöntemler. Liberal bir yaklaşımla küresel diyalog sürecinin başlatılması, bu kapsamda devletlerin bağlılıklarını dile getirecekleri konferanslar düzenlenmesi. Çok taraflı diplomasi ve arabuluculuk.
Lübnan Kültürel diplomasi. Siyasi, ekonomik ve askeri işbirliğinin geliştirilmesi, böylece karşılıklı bağımlılığın oluşturulması.  Ortadoğu barışı için “dinler arası diyalog” adı altında Lübnan’ı pivot ülke olarak yükseltmek, diğer bir ifadeyle Sünni-Şii kavgasında Lübnan’ı arabulucu ya da örnek model olarak kullanmak.

[1]“Lebanese President’s French Visit Marks New Phase in Relations”, The Irish Times, https://www.irishtimes.com/news/world/europe/lebanese-president-s-french-visit-marks-new-phase-in-relations-1.3232405, (Erişim Tarihi: 03.10.2017).

[2]“Macron’s France ‘Returning’ to Mid-East While Trump Could Be ‘Isolated’”, Sputnik News, https://sputniknews.com/analysis/201709251057683025-france-macron-return-middle-east/, (Erişim Tarihi: 03.10.2017).

[3]“President Macron: ‘Today, More Than Ever, We Need Multilateralism.’”, La France en Indonésie et à Timor-Est, https://id.ambafrance.org/President-Macron-Today-more-than-ever-we-need-multilateralism, (Erişim Tarihi: 03.10.2017).

[4]“Fransa’dan U Dönüşü”, Yeni Şafak, http://www.yenisafak.com/dunya/fransadan-u-donusu-2789045, (Erişim Tarihi: 03.10.2017).

[5]“Macron, Aoun Discuss Terrorism, Syrian Crisis”, Arab News, http://www.arabnews.com/node/1167416/middle-east, (Erişim Tarihi: 03.10.2017).

Dr. Cenk TAMER
Dr. Cenk TAMER
Dr. Cenk Tamer, 2014 yılında Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Aynı yıl Gazi Üniversitesi Ortadoğu ve Afrika Çalışmaları Bilim Dalı’nda yüksek lisans eğitimine başlamıştır. 2016 yılında “1990 Sonrası İran’ın Irak Politikası” başlıklı teziyle master eğitimini tamamlayan Tamer, 2017 yılında ANKASAM’da Araştırma Asistanı olarak göreve başlamış ve aynı yıl Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Doktora Programı’na kabul edilmiştir. Uzmanlık alanları İran, Mezhepler, Tasavvuf, Mehdilik, Kimlik Siyaseti ve Asya-Pasifik olan ve iyi derecede İngilizce bilen Tamer, Gazi Üniversitesindeki doktora eğitimini “Sosyal İnşacılık Teorisi ve Güvenlikleştirme Yaklaşımı Çerçevesinde İran İslam Cumhuriyeti’nde Kimlik İnşası Süreci ve Mehdilik” adlı tez çalışmasıyla 2022 yılında tamamlamıştır. Şu anda ise ANKASAM’da Asya-Pasifik Uzmanı olarak görev almaktadır.