Tarih:

Paylaş:

Dünya Sinemasında İran’ın İmajı

Benzer İçerikler

Sinema insan yaşamının önemli bir parçası haline gelmiş; sadece belli bir hikayeyi veya bir trajediyi anlatan olgu olmaktan öte, bazı kesimleri hedef olarak belirlemeye başlamıştır. Sinema devamlı biçimde insan yaşamının farklı evrelerini ve ülkelerin geçirdiği karışık olaylar, kültürel, politik ve sosyal değerlerin tarihsel arka planlarını yansıtmaya çalışmaktadır.

Sinema, kültür ve bilgilendirme aracı olmasının yanında insanları aydınlatma aracı olarak da kullanılmaktadır; ayrıca bir toplumun değerlerini, geleneğini ve sanatını şekillendirmede önemli bir role sahiptir. İnsan yaşamında bu kadar önemli etkiye sahip olan sinema, İran’da rejimin baskısı sonucu kapalı bir ortamda bulunan İran toplumunu aydınlatmada bir araç olarak kullanılmış ve bu kapalı toplumun dışa açılımını sağlamak yönünde büyük ölçüde başarılı olmuştur. İran rejiminin insan doğasına aykırı ve ters olduğu gerçeğini gözler önüne sermiştir.

İran’da cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşırken, Batı medyası İran rejiminin insan doğasına ters düşen tutum ve davranışlarını anlatan filmleri sergilemeye çalışmıştır. Batı medyası İran’da özellikle insan hakları ihlallerini konu edinen ve bu ihlalleri belgeleyen filmleri sergileme konusu üzerinde yoğunlaşmaktadır.

İran’da insan hakları ihlallerini belgeleyen, sinema ve televizyon kanallarında gösterime giren en önemli filmler aşağıdaki gibi sıralanabilmektedir:

Rose Water “Gül Suyu” Filmi:

Bu film hakkında söylenecek çok şey olmakla birlikte; en başta bu filmin, ABD ile gergin ilişkilere sahip bir ülkenin durumunu yansıtan bir film olmadığı söylentileri gelmektedir. Film hakkında dikkat edilmesi gereken bir diğer husus, filmin yazarı ve yapımcısının “The Daily Show” programın sunucusu John Stewart olmasıdır. Ünlü program sunucusu Stewart, 1999 yılından bu yana sunduğu program sayesinde çok sayıda ödül kazanmıştır.

Filmi izleyen biri, oyuncuların çoğunun İranlı olmadıklarını aklından bile geçirmeyebilecek ve sonuçta yönetmenin İranlı olduğu düşüncesine kapılabilecektir. Filmde, çok sayıda insanın hayatını kaybettiği 2009 yılında yaşanan “Yeşil Devrim” olayları konusu titizlikle, İran’ın bakış açısından ele alınmıştır.

Filmin konusu, İngiltere’de ikâmet eden İran asıllı Kanadalı gazeteci Maziar Bahari’nin yaşam öyküsünden alınmıştır. Bahari, “Then They Came For Me” adlı eserinde 2009 yılında İran’da olayları takip ederken başına gelenleri anlatmaktadır. Filmde olaylar, Bahari’nin eserinde anlattığı gibi, 2009 Mahmut Ahmedinajad’ın seçimleri kazandığına ilişkin duyurudan sonra başlamaktadır. Çünkü Ahmedinejad’ın rakibi Mir Hüseyin Musevi’nin yandaşları, seçimi Musevi’nin kazandığı kanaatinde olmuşlar ve bundan dolayı da seçim sonuçlarıyla oynandığı gerekçesiyle protesto eylemlerine başlamışlardır. 2009 yılında yaşanan olaylar sonucunda çok sayıda insan tutuklanmış ve tutuklananlar arasında ünlü sinema yönetmeni Cafer Binahi da yer almıştır. 2010 yılında ünlü İranlı sinema yönetmeni Binahi; 6 yıl hapis cezası, 20 yıl boyunca film veya kitap yazma yasağı, İran’ın içinde veya dışında hiçbir tarafla görüşme düzenlememe yasağı ve hac veya tedavi amaçlı hariç yurt dışı seyahati yasağı gibi yaptırımlara maruz kalmıştır.

Film, Bahari’nin o dönemde İran’da bulunması sebebiyle, seyirciye İran’da yaşanan olaylar hakkında genel ve açık bir portre çizmektedir. Ayrıca İranlıların, 2009 seçimlerinde Musevi’nin kazanması konusunda ne kadar ümitli, ısrarcı ve istekli olduklarını göstermektedir.  Bahari’nin kırmızı çizgileri geçmemeye özen gösterdiği açık bir şekilde görülmektedir. Çünkü Bahari bu konuda çok tecrübelidir. Örneğin, babası Şah döneminde komünist olma suçundan yıllarca tutuklu kalmıştır ve ardından kız kardeşi Meryem, Humeyni döneminde aynı suçtan dolayı tutuklanmıştır. Ancak Bahari, babası ve kız kardeşinin karşılaştığı durumları yaşamamak için büyük çabalar harcamasına rağmen sonunda tutuklanmıştır.

