Doğu Akdeniz’deki doğal kaynakların kullanımı hususunda yaşanan gerginliğin şiddeti artmaya devam ediyor. Türkiye, bölgede kendisine karşı ittifak oluşturulma çabalarına rağmen hem kendisinin hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) haklarını koruma kararlılığından vazgeçmiyor. Fatih sondaj gemisinden sonra, bölgeye Yavuz isimli ikinci geminin gönderilmesi de Ankara’nın Doğu Akdeniz’de hiçbir aktöre taviz vermeyeceğini gösteriyor.
Bu bağlamda Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM); Doğu Akdeniz’deki son durumu yorumlamak, gelecek dönemde bölgede yaşanabilecek muhtemel gelişmeleri değerlendirmek ve Türkiye ile KKTC’nin hangi ortak adımları atabileceğini öngörmek amacıyla alanının önde gelen uzman ve akademisyenlerinin görüşlerini dikkatinize sunmaktadır.
Prof. Dr. Tarık OĞUZLU (Antalya Bilim Üniversitesi-Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler)
Doğu Akdeniz’deki son gelişmelere dair değerlendirmelerde bulunan Prof. Dr. Tarık Oğuzlu, “Bölgede son derece yüksek bir gerginlik var. Türkiye’ye karşı bir ittifak oluşturulmaya çalışılıyor. Özellikle de Mısır, İsrail ve Yunanistan arasındaki stratejik yakınlaşma, son dönemde dikkat çekici seviyelere ulaştı. Üstelik Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) de söz konusu ülkelere destek verdiği yönünde iddialar bulunuyor.” dedi.
Ankara’nın uyguladığı bağımsızlıkçı dış politika anlayışının bir şekilde herkesin nasırına bastığını söyleyen Oğuzlu, “Türkiye, 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne (BMDHS) taraf olmamasına rağmen bu sözleşmeye binaen Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilan etmemiştir. Yaşanan gelişmeler doğrultusunda MEB’in ilan edilmesinin daha faydalı olacağını savunanlar da bulunmaktadır. Türkiye’nin Mısır ve İsrail’le olan ikili ilişkililerinin bozulmasıyla bu tip krizler yaşanmaktadır. Mesele yalnızca doğal kaynakların paylaşımına ilişkin sorunlardan ibaret değildir. Yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin çok yönlü bağımsız dış politika anlayışının cezalandırılmak istenmesiyle de ilişkilidir.” şeklinde konuştu.
Gelecek dönemde KKTC ve Türkiye’nin atacağı adımları, içinde bulunacakları ortamın belirleyeceğini ifade eden Oğuzlu, “Eğer Türkiye’nin küresel ve bölgesel aktörlerle ilişkileri iyi olsaydı, Doğu Akdeniz’de bugün yaşadıklarımızı yaşamazdık. Günümüzde Kıbrıs Sorunu’nun çözümü bile, Doğu Akdeniz olayına bağlıdır. Burada önemli olan, kalıcı ve uzun vadede etkili olacak çözümlerin bulunmasıdır. Ancak mevcut konjonktür göz önünde bulundurulduğunda, ufukta herhangi bir çözümün olmadığı görülmektedir.” yorumunu yaptı.
Prof. Dr. Sencer İMER (ANKASAM Başdanışmanı)
Doğu Akdeniz’deki son durumu değerlendiren Prof. Dr. Sencer İmer, “Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), arkalarına İsrail ve ABD’yi de alarak KKTC’nin haklarını ihlal etmiştir. Türkiye ise uluslararası hukuka uygun bir şekilde hem kendi haklarını hem de KKTC’nin haklarını korumaktadır. Her ne kadar Ankara, bölgede MEB ilan etmemiş olsa da bizim oradaki sınırımız bellidir. Türkiye, kendine ait sınırlar içerisinde çalışmalarını yürütmektedir.” açıklamasında bulundu.
