Bir barış projesi olarak ortaya çıkan Avrupa Birliği’nin (AB) bugüne kadar yaşadığı evrim süreci incelendiğinde, Birliğin bütünleşme çabalarına dinamizmi veren unsurlar olarak kurucu antlaşmalar (Roma ve Amsterdam Antlaşmaları gibi), kurumsal değişimi içeren derinleşme çabaları ve yeni üye kabulünü içeren genişleme süreçleri ön plana çıkmaktadır. Bununla birlikte 21. yüzyıla girerken AB, 2008 küresel ekonomik krizinin “Eurozone” (Euro’nun kullanımda olduğu ülkeleri kapsayan parasal birlik bölgesi) üzerinde yaratmış olduğu olumsuz etkilerle, Londra, Madrid, Paris, Brüksel, Berlin ve Nice gibi şehirlerde yaşanan terörist eylemlerle, Arap Baharı sonrasında Birliğin güney coğrafyasında başlayan istikrarsızlık ve çatışma ortamının hızlandırdığı düzensiz göç ve mülteci sorunlarıyla, BREXIT (Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılması) süreci ile ve son olarak Rusya Federasyonu’nun Balkanlar bölgesini de içerecek şekilde küresel politikada artan etkinliği gibi hayati sorunlarla yüz yüze kalmıştır.
Bu koşulların etkisi altında AB’nin Batı Balkanlar bölgesine olan ilgisi bir duraklama dönemine girerek 2017 ve 2018 yıllarındaki gelişmeleri beklemek durumunda kalmıştır. Son dönemde Batı Balkanlar bölgesinin Avrupa bütünleşme sürecinde güçlü bir biçimde tekrar yer almaya başlaması, AB’nin yeni dinamizm arayışları çerçevesinde değerlendirilebilir. Bölge ülkelerinin temel dış politika amacı olarak, büyük ölçüde Avrupa-Atlantik kurumlarıyla bütünleşmeyi öngörmesi, AB’nin bölgedeki etkisini arttıran bir etkendir. Nitekim 2000’li yılların başından itibaren bölgedeki en önemli uluslararası aktör haline gelmiş olan AB, bölgesel barış ve istikrarın Avrupa’nın genel istikrarını doğrudan etkilediğinin farkındadır. Bu kapsamda yeni milenyum başlarken, Haziran 2003 tarihli Selanik Zirvesi’nde AB, Batı Balkan ülkelerinin Avrupa bütünleşme perspektifini güçlü bir şekilde vurgulamış ve ilk defa, gerekli kriterler karşılandığı takdirde bölgenin Birliğin bütünleyici bir parçası olduğu tespitine yer vermiştir. Bölgenin AB bütünleşme sürecine dâhil edilmesi, bir taraftan Avrupalı değerlerin bölgede yerleşik hale gelmesine katkıda bulunacak, diğer taraftan da AB’nin politik, ekonomik ve güvenlik çıkarları çerçevesinde bölgesel dönüşümünü sağlayacaktı. Fakat yukarıda belirtilen gelişmelerin etkisiyle Birliğin enerjisi yeni bir genişleme sürecinden çok, Birliğin iç istikrarının ve tutarlılığının muhafazası üzerine odaklanmıştır.
Bununla birlikte, Mart 2017 tarihinde toplanan AB Konseyi, Batı Balkanlar’ın Avrupa bütünleşme perspektifine yönelik desteğini teyit ederek bölgeye yönelik yeni bir genişleme sürecini başlatmıştır. 12 Temmuz 2017 tarihinde İtalya’nın Trieste şehrinde Arnavutluk, Kosova, Makedonya, Bosna-Hersek, Sırbistan ve Karadağ hükümet başkanları ve dışişleri bakanları ile AB temsilcilerinin katıldığı zirvede, Batı Balkanlar’ın AB bütünleşme sürecinde karşılaması gereken kriterlerin önemi vurgulanmıştır. AB Komisyon Başkanı Jean-Claude Junker de Eylül 2017 tarihinde yaptığı konuşmada, “Eğer yakın bölgemizde daha fazla istikrar istiyorsak, Batı Balkanlar için inandırıcı bir genişleme perspektifi sağlamamız gerekir.” diyerek, Batı Balkanlar bölgesinin AB ile bütünleşme sürecinin tamamlanmasının AB’nin güvenlik, refah ve barış hedefleriyle uyumlu olduğunu belirtmiştir.
