Tarih:

Paylaş:

Arabia Eudaímõn’dan İnsanlık Dramına: Yemen

Benzer İçerikler

Arabia eudaímõn ya da Arabia felix sıfatıyla bir saha tanımlanmak istense, bugün hiç kimsenin aklına Yemen gelmeyecektir. Tarihsel açıdan ünlü coğrafyacıların tanımlamalarına bakıldığında, eudaímõn ya da felix yakıştırması, su ve bitki örtüsü bakımından zengin herhangi bir verimli alanı karakterize etmek için kullanılmıştır. Söz konusu kavram, başlangıçta Antik Yunan ve Romalı coğrafyacılar tarafından bütün bir Arap yarımadasını kapsayacak şekilde geniş tutulmuş olsa da özelde “Arabia eudaímõn/Arabia felix”; yani “mutlu Arabistan” sıfatıyla kayda geçirilen coğrafyanın verimli Yemen toprakları olduğu bilinmektedir. Yunan coğrafyacı Eratosthenes’in Batlamyus olarak bilinen ünlü İskenderiyeli matematikçi ve coğrafyacı Claudius Ptolemy’in veya döneminde dünyayı beş bölgeye ayıran tek Romalı coğrafyacı olan Pomponius Mela’nın eserlerinde ya da o dönem ticaretle uğraşanlarının meşhur el kitabı Periplus Maris Erythraei’de bu anlamda tanımlamalara rastlamak mümkündür. Tarihin penceresinde mutlu ve verimli bir coğrafyayı tasvir eden Yemen toprakları için benzer tanımlamalar yapabilmek ise artık pek mümkün görünmemektedir. Kısacası bir zamanların “mutlu Arabistan”ı, artık hüzün ve insanlık dramıyla anılan bir ülkedir.

Her ne kadar Yemen, geçmiş yüzyıllarda mutlu bir coğrafya olarak anılsa da tarihsel olarak bakıldığında, savaşların ve istilaların beşiği olan bir ülkedir. Ancak burada Yemen’i farklı kılan unsur vardır. O da hiçbir devletin Yemen üzerinde mutlak kontrol sağlayamamasıdır. Buna göre, siyasi ve toplumsal yapının eşitsiz bir düzlemde ilerlediğini öne süren tarafların çatışmalarıyla dolu olan Yemen, toplumsal yapısı itibariyla oldukça sorunlu ve idare edilmesi zor sahalar arasındadır. Bu açıdan bakıldığında, stratejik bir noktada yer alan Yemen’in iç siyasi yapısında, aşiretlerin ve mezheplerin etkinliğinin ciddi düzeyde olduğu görülmektedir. Yemen’in toplumsal yapısının şekillenmesinde büyük pay sahibi olan aşiretler, Osmanlı Devleti çatısı altında yaklaşık dört yüz yıl boyunca varlığını sürdürdüğü dönemde bile, Yemen üzerinde hâkimiyetin sağlanmasında büyük engel teşkil etmişlerdir. 1536 yılından itibaren, Osmanlı Devleti’nin bölgede Zeydi aşiretlerle uğraşması ve 1891 yılında İmam Yahya önderliğindeki Zeydi Hanedanlığı’nın monarşi ilan etmesinin ardından Zeydi-Şafii karşıtlığının başlaması, bu durumun somut göstergeleri arasındadır. Diğer taraftan İngiltere’nin 1839 yılında Aden bölgesini işgal etmesi ve Hindistan sömürgesine bağlaması da Yemen’in toprak bütünlüğünü zedeleyen ilk hareket olması bakımından önemlidir. Dolayısıyla Yemen’in bugün içinde bulunduğu sorunların kökeni, bahsi geçen tarihlere kadar uzanmaktadır. Yemen topraklarında yaşanan iç savaşın tarihsel köklerine etraflıca bakıldığında ise mezhepsel ve ideolojik faktörlerin yanı sıra; jeostratejik, sosyo-ekonomik ve bölgesel dinamiklerin de ağırlığı hissedilmektedir. Tarihsel düzlemde süregelen çatışma durumu, bugün Yemen coğrafyasında kronikleşmiş ve karmaşık bir yapı arz etmektedir.

