Soğuk Savaş sonrası dünya oldukça kritik sayılabilecek bir döneme girmiş bulunmaktadır. Vekalet savaşları, hibrit savaşlar üzerinden yeni uluslararası sistemin dolaylı inşa sürecinde artık nükleer silahlar ve 3. Dünya Savaşı söylemi çok daha sık kullanılmaktadır. Tek kutupluluk ve çok kutupluluk bağlamında kendisini gösteren bu güç mücadelesinde Asya jeopolitiği, Avrupa ve Pasifik noktasında kendisini göstermeye başlayan mevcut, potansiyel kriz alanları ile birlikte daha bir önem kazanmış durumdadır.
Kara ve deniz jeopolitikleri bağlamında kenar kuşakta da etkisini gösteren bu güç mücadelesinde “koridorlar” çok boyutlu güvenlik arayışlarında kalpgâha giden ana damarlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Rusya-Ukrayna Savaşının temel hedeflerinden birinin de Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) ve bu bağlamda koridorlar olduğu görülmektedir. Bu noktada Kuşak Yol Projesinin geleceğinde belirsizlik kadar, mevcut güzergahlardaki yoğunluk ve bu güzergahları hedef alan istikrarsızlaştırıcı faaliyetler, güvenlik sorunları ve artan endişeler, başta Asya bölgesi olmak üzere, Afro-Asya’yı, yani “Dünya Adası”nı yeni arayışlara itmektedir.
Daha somut bir şekilde ifade etmek gerekirse, örneğin ÇHC, tam kapasite ile kullandığı kuzey koridoru üzerinden Avrupa Birliği (AB) ile bağlantısı kesilen Rusya Federasyonu (RF)’nun ihtiyaçlarını karşılamaktadır.
Ukrayna işgali ile birlikte ağır bir ambargo ile karşı karşıya kalan RF’nin, ihtiyaç duyduğu hemen her şeyi Çin üzerinden temin etmesi nedeniyle, RF’ye giden tüm demiryolu kapasitesi Çin tarafından doldurulmakta. Dolayısıyla Çin’in, RF-Ukrayna savaşından sonra zaten tam kapasiteye ulaşması nedeniyle Kuzey Koridoru’na daha fazla yatırım yapmak istemeyeceği ve koridoru genişletmeyeceği düşünülmektedir.
Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC) ile Orta Doğu’dan ÇHC’ye sevk edilen petrol nakliyesinin 12.070 kilometre olan mesafesi, 2414 kilometreye kadar düşmesi ve Koridorun tamamlanması ile ÇHC, Güney Asya, Orta Asya, Ortadoğu ve Avrupa arasındaki ticari entegrasyonun önemli oranda artacağı değerlendirilmektedir. Bu açıdan Gwadar Limanı “girişimin kalbi” olarak öne çıkmaktadır.
Pekin, güney koridorunu Çin mallarını denizyoluyla AB’ye ulaştırmak amacıyla kullanmakla beraber bunun zaman kaybına ve yüksek maliyetlere neden olduğu ifade edilebilecektir.
Orta Koridor projesi ise diğer alternatiflerine göre ayakları yere basan ve avantajlar sağlayan bir proje olarak gözükmektedir.
Bununla birlikte Orta Asya ülkeleri, ekonomik bağımlılıkları nedeniyle Çin ile ticareti geliştirmek durumunda kalırken, Çin’in de, kendi arz ve/veya talep güvenliğinde kaynak çeşitliliğini tercih ettiği gözlenmektedir. Bu kapsamda Pekin’in tek bir güzergâha bağımlı olmamak adına enerjide olduğu gibi halihazırda hangi ülkelerden oluşacağı belli olmayan “Orta Koridor” bağlamında da güzergâh çeşitlendirmesine gitmesi beklenmektedir.
Çin için “Orta Koridor”da güzergâhları çeşitlendirmesinin, alternatifler yaratmak adına çekici olmasına rağmen birtakım zorlukları da beraberinde getirdiği düşünülmektedir. Bu bağlamda konuya ilişkin olarak bölge devletlerinden birinin öncülüğünde gerçekleştirilecek işbirlikleri, söz konusu zorlukların giderilmesine imkân yaratabilecektir.