Bu kapsamda, 6 Şubat 2018 tarihinde AB Komisyonu, “Batı Balkanlar ile AB İlişkilerinin Güçlendirilmesi ve Güvenilir Bir Genişleme Perspektifi” başlığını taşıyan stratejiyi uygulamaya koymuştur. Genişleme sürecine yeni bir soluk vermeyi amaçlayana bu strateji, Batı Balkanlar bölgesinin dönüşümünde AB bütünleşme sürecinin itici gücünü vurgulamış ve bölgedeki altı ülke (Sırbistan, Karadağ, Makedonya, Arnavutluk, Bosna-Hersek ve Kosova) için açık bir yönelim belirlemiştir. 2025 yılını olası genişleme tarihi olarak belirleyen strateji, hukukun üstünlüğü, demokratik kurumların güçlendirilmesi, temel hak ve özgürlükler, yönetişim, bağımsız ve etkili yargı sistemi, işleyen bir piyasa ekonomisi, yolsuzluk ve organize suçlarla mücadele gibi alanları, bölge ülkelerinin AB bütünleşme sürecinde ilerleme kaydetmeleri gereken önemli konu başlıkları olarak tespit etmiştir. Bunun dışında, iyi komşuluk ilişkileri çerçevesinde ikili sorunların ve anlaşmazlıkların çözülmesi, bölgesel işbirliği ve etnik gruplar arası uzlaşmanın sağlanması gibi konuların çözüm ve ilerleme bekleyen diğer başlıklar olduğu vurgulanmıştır. Bu anlamda, 2025 yılını bir taahhüt olarak değil, bir hedef olarak belirleyen söz konusu belge, bölge ülkelerine yönelik güçlü bir politik mesaj olarak tanımlanabilir. Son olarak, 17 Mayıs 2018 tarihinde Sofya’da toplanan AB-Batı Balkanlar Zirvesi’nde Birliğin Batı Balkanlar bölgesinin Avrupa bütünleşme sürecine olan desteği yinelenmiştir.
Bugün Batı Balkan ülkeleri ile AB arasındaki ikili ilişkilerin niteliğine bakıldığında, altı bölge ülkesinin Birlik ile değişen kategorilerde ilişkiler yürüttüğü görülmektedir. Sırbistan ve Karadağ, AB ile müzakere sürecini yürütmekte olan bölge ülkeleridir. Nisan 2018 tarihinde AB Komisyonu tarafından yayınlanan Arnavutluk ve Makedonya ile ilgili ilerleme raporlarında ise bu iki ülkenin gerçekleştirdiği ilerleme sonucunda katılım müzakerelerine başlanması yönünde tavsiye kararı alınabileceği belirtilmiştir. Bosna-Hersek ve Kosova ise, potansiyel aday ülkeler olarak değerlendirilmiştir.
Genel olarak, bölge ülkelerinin AB bütünleşme sürecinde yol alabilmeleri, Kopenhag kriterleri çerçevesinde gerçekleşmesi beklenen dönüşümlere ve aralarındaki ikili sorunları çözmelerine bağlıdır. Örneğin, Sırbistan’ın AB bütünleşme sürecinde mesafe alabilmesinin koşulları arasında Kosova ile bir anlaşmaya varılması ve AB’nin dış politikasıyla yakınlaşma, temel gereklilikler olarak sıralanmıştır. Bu doğrultuda 2013 tarihinde AB nezaretinde Belgrad ve Priştine arasında imzalanan Brüksel Antlaşması, iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleşmesi sürecinde atılmış önemli bir adım olmuştur. Bununla birlikte, Kosovalı Sırpların 15 Şubat 2012 tarihinde düzenledikleri referandumda %99,4 oranı ile Kosova kurumlarını kabul etmediklerini açık bir biçimde göstermiş olmaları, sorunun çok boyutluluğunun bir göstergesidir. Nitekim son dönemde gündeme gelen “toprak değiş-tokuşu” önerileri de şu ana kadar sorun çözücü olmaktan uzak kalmıştır. Bu tür bir önerinin gerçeklik kazanması, Bosna-Hersek ve Makedonya gibi bölgenin kırılgan ülkeleri için bir emsal oluşturma ve yeni istikrarsızlıkları beraberinde getirme potansiyeline sahiptir.
17 Haziran 2018 tarihinde Yunanistan ve Makedonya Dışişleri Bakanları tarafından imzalanan Prespa Antlaşması ile iki ülke arasında uzun süredir devam eden isim sorunu, “Kuzey Makedonya Cumhuriyeti” ismi çerçevesinde varılan uzlaşma ile son bulmuş görünmektedir. Bu anlaşma sonucunda Makedonya’nın “yeni” ismi ile AB ve Kuzey Atlantik Antlaşma Örgütü (North Atlantic Treaty Organization-NATO) üyelikleri önündeki Yunan vetosunun kalkabileceği değerlendirilmektedir. Her ne kadar Eylül 2018 tarihinde Makedonya’da düzenlenen referanduma yeterli katılım sağlanamaması nedeniyle antlaşmanın Makedonya toplumu tarafından onaylanması anlamında istenilen sonuca ulaşılmamış olsa da antlaşma, 120 sandalyeli Makedonya Parlamentosu’nun 69 temsilcisinin onayından geçmiştir. AB’nin yapıcı ve sorun çözücü girişimleri sonucunda Sırbistan-Kosova ve Makedonya-Yunanistan ikili anlaşmazlık konuları henüz taraflarca kabul edilen bir nihai sonuca ulaşmış değildir. Altı Batı Balkan ülkesi için belirlenmiş olan ve 2025 yılına kadar tamamlanması düşünülen AB üyelik hedefi, bölgedeki barış, istikrar ve refah ortamını gerçekleştirecek en önemli dinamiği ve yine bölgedeki ikili sorunları çözebilecek olan en önemli diplomatik gücü oluşturmaktadır. Böylece, Balkanlar bölgesinin, ünlü bölge uzmanı Maria Todorova’nın deyişiyle, Balkanlaşma sürecini geride bırakacağı ve Avrupalı değerlerin bir parçası haline gelerek “Güneydoğu Avrupalılaşmış” olacağı düşünülmektedir.