Doğu Akdeniz’deki soruna ilişkin atılacak adımlara da değinen İmer, “Türkiye ve KKTC arasında önceden yapılmış bir anlaşma var. Bu anlaşmayla Türkiye, KKTC’nin mevzubahis alandaki haklarını koruma görevini üslenmiştir. Bundan dolayı iki ülke arasında yapılacak yeni bir anlaşma, farklı bir durum ortaya çıkarmayacaktır. Ankara, zaten var olan bir anlaşmaya dayanarak söz konusu bölgede faaliyetlerde bulunmaktadır.” dedi.
MEB’in ilanı meselesini de yorumlayan İmer, “MEB’in ilan edilmesinde fayda vardır. Ancak ilanın olması için konunun muhatabı olan diğer ülkelerle de görüşmelerin yapılması ve sınırın makul bir şekilde yeniden çizilmesi gerekmektedir. Türkiye, burada yanlış bir sınır belirleyerek bahsi geçen bölgedeki haklarından vazgeçmek istememektedir. Bu noktada Libya, Mısır ve Suriye’yle yapılacak görüşmeler de büyük önem taşımaktadır. Çünkü KKTC’yle açıklığa kavuşturulan meseleler, diğer ülkelerle de konuşulmalıdır. Muhtemelen Türkiye, mevzubahis devletlerle anlaştıktan sonra kendi MEB’ini ilan edecektir. Ayrıca Türkiye, Birleşmiş Milletler’e (BM) de belli bir boylamın doğusunda kalan bölgenin kendisine ait olduğunu açıkladığı mektubu göndermiştir.” ifadelerini kullandı.
Dr. Öğr. Üyesi Emete GÖZÜGÜZELLİ (Kıbrıs Bahçeşehir Üniversitesi-Deniz Hukuku)
Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmeler karşısında Türkiye ve KKTC’nin atması gereken adımlara değinen Dr. Öğr. Üyesi Emete Gözügüzelli, “İki ülkenin atacağı ortak adımlardan ilki, önceden duyurulan lojistik liman kararını hayata geçirmeye yönelik somut hamlelerin yapılması olacaktır. Lojistik liman ismi, uluslararası alanda tepki çekmemek adına kullanılmaktadır. Tesis, bulunduğu konum itibariyle büyük gemilerin sıklıkla kullanabileceği mühim bir liman olacaktır. En küçük bir kriz anında bile kullanılabilecektir.” yorumunu yaptı.
Her iki ülkenin de yeni siyasi hamleler yapabileceğini öne süren Gözügüzelli, “Bahsi geçen olaylara ek olarak siyasi adımların atılması da söz konusudur. ‘Hayalet Şehir’ olarak anılan ve 1974 Barış Harekatı’ndan sonra kapatılan Maraş’ın açılması da bunlardan bir tanesidir. Maraş’ın açılması, KKTC makamlarının aldığı bir karardır. Maraş’ın tarihsel anlamda bir Osmanlı vakıf malı olduğunun kanıtlarla birlikte uluslararası camiayla paylaşılması ise atılacak bir diğer adımdır.” şeklinde konuştu.
Bölgedeki hareketlilik karşısında Ankara’nın yürüttüğü politikanın yerinde olduğunu belirten Gözügüzelli, “GKRY ve Batı Dünyası, Türkiye’nin kararlı duruşundan rahatsızlık duymaktadır. Son dönemlerde Atina’dan yapılan provokatif açıklamalara ve Yunan Donanması’nın hazırda beklediğini ima eden söylemlere bakıldığında da Yunan devlet adamlarının Türkiye’nin iç siyasetinde yaşanan gelişmeleri fırsat bilerek suni bir gündem yaratma çabasında oldukları görülmektedir.” dedi.
