Bilindiği üzere Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) İran’a yönelik yalnızlaştırma stratejisi farklı zaman dilimlerinde ortaya çıkmış, son dönemlerde ise özellikle 2018 baharından itibaren uygulanan bu strateji kendini aşamalı bir şekilde göstermeye başlamıştır. Bu eksende, ilk aşamada ABD’nin nükleer anlaşmadan çekildiğini açıklamasıyla birlikte Amerikan yanlısı birçok devlet İran’la olan ikili ticari ilişkilerini kesmeye başlamış, ikinci aşamada yaptırımların devreye girmesi sözkonusu olmuştur. Bu aşama, sadece İran’a karşı değil, aynı zamanda farklı nedenlerden dolayı Türkiye’ye de uygulanmıştır. Bu da iki devletin yani, İran ve Türkiye’nin birbirine yakınlaşmasına neden olmuştur.
Geçtiğimiz günlerde ise ABD’nin öncülüğünde Varşova’da düzenlenen İran karşıtı konferans artık yalnızlaştırma stratejisinde üçüncü aşamaya gelindiğinin bariz göstergesi olarak kabul edilmektedir. Bunun yanı sıra şubat ayı yalnızca Varşova Konferansı’ndan dolayı değil aynı zamanda dünya gündemi açısından da çok hareketli geçen bir dönem olmuştur. Bu hassas dönemde gerçekleşen olaylardan başlıcaları şunlardır: Türkiye ve Rusya’nın İran’a karşı tavır almadıklarını, aksine bu devleti Suriye meselesinde sorunun çözülmesi yolunda önemli bir alternatif olarak değerlendirdiklerini gözler önüne seren Soçi Görüşmesi, İran’da terör olaylarının yeniden gündeme gelmesi ve Dışişleri Bakanı Cevat Zarif’in görevinden istifa etmesi. Dolayısıyla Varşova ve Soçi zirveleri esnasında yaşanan bu gelişmelerin söz konusu iki zirve üzerinden detaylı şekilde incelenmesi faydalı olacaktır.
İran Karşıtı Varşova Konferansı ve Ülkelerin Beklentileri
Ocak 2019 tarihinde ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Orta Doğu’da barış ve güvenliğin sağlanması ve bu eksende İran’ın istikrarsızlaştırıcı rölünün azaltılması yönünde dünya genelini kapsayan ve birçok devletin katılım göstereceği bir konferans düzenleneceğini duyurmuştur. Bu kapsamda Varşova’da düzenlenecek uluslararası işbirliğine dayalı konferansta terörizm, füze gelişimi, deniz ticareti güvenliği ve bölgedeki vekalet gruplarının oluşturduğu tehditlere karşı birlikte mücadele edilmesi gibi kritik sorunlara cevap aranacağı belirtilmiştir.[1]
Varşova Konferansı her ne kadar bölgesel barış ve istikrarın sağlanması gerektiği yönünde oluşturulması planlanan bir “Forum” olsa da bu konferansa davet edilenler listesi ve aynı zamanda konferanstan önce ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jonh Bolton’un yaptığı açıklamalar dikkate alındığında bu konferansın amacının İran karşıtı bir koalisyon oluşturmak olduğu daha net anlaşılmaktadır. Nitekim Bolton, İran’daki İslam Devrimi’nin 40. yıldönümü kutlamalarıyla ilgili “Daha kutlanacak yıldönümleriniz olacağını sanmıyorum” açıklamasında bulunmuştur.[2] ABD yanlısı İsrail’in yanı sıra Sünni Arap Devletlerinin başını çeken Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn gibi devletlerin bu konferansta üst düzeyde temsil olunmalarına karşın Avrupa Birliği (AB) ülkeleri buraya Devlet Başkanları ve Dışişleri Bakanları yerine daha alt düzeyde katılım göstermiştir. Bu durum, konferansta alınacak kararlarla ilgili akıllarda soru işaretlerinin kaldığını ve dolayısıyla konferansın beklenilenin aksine bir sonuç doğurduğunu göstermektedir. Bu eksende, bahse konu olan konferansın düzenlenmesinde ülkelerin beklentilerinin aşağıdaki gibi sıralanması mümkündür:
- ABD her ne kadar İran’da rejim değişikliğinden yana olmadığını, sadece İran’ın düzenbozucu tutumundan dolayı endişe duyduğunu dile getirse de onun esas beklentisi bu devlete ve onun uyguladığı Şii politikasına karşı bir koalisyon oluşturmaktır.
