İran’da 7 Haziran 2017 tarihinde meydana gelen terör saldırısı uzun zamandır beklenmekteydi, çünkü Tahran DAEŞ için öncelikli hedef haline gelmişti. Şii çoğunluğuna sahip olan İran İslam Cumhuriyeti’nin er ya da geç terör saldırılarına maruz kalacağı tahmin ediliyordu. Ayrıca İran’ın, Irak’ta bulunan Şii askerleri ve paramiliter güç varlığına Suriye’deki Lübnan ve Irak’a ait Şii askerlerini denetleyerek Esad rejimini desteklediği gerçeğini de eklersek 7 Haziran’da ortaya çıkan tabloya şaşırmamak gerekiyor.
Saldırıdan birkaç ay önce, İran İslam Cumhuriyeti ülkedeki Sünni azınlığa karşı propagandalarını artırmıştı. Bu yüzden Mart ayının sonlarına doğru DAEŞ, Sünnilere İran Devleti’ne karşı ayaklanma için Farsça mesajlar yayınlamıştı. İran’da ilk terör saldırısı 7 Haziran’da meydana gelmesine rağmen, bu ilk girişim olduğu anlamına gelmez. 2015 yılından bu yana İranlı yetkililer, Tahran’a saldırmaya hazırlanan bir terör hücresini dağıtmıştır. Bu açıdan, İran’ın çok iyi koruduğu parlamentosunun ve teokratik devrimin sembolü olan Ayetullah Humeyni Türbesi’nin, 7 Haziran’da terör örgütü tarafından hedef alınıp saldırılara uğraması epey anlamlıdır. Başka bir deyişle, İranlı yetkililer saldırılara karşı temkinli davranmasına rağmen, DAEŞ saldırıları gerçekleştirmeyi başarmıştır.
Yaşananlar İran’ın ekonomisini ve siyasetini krize götüreceğe benzemektedir. Terör saldırısı özellikle yeni seçilen Hasan Ruhani’nin seçim kampanyası boyunca kullandığı, İran ile sınırdaş ülkeleri arasındaki güvenlik sorunlarıyla uğraşırken Tahran’ın emniyeti üzerinde vurgu yaptığı söylemlerini zedelemiştir. Başkanlık seçimlerinde ağır bir yenilgiye uğrayan radikaller, saldırıyı bir iç politika argümanı olarak kullanabilir. İlk başta İranlı yetkililer, terör saldırısının etkisini minimize etmek için, teröristlerin parlamento binasında bulunduğu esnada meclis toplantısına devam etmişlerdir. Ancak aynı gün içinde İran İslam Devleti, Mayıs 2017 tarihli Manchester örneğinde olduğu gibi, Batı’da öfke uyandırmak umuduyla, uluslararası topluma sosyal medya üzerinden çağrıda bulunmuştur. Aynı zamanda sosyal medyada birçok İranlı, Suudi Arabistan’ı ve ABD’yi DAEŞ’in ülkelerinde gerçekleştirdiği saldırılar ile ilişkilendirmiştir. Aslında DAEŞ’in İran, Suriye ve Irak’taki düzeni bozmak amacıyla Suudi Arabistan ve ABD’nin bir icadı olduğu iddiası İran’a ait bir klasik yaklaşımdır. 21 Mayıs 2017 tarihli Riyad Zirvesi’nde ABD Başkanı Trump ve Arap Yarımadası ülkeleri biraraya gelerek İran’ın izole edilmesine dair görüşmüş ve İran Devleti’nin bu yaklaşımını doğrulamıştır. Zirvede Ortadoğu’daki terörün ve şiddetin sorumlusu İran ve DAEŞ ekseni olarak tanımlanmıştır.[1] Ancak bu olaydan sonra, İranlı yetkililerin, özellikle Sünni nüfusun çoğunlukta bulunduğu sınır bölgelerinde (Sistan, Belucistan, Kürdistan) güvenlik tedbirlerini artırması beklenmektedir. İran’daki radikaller, Başkan Ruhani üzerindeki baskıyı artırarak Batı’ya karşı daha sert bir politika izlenmesini isteyebilir.[2]