Romalı ve Antik Yunanlı coğrafyacılarının da dikkat çektiği üzere Yemen toprakları, Kızıl Deniz ile Hint Okyanusu’nu birbirine bağlayan Aden Körfezi’ne hâkim bir pozisyonda yer almaktadır. Yemen’in güney kısmında yer alan Aden Limanı ise doğal yapısı nedeniyle deniz ticaret yollarının kavşak noktasıdır.  Bu anlamda deniz ticaretinin yaklaşık %70 civarındaki kısmının Süveyş Kanalı, Kızıl Deniz ve Aden Körfezi’nin yer aldığı noktalar üzerinden gerçekleştiği düşünüldüğünde, bölgenin stratejik önemi ve istikrarı daha da ön plana çıkmaktadır. Ayrıca Yemen, Suudi Arabistan ve Umman’la da sınır komşusudur. Kısacası stratejik savaşın kalbinde yer alan Yemen’in jeostratejik konumu itibariyle mücadele sahası olması şaşırtıcı değildir.

Yemen İç Savaşı’nda etkili olan faktörlerden olan mezhepsel ayrışmalara bakıldığında, çatışma halinin genel olarak Sünni-Şii ayrılığı temeline çekilmek istendiği görülmektedir. Tarih boyunca iktidar mücadelesine sahne olan Yemen’in mezhep yapısında Zeydilik ve Şafiilik toplumsal temsil bakımından önde gelen mezheplerdir. Bununla birlikte, Şii mezhepler arasında Zeydilik, “Ehl-i Sünnet”e en yakın mezhep olarak değerlendirilmektedir. Burada Zeydilik inancının özellikle imamet ve dört halife konusundaki görüşleri, söz konusu yakınlaşmada önemli rol oynamaktadır. Konuya Yemen minvalinde bakıldığında, taraflar arasında süregelen mücadelede belirleyici olan faktör, itikadi olmaktan ziyade; siyasi niteliktedir. Bir başka ifadeyle, iki taraf arasındaki çatışma hali, siyasi nitelikli bir iktidar mücadelesi olmakla birlikte, konjonktüre uygun gelişim göstermektedir. Zeydilik inancı içinden çıkarak siyasallaşıp, bu alanda mücadele veren Husiler’in faaliyetleri ise son derece dikkat çekicidir.

Diğer taraftan son dönemlerde şiddeti daha da artan bu tür mezhepsel ayrışmalarda öne çıkan önemli bir unsur da Selefi grupların faaliyet alanlarını daha çok genişleterek alan kazanmasıdır. Selefi grupların destek gördüğü yerlere bakıldığında, Suudi Arabistan sınırı ile Sünni kesimin yaşadığı bölgeler dikkat çekmektedir. Bu anlamda Selefiliğin yayılmasında, Suudi Arabistan’ın rolü kritik öneme sahiptir. Arap Baharı sonrasında yaşanan gelişmeler; Selefi grupları da etkisi altına almış, önceleri hiçbir siyasi yapılanma içerisinde yer almayan Selefiler, Husiler’in bölgede izledikleri politikalar neticesinde Husiler’e karşı mücadeleye girişmişlerdir.

Yemen’de mevcut durumda etkili rol oynayan faktörler arasında Arap El-Kaidesi de önemlidir. Bu açıdan bakıldığında, Yemen’deki terör sorununun önemli bir kısmını oluşturması bakımından bahsi geçen örgütün dikkate değer olduğu ifade edilebilir. Nitekim Yemen’deki otorite boşluğundan faydalanan El-Kaide yapılanması, mezhepsel ayrılıkları da fırsat bilmekte ve etkin bir biçimde kullanmaktadır.