Ankara’nın her türlü tedbiri aldığını söyleyen Gözügüzelli, “Türkiye’nin çeşitli baskılara maruz bırakılarak bölgedeki haklarından vazgeçirilmeye çalışıldığı görülüyor. Ancak Fatih ve Yavuz sondaj gemilerimizin bölgeye gönderilmesi ve bölgede askeri tatbikatların yapılması, Türkiye’nin kararlılığını sürdüreceğine işaret ediyor. Son yaşanan gelişmelerle birlikte Türkiye; İran, Rusya ve Çin’le anlaşarak ekonomik anlamda ortak bir para birimi kullanma kararı alabilir.” açıklamasında bulundu.
Doç. Dr. Birol ERTAN (Siyaset Bilimci)
Doğu Akdeniz’de yaşanan sorunların yeni olmadığını vurgulayan Doç. Dr. Birol Ertan, “Bölgede uzun süredir Mısır ile İsrail işbirliği yapmaktadır. Söz konusu işbirliğine son olarak Fransa da dahil olmuştur. Bu bağlamda Paris yönetimi, bölgede bulunan önemli doğal kaynaklardan yararlanma çabasına girmiştir. Yani Doğu Akdeniz’le herhangi bir bağı bulunmayan ülkeler, bahsi geçen bölgede güç mücadelesine girmiştir. Bu sebeple ABD de dahil olmak üzere Türkiye’yle hesaplaşmak isteyen ülkelerin bölgede Rumlara destek verdiği görülmektedir.” şeklinde konuştu.
Bölgede yaşanan gelişmeler karşısında Türkiye’nin tavrının net olduğunu belirten Ertan, “Türkiye, bölgeye gönderilen ikinci sondaj gemisiyle birlikte, Doğu Akdeniz’de kendi çıkarlarına uygun olmayan herhangi bir harekete izin vermeyeceğini göstermiştir. Yakın zamanda Türk savaş gemileri de bölgeye konuşlanacaktır. Uluslararası politikada güç dengeleri çok önemlidir. Dolayısıyla Türkiye, güç kullanmak mecburiyetinde de kalabilir. Akdeniz, Türkiye’nin dış politikasındaki kritik alanlardan biridir. Bu nedenle de Türkiye’nin bölgede bir ittifak bloğu yaratması gerekmektedir.” yorumunu yaptı.
Bölgede yaşanan gelişmelere karşı Türkiye ve KKTC’nin ortak hareket etmesi gerektiğini dile getiren Ertan, “İki ülke arasında yapılan anlaşmalar gereği, bölgede Türk askerleri bulunmaktadır. Buna ek olarak KKTC’deki hükümet de Ankara’yla uyum içerisinde çalışmaktadır. İki ülkenin bölgedeki ittifakına Pakistan, Çin ve Rusya gibi ülkelerin de dahil edilmesi yerinde bir hamle olacaktır.” açıklamasında bulundu.
Türkiye’nin atması gereken adımlara da değinen Ertan, “Türkiye’nin Kıbrıs konusunda bugüne kadar göstermiş olduğu kararlılığı sürdürmesi elzemdir. Kıbrıs Türklerinin hak ve çıkarlarının savunulması konusunda daha proaktif bir diplomasi yürütülmelidir. Bu çerçevede KKTC’nin tanıtılması ve egemen bir devlet olarak uluslararası topluma kabul ettirilmesi gerekmektedir. Dost ve müttefik devletler nezdinde KKTC’nin tanıtılması ve egemen bir devlet olarak kabul görmesi için tanıtım ofislerinin açılması, turizm faaliyetlerinin arttırılması ve ortak projeler yürütülmesi faydalı olacaktır.” dedi.
Meselenin kilit noktasının güçlü güvenlik politikaları olduğunu belirten Ertan, “KKTC’nin savunma ve güvenlik ihtiyaçlarının karşılanması için yeni güvenlik anlaşmaları ve sözleşmeleri yapılmalıdır. KKTC Deniz Harp Gücü de dahil olmak üzere yeni hamlelere girişilmesi ve S-400 gibi hava savunma sistemlerinin KKTC’nin hava ve deniz egemenlik alanlarının korunması açısından devreye sokulması yerinde hamleler olacaktır.” ifadelerini kullandı.