Ayrıca Japonya destekli Asya Kalkınma Bankası tarafından finanse edilen TAPI (Türkmenistan – Afganistan – Pakistan – Hindistan) projesinin gerçekleşmesinin de Pekin’in kendisine rakip olarak gördüğü Hindistan’a avantaj sağlayacak olması nedeniyle ÇHC’nin Orta Koridor’a yönelmesinde etkili olabileceği hususunu akla getirmektedir.
Ayrıca, yukarıda da kısmen ifade edildiği üzere, RF-Ukrayna savaşı ile oluşan yeni jeopolitikte ABD’nin açıkça ÇHC’yi hedef alması dikkat çekmektedir. ABD, AUKUS ile ÇHC’nin, Doğu Çin ve Güney Çin Denizi’ni tutmayı planlamakta olup, ÇHC’nin diğer enerji tedarik yolu olan Hint Okyanus’u kısmını, bir diğer ifadeyle Malakka Boğazı’nın batısından Arap Denizi’ne uzanan hattı kontrolüne almaya çalışacaktır.
Diğer taraftan, Çin’in söz konusu bu deniz hattı ve buna paralel kenar kuşak üzerindeki ülkelerle (İran, Pakistan, Myanmar başta olmak üzere, Çin’e sınır-okyanusa çıkışı olan) imzaladığı anlaşmalar, yaptığı yardımlar ve müdahaleler ile bu etkiyi kırmaya çalıştığı uzunca bir süredir dikkatlerden kaçmamaktadır. Diğer taraftan Çin’in bu girişimlerine yönelik karşı hamlelerin özellikle Afganistan’daki yeni belirsiz dönem, Sri Lanka başta olmak üzere Çin’e yakın bölge ülkelerini siyaseten dizayn süreçlerinin başladığı ve bunun önümüzdeki süreçte diğer ülkeleri de içine alacak şekilde bölgede yeni bir jeopolitik inşa sürecine yol açacağı öngörülmektedir.
Bu denklemde, ÇHC’nin Doğu Denizi bölümünde güvenlik problemi oluşacağı ve bu yolun bir müddet sonra her türlü trafiğe kapanabileceği; bunun bir sonucu olarak Pakistan ve Hindistan’ın ön plana çıkacağı, dolayısıyla da çok yakın bir tarihte Hint Okyanusunda jeopolitik rekabetin daha da tırmanabileceği değerlendirilmektedir.
Sri Lanka’daki gelişmeler, bu sürecin önemli bir başlangıç noktasını teşkil etmekte olup, bunu bölgede daha da derinleşme-genişleme eğilimi gösteren Myanmar sorunu ile birlikte diğer ülkelerin de takip edeceği öngörülmektedir. Bu noktada da akla ilk olarak Bangladeş, Tayland, Laos, Kamboçya ve Nepal gibi ülkeler gelmektedir. Dolayısıyla Çin açısından “Hint Okyanusu-Basra-Kızıldeniz Hattı”nda oluşturmaya çalıştığı kara-deniz koridorları büyük bir risk ve belirsizlikle karşı karşıyadır. Bundan dolayı daha ucuz ve güvenli olan kara nakliyesinin önem kazanacağı öngörülmektedir.
Bu sebepten dolayı, bölgede yarım kalmış, başlatılamamış projelerin bir an önce hayata geçirilmesi, sadece bölge açısından değil, Çin boyutuyla da önem kazanmaya başlamış görünmektedir. Bu bağlamda Orta Asya ve Güney Asya’yı en temelde bağlamaya aday, Hazar üzerinden Kafkasya’ya ve Avrupa’ya kadar uzanabilecek daha büyük çaplı bir koridorun inşasında Trans-Afgan Projesinin hayata geçirilmesi artık bir kaçınılmaz ihtiyaç olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu konuda Pakistan için Afganistan ve Türkmenistan ile ilişkiler ön plana çıkmaktadır. Ancak dünyaya açılmaya başlayan Türkmenistan, gereken her türlü desteği sağlayabilecek kapasitededir. Bunun örneği de zaten TAPI’de görülmektedir.