“Septembers of Shiraz” Filmi:

Herhangi bir toplumun yaşadığı siyasi veya tarihi bir dönüm noktasını içeren olaylar, filmler aracılığıyla anlatılabilmektedir.  Çünkü filmler, zaman zaman “önemli belgeseller” rolü oynamaktadırlar. Bu tür filmler, o tarihe veya siyasi dönüşümüne önemli kanıtlar olma niteliği oluştururlar. “September Of Shiraz” filmi de bu duruma güzel bir örnek niteliğindedir. Ayrıca film, İran modern tarihini konu edinmesinden dolayı da, bir filmden öte önemli bir belgesel niteliği taşımaktadır. Film, Tahran’da 1979 yılı İran İslam Devrimi sonrası yaşanan bazı olayları ele almakta ve o dönemde İran’da yaşayan bir Yahudi ailenin Devrim Muhafızları’yla yaşadığı sorunlar üzerinde durmaktadır.

“Septembers of Shiraz” filminin hikayesi, İran asıllı ABD vatandaşı Dalia Sofor tarafından kaleme alınmış ve Winnie Blair’in yönetiminde 2007 yılında çekilerek aynı yıl vizyona girmiştir. Filmde, o dönemde Tahran’da bulunan Sofer’in gerçek hayattaki babası İshak Emin ve eşi Fernaz ile birlikte yaşadıkları anlatılmaktadır.

Film, Yahudi iş adamının (İshak Emin) evinde gerçekleşen bir parti ile başlamaktadır. Parti, Pervez isimli bir gencin ABD’de yatılı bir okula gitmesi münasebetiyle düzenlenmiştir.  Ardından Tahran’da yaşayan, elmas fabrikası sahibi Yahudi bir ailenin toplumsal ve siyasi hayatını yakından tanımak için detaylara inilmektedir.

Devrimin gerçekleşmesinin ardından söz konusu Yahudi aile, İran’da kalmayı tercih etmiştir. İshak Emin’in ailesi gibi aileler için, Tahran’da ve İran’da o dönemde yaşam imkânı kalmamıştır. Çünkü devrimin gerçekleşmesiyle, İslami hükümet tarafından her alanda yasaklar uygulanmaya başlanmıştır. Ayrıca o tarihlerde ülkeyi kaos ve kargaşa sarmış ve Devrim Muhafızları her yeri kontrolü altına alma girişimlerine başlamıştır.

Devrim Muhafızları tarafından barbarca gerçekleştirilen insan hakları ihlalleri, filmin bazı sahnelerine yansımıştır. Bunun yanısıra, Yahudilerin yaşadıkları sıkıntılar da filmde anlatılmaktadır. Filmde devrimle ilgili ortaya konulan bazı detaylar, izleyicinin devrim hakkında detayları öğrenme iştahını kabartmaktadır. Filmin tek olumlu yönü, izleyiciyi araştırmaya yönelik teşvik etmesidir.

Filmin sponsorluğunu İsrailli bir şirket üstlenmiştir. Bu durum da, Yahudilerin kendilerini her yerde mazlum ve haksızlığa uğramış göstermek istemelerinden dolayı, bu filmde de Yahudilerin zulme ve haksızlığa uğradıklarlarının göz önüne serildiğine işaret etmektedir.

Argo Filmi:

Film; Şah rejiminin nasıl devrildiğini, Humeyni’nin liderliğinde devrimin nasıl başarılı olduğunu ve Şah’ın ABD’ye kaçışını anlatmaktadır. O dönemde halkın, Şah’a karşı beslediği kin ve nefret dolayısıyla nasıl ayaklandığını göstermektedir. Öfkeli bir grubun ABD Büyükelçiliği binası etrafında toplanarak, altı kişi hariç bütün Büyükelçilik çalışanlarını rehin aldıkları ve bu altı kişinin İran dışına kaçmayı nasıl başardıkları anlatılmaktadır.

Özetle filmin konusu, ABD Büyükelçiği’nden kaçmayı başaran altı çalışanı kurtarma operasyonu üzerinedir. Filmde ayrıca, 1980 yılında CIA’in Kanada’nın yardımıyla bu kaçırma operasyonunu nasıl yürütüldüğüne de ışık tutulmaktadır. Elçiliğin altı çalışanının Tahran’dan kaçmayı başardıktan sonra, Mehrabad Havalimanı’na ulaşma şekli ve kendilerini Kanada vatandaşı olarak tanıtmayı başarmalarının hikayesi gözler önüne serilmektedir.

Sonuç olarak bu filmlerde, İran’a karşı uygulanan ekonomik ve siyasi yaptırımların yanısıra kültürel alanlarda da maruz kalınan baskılar görülmektedir. Kültürel baskılardan kasıt; İran’daki mevcut olumsuz imajı dünyaya yansıtmak, rejimi öven filmlerin dünyaya ihracını engelleyerek İranlı bazı yapımcı ve yönetmenlerin uluslararası düzeyde ödüller almalarının önüne geçmektir. Örneğin; Oscar ödülünü kazanan İranlı film yönetmeni Asghar Farhadi’nin ödülünü alması, ABD tarafından engellenmiştir.

İran’da cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşırken gündemde olan bu filmler, genel olarak İran’da bulunan muhafazakâr kesimin aleyhine ve bu kesimin imajını zedeleyen niteliktedir. Çünkü hedef doğrudan İran İslam Devrim rehberi Ali Hamaneyi, İbrahim Reisi ve hatta Ahmedinejad’tır. Böylece Batı ve Araplar tarafından, Ruhani’nin iki kötünün iyisi olduğu ispatlanmaya çalışılmaktadır.