Yemen’de yaşanan çatışmalarda etkili olan bir diğer faktör de ülkenin toplumsal yapısıdır. Daha açık bir ifadeyle, Yemen toplumunun genel karakteristik özelliğinde akrabalık ilişkisi üzerine inşa edilen kabile/aşiret tipi örgütlenme yer almaktadır. Tarihsel olarak bakıldığında, kabilelerin uzlaşması sonucu yöneticilerin belirlenmesi, Yemen’de iktidar sorunu yaşanmasında etkili olan kritik bir unsur olmuştur. Dolayısıyla Yemen’in geleneksel kodlarında kabile/aşiret aidiyetinin olması, merkezi otoritenin hâkimiyetini sarsıcı bir nitelik taşımakla kalmamış ve istikrarın sağlanmasını da zorlaştırmıştır. Bu sebeple de kabile/aşiret liderinin diğer ülkelerle geliştirdiği ilişkiler ve kurduğu ittifaklar da yaşanan çatışmalarda etkili olmuştur.

Diğer taraftan Yemen’in sosyo-ekonomik yapısının farklılık arz etmesi de çatışmalara kaynak teşkil etmesi bakımından önemlidir. Buna göre ülkenin kuzey kesimi ile güney kesimi arasında yaşanan farklılık, toplumsal yapıyı ayrıştırıcı bir nitelik taşımış ve sorunların derinleşmesine neden olmuştur. Bu anlamda Osmanlı Devleti’nin çatısı altında yaşarken Yemen’in kuzey bölgesinin kendi bağımsızlığını ilan etmesi ve ardından bölgenin güneyinde İngilizlerin kurduğu hâkimiyet de önemli kırılma noktaları olarak görülebilir. Her ne kadar 1990 sonrasında ülkenin bütünlüğünü sağlamaya yönelik bir birleşme yaşanmışsa da dönemin Cumhurbaşkanı Salih’in uygulamaları, taraflar arasındaki kutuplaşmayı daha da arttırmıştır. Arap ülkeleri arasındaki en fakir ülkelerden olan Yemen’in mevcut ekonomik durumu, istikrarsız yapıyı daha da aşındırmaktadır. Bu anlamda hayat şartlarının oldukça zor olduğu Yemen’de, fakirlikle de mücadele edilmektedir. Nitekim ülkedeki gençlerin yaklaşık %60’ı işsizdir. Dolayısıyla mevcut sosyo-ekonomik yapı, Yemen’in istikrara kavuşmasında engelleyici rol oynamaktadır.

Yemen’de yaşanan çatışmaların hız kazanmasında ve büyümesinde belirleyici olan faktörlerin başında Suudi Arabistan ile İran’ın bölge üzerinde yaşadığı rekabet vardır. İran penceresinden konuya bakılacak olunduğunda, bugün Husiler ile İran arasında süregelen ilişkinin temel kırılma noktasını 1979 yılında İran’da gerçekleşen İslam Devrimi oluşturmaktadır. Bilindiği üzere “devrim ihracı ve nüfuz etme” stratejisi, devrim sonrasında İran’ın uyguladığı dış politikanın temel parametreleri arasında yer almış ve bu amaçla Tahran, özellikle de bölgedeki Şii azınlıklarla köprüler kurmaya gayret göstererek, ilişkilerini derinleştirme arzusu içerisinde olmuştur. Burada İran’ın Şii İslam Dünyası’nın bölgedeki hamisi olma rolünü üstlenme arzusu taşıdığı ve uzun vadeli planının “Şii Hilali”ni gerçekleştirmek olduğu öne sürülebilir. İran’ın Husiler’le yürüttüğü ilişki de genel olarak bu çerçevede değerlendirilmektedir. Zira Şii Hilali olarak tasvir edilen coğrafyada, Yemen’in önemli bir pozisyonda yer almasının yanı sıra, ülke nüfusunun yaklaşık %42’lik kesimini de Şii mezhebinin oluşturması İran’ı cezbetmektedir. İran’da İslam Devrimi’nin gerçekleştiği sırada Husiler’in devriminden yana tavır alması ve Batı ülkelerinin politikalarına karşı İran’la ortak paydada buluşması, Husiler’in İran ile yakın ilişkiler geliştirmesinde önemli rol oynamıştır. Taraflar arasında gelişen bu ilişkiler çerçevesinde İran’ın Husi isyanlarına destek verip, söz konusu isyanları teşvik ettiği ifade edilmektedir. Burada Husiler’in Kum şehrinde eğitim sürecinden geçirildiği ve Husiler’e askeri teçhizat ile maddi yardım sağlandığı yönünde iddialar öne sürülmektedir. İran ise Husiler ile yürüttüğü ilişkiyi Şii mezhebine mensup halkın hakları temelinde açıklamaya çalışmakta ve mevcut iddiaları kabul etmemektedir.