Buradaki diğer iki kilit ülke, hiç kuşkusuz Pakistan ve Hindistan’dır. İki ülke arasındaki işbirliği, sadece Afganistan boyutuyla değil, Orta Asya devletlerinin bu ülkelerle ikili ilişkiler kurma-geliştirme noktasında ellerini rahatlatacak, diğer bölgesel-küresel güçler karşısında manevra alanlarını da güçlendireceklerdir.
Bu noktada, Pakistan’ın refahı ve geleceği için söz konusu koridorun en azından bir kısmının ivedi şekilde faaliyete alınmasının, bunu bölge ve güzergah ülkeleri ile ortak bir konsorsiyum olarak hayata geçirmesinin ve gereken mali desteği finansal destek sağlayan küresel kuruluş ile ülkelerden temin cihetine gitmesinin kaçınılmaz olduğu değerlendirilmektedir. Bu husus, Çin’in bölge ülkeleri üzerinde inşa etmeye çalıştığı “finansman tekeli” iddialarına karşı da bölge ülkelerini rahatlatıcı bir hamle olacaktır.
Küresel ekonomik buhran, artan nüfus, iklim krizi, gıda tedarik yollarında oluşacak daralma ve ABD’nin ÇHC’ye yönelik planlamaları göz önüne alındığında, bölge devletlerinden en az birinin inisiytafi ele alması gerekmektedir.
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse; Rusya-Ukrayna Savaşı ile birlikte önemi-önceliği daha da artan “koridorlar” mevzuu, bundan sonraki süreçte yeni güç mücadelesinin adı-adresi olarak karşımıza çıkmaktadır. Kuşak Yol Projesini hedef alan saldırılar (CPEC örneğinde görüldüğü üzere), Kuzey Koridorunun belkemiğini oluşturan Rusya’nın geleceğindeki belirsizlik ve hatta bunun Rusya-Çin ilişkileri bağlamında yol açabileceği bir takım beklenmedik sonuçlar, hali hazırda kapasitesini aşmış bulunan bu rotanın geleceğinde soru işaretlerini arttırmakta, bu da haliyle Pekin’in yürüttüğü Kuşak Yol Projesini başta Çin olmak üzere, bölge devletleri açısından büyük bir belirsizlik içine itmiş görünmektedir. Aynı şekilde Doğu Çin Denizi’nden başlamak üzere, Basra-Kızıldeniz’e kadar uzanan hattaki yeni istikrarsızlıklar, güvenlik sorunları da bu bölgeleri içine alan koridor arayışlarını sekteye uğratacak gözükmektedir. Projeye, dolayısıyla da Çin’e yönelik sessiz endişe ve bir takım arayışların altında da bu husus yatmaktadır. Bundan ötürü bölge devletlerinin mevcut/olası konjonktürü lehlerine çevirici, inisiyatifi ele alıcı daha güçlü bir irade ortaya koymaları bir zorunluluk haline gelmiş görünmektedir. En güvenli istikamet -güzergâh olarak Güney Asya-Orta Asya-Kafkasya’yı merkeze alan Orta Koridor, bölge devletleri arasında işbirliğine en açık olan ve bu kapsamda arayışların somut proje önerileniyle ön plana çıktığı bir çözüm koridoru olarak karşımıza çıkmaktadır. Mevcut şartlar altında Çin’in de menfaatine olan bu koridor, Asya merkezli yeni dünya düzenini inşa sürecinde önemli bir belkemiğini oluşturacaktır. Bölge ülkelerinin işbirliğine yönelik iradelerini bu kapsamda güçlendirmeleri hiç kuşkusuz büyük bir önem arz etmektedir. Bölgenin tarihsel arka planı ve sahip olduğu yapıcı değerler-miras, ona bu şansı vermektedir. Bölgenin daha fazla kaybedecek zamanı bulunmamaktadır.