İran İslam Cumhuriyeti’nin bölgede stratejik bir öneme sahip olması, başına kötü senaryolar gelmesine yol açabilecek önemli sebeplerdendir. Bundan dolayı, Suudi Arabistan gibi bölgedeki aktörlerin endişeleri kolay anlaşılabilir. İran, Körfez Arap monarşilerinin aksine yüzyıllardır var olan güçlü bir devlet geleneğine sahiptir. 80 milyon civarında nüfusa, yetenekli işgücüne, hidrokarbonlara ve nesnel rekabet unsurlarına sahip olan İran, Riyad için bölgesel bir rakiptir. Bu durum, en çok İsrail’in başını ağrıtabilir. Nitekim aynı durum, Temmuz 2015 tarihinde ABD ve İsrail’in, İslam Cumhuriyeti’ne nükleer anlaşma imzalatmak için ısrarlarına yol açmıştır.[3]
CIA’in İran masasına, Usame Bin Ladin’in öldürülme operasyonunu yürüten ve karşı terör operasyonları konusunda uzman bir isim olan Ayetullah Mike’ın atanması, Trump yönetiminin İran’a karşı örtülü operasyon yapma konusunda bütün seçenekleri değerlendirmekten çekinmeyeceğini göstermektedir. İran’daki bu terör saldırılarını Ortadoğu’da yeniden şekillendirilmeye çalışılan düzenden bağımsız okumak mümkün değildir. Arap-İsrail karşıtlığı üzerinde biçimlenen jeopolitik denklemin Sünni-Şii eksenine göre yeniden kurgulanabilmesi için, dışarda Sünni blok oluşturmaya çalışan ABD-İsrail-Suudi Arabistan ittifakının, içeride de terörü bir araç olarak kullanmaya devam etmesi muhtemeldir. Bütün bu çevreleme politikaları ve terör eylemlerine karşı İran’ın cevabının ağır olacağı söylenebilir. İran İstihbarat Bakanı Mahmut Alevi’nin Tahran’daki saldırıyı planlayan kişinin öldürüldüğüne dair açıklaması, İran’ın her ne olursa olsun buna tepkisiz kalmayarak öç alıcı saldırılar yapma ihtimalinin de olduğunu göstermektedir.[4] Bütün bunlardan şöyle bir çıkarım yapmak mümkün: Yakın gelecekte Sünni–Şii üzerinden kurgulanmaya çalışılan jeopolitik dengenin oluşması için, bu kutupların liderliğini yapacak ülkelerde benzer terör saldırılarının yaşanması güçlü bir olasılıktır. Özetle, İran’da Ayetullah Mike’ın hayaleti dolaşıyor.
[1] “Γιατί οι τζιχαντιστές χτύπησαν για πρώτη φορά το Ιράν -Αποκαλυπτικό ρεπορτάζ”, http://www.iefimerida.gr/news/342848/giati-oi-tzihantistes-htypisan-gia-proti-fora-iran-apokalyptiko-reportaz.
[2]“Ce que les attentats de Téhéran pourraient changer au Moyen Orient en général et entre l’Arabie Saoudite et l’Iran en particulier”, http://www.iris-france.org/95738-ce-que-les-attentats-de-teheran-pourraient-changer-au-moyen-orient-en-general-et-entre-larabie-saoudite-et-liran-en-particulier/.
[3] “L’Iran, pièce maîtresse de nombreux enjeux régionaux et internationaux”, http://www.iris-france.org/95780-liran-piece-maitresse-de-nombreux-enjeux-regionaux-et-internationaux/.
[4] “Mastermind behind Tehran’s twin attacks killed: Intelligence Ministry”, http://parstoday.com/en/news/iran-i55006-mastermind_behind_tehran%E2%80%99s_twin_attacks_killed_intelligence_ministry.