Suudi Arabistan açısından bakıldığında ise 1930’lu yıllardan itibaren bölgeyle ihtilafa düştüğü zamanlar olduğu ve bu ihtilaflarda Riyad’ın farklı tarafları desteklediği görülmektedir. Nitekim Soğuk Savaş döneminde Kuzey Yemen yönetimini destekleyen Suudi Arabistan’ın bu tutumu zamanla değişiklik göstermiş ve birleşme sonrası dönemde Salih yönetiminin Husiler’le anlaşmasının ardından Suudi Arabistan desteğini çekmiştir. İran’ın bölgedeki etkinliğinin artması ve Husiler’in ilerleyişi nedeniyle Riyad yönetiminin endişeleri de artmıştır. Bu doğrultuda Suudi Arabistan, Yemen’de Sünni kesimi destekleyerek, nüfuz oluşturmaya çalışmıştır. Husiler’in ilerleyişi karşısında hareket kabiliyetini arttıran Suudi Arabistan hem kendi ülkesinin güvenliği hem de Husilerin ilerleyişini durdurmak için operasyonlar düzenlemiştir. Ne var ki ne Suudi Arabistan öncülüğünde düzenlenen operasyonlardan ne de BM’nin önayak olduğu diyalog çağrılarından olumlu bir sonuç çıkmıştır. İran tarafından Husiler’e yapıldığı iddia edilen askeri yardımın önüne geçmek adına Yemen’in abluka altına alınması ve düzenlenen hava saldırıları, sivillerin de çok ciddi biçimde etkilenmesi sonucunu doğurmuştur.

Gelinen noktada, Yemen’in içinde bulunduğu durumda hem İran’ın hem de Suudi Arabistan’ın etkisi yadsınamayacak derecededir. Yemen’in geçmişinden bu yana süregelen ayrılıkların, özellikle Suudi Arabistan ve İran tarafından körüklenmesi, sorunları derinleştirmekle kalmamış aynı zamanda içinden çıkılmaz bir noktaya taşımıştır. Bu açıdan bakıldığında, taraflar arası çatışma durumu, Arap Baharı sonrası daha da şiddetlenmiş ve bu şiddet sarmalı, İran ile Suudi Arabistan’ın bölge üzerinde yürüttüğü etkinlik mücadelesi nedeniyle toplumun tümüne yayılmıştır. Bugün Yemen’de var olan kaos ortamı, milyonlarca Yemenlinin zarar görmesine ve dolayısıyla Yemen’de bir insanlık dramının yaşanmasını sebebiyet vermektedir. Özellikle de Suudi Arabistan öncülüğünde sürdürülen askeri operasyonlar neticesinde ülkenin yıkıma uğraması oldukça önemlidir. Bu operasyonlarda Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan’ın önemli destekçilerindendir. Yemen konusunda BAE’nin kaygılarında öne çıkan olgu ise ağırlıklı olarak ekonomik nedenlere dayanmaktadır. Çeşitli kaygılara rağmen başta Skorto Adası olmak üzere Aden, Hudeyda, Duba gibi stratejik limanların kontrolünü ele geçirmek isteyen BAE, böylelikle kendi nüfuz alanını genişletme arzusundadır.

Diğer taraftan, özellikle Husiler’in saflarındaki çocukların cephe hatlarında kullanılması, temel insan hakları ihlallerinin başında yer almakla birlikte, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin altıncı maddesinde yer alan “yaşam hakkı”nın ve otuz sekizinci ile otuz dokuzu maddelerde vurgulanan “silahlı çatışmadan korunma hakkı”nın ihlal edildiği gerçeğini de gözler önüne sermektedir. Benzer şekilde Yemen’de, küçük yaştaki çocukların gündelik işlerde çalıştırılması da BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin otuz ikinci maddesinde yer alan “çocukların çalışmalarına yönelik ilkeler”in ihlali anlamına gelmektedir. Yemen’de eğitim yerlerinin tahrip edilmesi ve Yemenli çocukların iyi ve kaliteli bir eğitim alamaması da oldukça kritik bir sorundur. Buna göre iç savaşın devam ettiği Yemen coğrafyasında, yine aynı Sözleşme’nin yirmi sekizinci ve yirmi dokuzuncu maddeleri olan “eğitim hakkı” ve “eğitimin hedeflerine ilişkin ilkeler” ihlal edilmektedir. Her şeyden önemlisi de tüm dünyanın gözleri önünde yaşanan bu hak ihlallerine çözüm üretilememektedir.

