ABD’nin işi bu sefer gerçekten de zor. Başkan Donald Trump tek kelimeyle ülkesini freni patlamış kamyon misali uçuruma sürüklüyor. Ekonomide yaşanan derin endişe ve panik hali kendisini dış politikada daha şiddetli bir şekilde göstermeye başlamış durumda. Plansız-programsız, fazlasıyla aşırı özgüven ve kaba güce dayalı anlayışta sona gelinmiş durumda. ABD; tüm dünyada “güvenirliliğini” ve “saygınlığını” yitirmenin ötesinde, artık “caydırıcılığı” da sorgulanır durumda olan bir “kaybeden aktör” durumunda…
Nitekim Ortadoğu’da bir bir kaybeden ABD şimdilerde Uzak Doğu’da da kaybetmeye başladı. 25 Eylül 2016’da Kuzey Irak’ta “Referandum Krizi” ile başlayan, Suriye-Astana süreciyle belirgin bir hâl alan “kof kabadayılığı”, Katar-Suudi Arabistan ve yanlış Kudüs kararı kapsamında BM’de perçinleşen “muhteşem yalnızlığı”, Lübnan’da karşı karşıya kaldığı “aşağılanma”, “İki Kore” ile yeni bir boyuta girmiş durumda.
Düne kadar yaptığı nükleer savaş tehditleriyle ABD gücünün Uzak Doğu-Güney Asya hattında pekiştirilmesine hizmet eden Kuzey Kore ile ABD’nin Çin’i çevrelemesinde ve Orta Asya ağırlıklı Avrasya coğrafyasını da içine alan önemli bir coğrafyada bu ülke adına örtülü faaliyetlerde bulunan Güney Kore’nin el sıkışması, tüm dünya açısından bir numaralı gündem maddesi…
Sürecin sonu nasıl gelir, o şimdilik bir muamma ama bu adımın atılması bile oldukça önemli ve ABD açısından fazlasıyla rahatsız edici. ABD açısından ortada tek kelimeyle bir jeopolitik-stratejik deprem söz konusu! Özellikle Güney Kore’nin ABD yörüngesinden çıkar bu hali, oldukça önemli. Nasıl mı? O zaman açıklayalım…
Öncelikle, ABD’nin elindeki önemli müdahale enstrümanlardan, gerekçelerinden biri ortadan kalkma eşiğinde. Daha somut bir ifadeyle ABD Kuzey Kore tehdidini eskisi gibi kolaylıkla kullanamayacak. Bu da başta Güney Kore olmak üzere, bölge devletleri üzerindeki ABD nüfuzunun büyük ölçüde ortadan kalkmasıyla eş değer; zira ABD’nin güvenlik şemsiyesine gerek kalmayacak.
Daha da ötesi ABD Güney Kore’yi kaybetme riskiyle karşı karşıya. ABD bölgede çok ciddi bir müttefikini kaybetmiş olacak ki; Pakistan, Türkiye ve şu an gündeme gelmeyen “Körfez” sonrası bu kayıp, “Amerikan İmparatorluğu”nu derin bir güç zafiyetine sokacaktır. Zira bunların yerini alabilecek, ikame edebilecek ülke/güç girişimleri (örneğin BOP Kürdistan’ı, Belucistan gibi) şu ana kadar gerçekleştirilemediği gibi, yaşanılan fiyaskolar bumerang etkilere yol açmış durumda…
Güney Kore’nin ve daha genel anlamda “Kore Kartı”nın kaybı, ABD’nin Çin’i çevreleme ve bölgede yeni bir ittifaklaşma sürecinin, dolayısıyla da bölgede kurmaya çalıştığı oyunun büyük ölçüde akamete uğratılmasıyla eşdeğer.
“Birleşik Kore” yeni bir bölgesel güç olabilir mi?
Daha da ötesi ABD bölgede izlediği yanlış politikaların sonucunda yeni bir rakibin, kendisine meydan okuyacak bir gücün doğuşunu da hazırlamış olabilir. Zira gelişmeler Uzak Doğu’da yeni bir bölgesel gücün oluşumuna işaret ediyor; eğer bu irade devam ettirilebilir ise…
Bölgede yeni bir nükleer-teknolojik gücün doğuşu, hiç kuşkusuz ABD’nin manevra alanının daraltılması ile eşdeğer olacaktır. Burada “İki Kore”nin sahip olduğu farklı teknolojik kapasite-üstünlükler ile onu destekleyen dinamik insan faktörü ve özellikle Güney Kore’nin sahip olduğu güçlü ekonomik alt yapının bir araya gelmesi, büyük oyuna yeni bir ivme kazandıracaktır.
İşte tüm bu sıralanan ve sıralanamayan nedenlerden ötürü iki Kore liderinin bir araya gelmesi önemli. Kuzey Kore ya da “Koreler Hadisesi”, bu kapsamda ABD’ye önemli bir darbe olarak değerlendirilebilir.
Diğer taraftan şu soru da büyük bir önem arz etmektedir: Bu sürecin arkasında kim ya da kimler var? ABD mi, Çin mi yoksa başka biri ya da birleri mi? Kuzey Kore’nin arkasında Çin’in, Güney Kore’nin arkasında ise bugüne kadar ABD’nin olduğu bilinen sırlardan…
Şu an için ortaya çıkan tablo pek de ABD lehine görünmüyor; dolayısıyla ABD’nin bu sürecin arkasında olması pek olası değil. Dolayısıyla gözler Çin, Çin-Rusya ikilisi ya da diğerlerine işaret ediyor. Mevcut şartlar altında dünyanın “ABD” ve “ABD Karşıtları” olarak bölünmüş olması burada oldukça önemli.
Daha somut bir ifadeyle, “ABD Karşıtları” tarafından bu güce karşı geliştirilen en etkin stratejinin onu beslendiği kaynaklardan mahrum etmek olduğunu görüyoruz. Bu da bizleri doğrudan doğruya yerküredeki krizlere, savaşlara ve bunların çözümüne götürüyor. Ortadoğu’da Suriye merkezli başlatılan “Astana Süreci” dâhil, tüm dünyada ülkeler kendi bölgelerindeki sorunları kendileri çözme eğiliminde. Dolayısıyla Kore hadisesi de bunun bir parçası olabilir…