Ayrıca sağlık kuruluşlarından su kaynaklarına, gıdadan üretim tesislerine kadar Yemen’in birçok hayati alanı tahrip edilmiş ve insanların zorunlu ihtiyaçlara ulaşım sağlaması neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi’nin yirmi iki milyondan fazla kişinin insani yardım ve korunmaya muhtaç olduğunu belirtmesi de ülkede oluşan insanlık dramını gözler önüne sermesi bakımından önemlidir. Yemen’e çeşitli yardım kuruluşlarının destekleri olsa da çatışma halinde olan tarafların farklı bölgeleri kontrol altında tutuyor olması, insani yardımların ulaştırılmasında aksamalara neden olmaktadır. Daha açık bir ifadeyle, yardım kuruluşlarının ihtiyaç sahiplerine yardımları ulaştırabilmesi için bu çatışan grupları da ikna etmesi gerekmekte ve bu durum da yardımların zamanında ulaşmasını zorlaştırmaktadır.

Soruna iç ve bölgesel dinamikler haricinde, uluslararası aktörler temelinde bakıldığında ise ABD ve İngiltere’nin politikaları dikkat çekicidir. ABD’nin ve İngiltere’nin Yemen’e yönelik politikalarının Suudi Arabistan’la koordineli bir şekilde geliştiği bilinmektedir. Bölgede varlığını sürdüren Arap El-Kaidesi’nin terörist faaliyetlerinin sonlandırılmasına yönelik ABD’nin girişimleri bulunsa da Husiler’in ilerleyişinin ve dolayısıyla İran’ın etkinliğinin kırılması, stratejik açıdan öncelik teşkil etmektedir. Burada ABD için dikkate değer olan bir diğer nokta da Yemen’in konumudur. Yemen’in uluslararası deniz ulaşım güzergâhında önemli bir pozisyonda yer alması, ABD için oldukça önemlidir. Dolayısıyla böylesine önemli bir konumda yer alan bir bölgenin İran’ın etkinliğine bırakılması, ABD için kabul edilebilecek bir seçenek değildir. Burada ABD ve İngiltere’nin Suudi Arabistan’a silah satışı yapan ülkeler listesinde başı çekmesi de vurgulanması gereken bir noktadır. Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün araştırma verilerine göre, 2015-2017 yılları arasında ABD’nin Suudi Arabistan’a silah satışında %38’lik bir artış yaşanmıştır. Benzer şekilde İngiltere’nin, Almanya’nın ve Fransa’nın da Suudi Arabistan’a azımsanmayacak oranda silah sattığı bilinmektedir. Rusya’nın ise Yemen sorununa müdahil olmak hususunda dikkatli bir tutum takındığı gözlenmektedir. Bu bağlamda Moskova, ne Husiler’in faaliyetlerine ne de Suudi Arabistan öncülüğünde gerçekleşen operasyonlara destek vermektedir. Her iki tarafla da diyaloglarını sürdürme yanlısı bir politika izleyen Rusya, Yemen’de çok aktif bir tutum içerisinde olmamaya özen göstermektedir.

Tüm bu genel bilgiler ışığında, Yemen’de süregelen sorunların son düzlemde iç savaş ve dolayısıyla da insanlık krizinin yaşanması sonucunu doğurduğu ifade edilebilir. Bu krizin daha da vahim hale gelmesinin önüne geçmek adına, acil önlemlerin alınması gerekmektedir. Aksi takdirde telafisi mümkün olmayan travmalar yaşanabilir ve söz konusu kriz, öngörülemeyen yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Daha açık bir ifadeyle Yemen’de yaşanan çatışma hali, mevcut terörist faaliyetlerin şiddetinin daha da artmasına ve küresel düzeyde yayılım göstermesine olanak sağlamakla birlikte terörist yapılanmaların yuvalanmasına ve yeni teröristler türemesine de sebep olabilir. Bu noktada güvenlik riski sadece bölgesel kalmayarak küresel düzeyde genişleme gösterebilir.

Mevcut çatışma halinin boyutları düşünüldüğünde, BM gözetiminde İsviçre’de başlatılan barış görüşmeleri bir dönüm noktası olabilmesi açısından anlamlıdır. Bu çerçeveden bakıldığında, uzun süreli hedeflere ulaşabilme adına öncelikle Hudeyde Limanı’nda ateşkes ilan edilmesi, San’a’da bulunan havalimanının yeniden uçuşlara açılması ve esir değişimi gibi kısa vadeli hedeflerin belirlenmesi oldukça önemli gelişmelerdir. Kalıcı barışın sağlanmasına yönelik bir adım olarak değerlendirilen bu durumun bazı riskler barındırdığı da söylenebilir. Buna göre, çatışmanın tarafları olan Husiler ile hükümet temsilcileri masada yer alsa da bölgesel düzeyde taraflara destek veren aktörler olan Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve İran görüşmelerde bulunmamıştır. Diğer taraftan görüşmelerin eşit bir düzlemde ilerlememesi halinde, daha kötü sonuçların yaşanabilme olasılığı da bir başka risk faktörü olarak değerlendirilebilir. Nitekim barış görüşmeleri, çatışmaların tamamen sona ermesi anlamına gelmeyeceği gibi, kalıcı barışın sağlanabilmesi noktasında önemli bir fırsat olarak da nitelendirilebilir.

Sonuç itibariyle tarihten gelen ayrılıkların önüne geçilmesi zaman almakla birlikte, tüm tarafları kapsayıcı bir yol haritasının izlenmesi sanıldığı kadar zor değildir. Bu noktada mevcut krizin aşılmasında öncelikli hedef Yemen halkının tüm taraflarının taleplerinin doğru okunması olmalıdır. Burada, küresel ve bölgesel güçlerin çıkar odaklı yaklaşımlarının bertaraf edilerek toplumsal mutabakat temelinde hareket edilmesi önemlidir. Yemen’de etkin olan karar alıcıların, tüm etnik ve mezhepsel farklılıkları gözeterek, bütünleştirici bir söylem geliştirmesi ve politikalarını bu çerçeveye oturtması krizin aşılmasında belirleyici olacaktır.

Doç. Dr. Fatma Anıl ÖZTOP
Doç. Dr. Fatma Anıl ÖZTOP
Doç. Dr. Fatma Anıl Öztop Kocaeli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir. Doktorasını “Karar Birimlerinin Dış Politika Yapım Sürecinin İşleyişine Etkileri: Türk Dış Politikası Örneği” adlı çalışmasıyla Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’ndan, yüksek lisans derecesini Türkiye Cumhuriyeti Tarihi üzerine “Türk-İngiliz İlişkileri (1939-1945)” isimli çalışmasıyla Fırat Üniversitesi’nden, lisans eğitimini ise uluslararası ilişkiler üzerine Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden almıştır. Çalışmalarını terörizm, devlet-içi çatışmalar ve dış politika üzerine yoğunlaştıran Dr. Öztop’un Terrorism and Political Violence, Middle Eastern Studies gibi çeşitli dergilerde yayınlanmış makaleleri, kitap bölümleri ve “Terörizm ve Kadın: Fail mi Kurban mı? (2022)”, “Türk Dış Politikası Yapım Sürecinde Karar Birimlerinin Etkileri (2016)” ve “Dış Politika Analizi Üzerine Okumalar (E. Efegil ve R. Kalaycı ile birlikte, 2020)” adlı kitapları mevcuttur. 2011 yılında Fırat Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Uzman olarak göreve başlayan Öztop, bu görevini 2016 yılına kadar sürdürmüştür. 2016 yılından itibaren Kocaeli Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmaya devam eden Dr. Öztop, evli ve iki çocuk annesidir.