- Rusya’yı kendine bir tehdit olarak gören Polonya açısından bu konferans ülkesinde kalıcı bir Amerikan askeri üssünün kurulması yolunda önemli bir aşama olarak değerlendirilmiştir.
- İsrail açısından bu konferans, 1990’lı yıllardaki Madrid Görüşmeleri’nden sonra İran karşıtı Arap devletleriyle yeniden biraraya gelerek ortak hedefe karşı bağlarını güçlendirme olanağı şeklinde görülmüştür. Bunun konferanstan önce İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu tarafından sosyal medya üzerinde yapılan ve bir saat geçmeden silinen bir açıklamasından da anlaşılması mümkündür.Yapılan açıklama şu şekildedir: “Bu konferans, İsrail ile Arap ülkelerinin önde gelen liderlerinin İran’a karşı ortak savaş çıkarlarının belirlenmesi ve daha da geliştirilmesi görüşmeleridir.”[3]
- Arap devletleri açısından bu konferans, İsrail ve AB ülkeleriyle yeni ortaklıklar kurulmasına ve ikili ilişkilerin geliştirilmesine doğru atılan yeni bir adım olarak değerlendirilmiştir.
- Avrupa ülkelerinin konferans hakkındaki görüşleri dikkate alınacak olursa bu durumda iki farklı bakış açısı ortaya çıkmaktadır. İran konusunda Avrupa devletlerinin bazıları ABD yanlısı tutum geliştirmekte ve İran’a karşı baskıların arttırılmasından yana tavır sergilemektedir. Bazı devletler de tutumlarında zaman içerisinde değişiklikler yapma yoluna gitmektedir. Özellikle İngiltere Yemen meselesinin de müzakere edilemesi koşuluyla bu konferansa katılmayı kabul etmiştir. Aynı zamanda İngiltere, Fransa ve Almanya; ABD’nin İran’a karşı yaptırımlarını görmezden geleceklerini, mevcut nükleer anlaşmayı koruyacaklarını ya da yeni bir anlaşma imzalayabileceklerini dile getirmektedir. Bu durum, Avrupa devletlerinin İran konusunda kendi aralarında bölündüğünü göstermektedir.
- Ortadoğu’da barış ve istikrarın sağlanmasını konu aldığı açıklansa da asıl olarak İran’ı hedef alan bu konferans Tahran açısından, onun Ortadoğu’daki askeri müdahelelerine yönelik atılan bir adım olduğundan saygınlıktan yoksun bir konferans olarak değerlendirilmiştir.
İran’a Verilen İkili Destek: Soçi Görüşmeleri
Türkiye, Rusya ve İran’ın garantörlüğünde başlatılan Suriye’nin teröristlerden temizlenmesi, ateşkesin ve barışın sağlanmasını konu alan Astana Görüşmeleri’nin akabinde taraf ülkeler, devlet başkanları düzeyinde üçlü görüşler düzenlenmeye başlanmıştır. 7 Eylül 2018 tarihinde gerçekleştirilen ve taraflar arasındaki görüş ayrılıklarını gün yüzüne çıkaran Tahran Zirvesi’nden sonra 14 Şubat 2019 tarihinde tam da ABD’nin İran’a karşı yalnızlaştırma politikasında somut adımların atıldığı bir dönemde Türkiye, Rusya ve İran devlet başkanlarının Soçi’de biraraya gelmesi her üç devletin bölgesel dengeleme stratejisinin açık bir göstergesi olmuştur.
Bu görüşmelerin Rusya için büyük önem arz eden ve 14-15 Şubat 2019 tarihinde gerçekleştirilen Rusya Yatırım Formu esnasında yapılması, söz konusu Soçi Zirvesi’ni diğer üçlü görüşmelerden farklı kılmaktadır. Çünkü, bu görüşmeler bir taraftan Rusya’nın ulusal stratejik hedeflerinin gerçekleştirilmesine hizmet etmekte ve onun uluslararası alandaki olaylara müdahele etme gücünü göstermekte, diğer taraftan ise son zamanlarda İran-İsrail hattında yaşanan gelişmelere sessiz kalan Rusya’nın Tahran’la arasını düzeltmesi adına büyük önem arz etmekteydi.
Daha önce de vurgulandığı üzere Rusya, İran karşıtı Varşova Zirvesi’ne katılmayacağını bildirdikten sonra Moskova hem İran’la arasında olan soğukluğa son vermek hem de ABD’ye rağmen İran’ın yanında yer aldığını göstermek için 14-15 Şubat 2019 tarihlerinde düzenlenecek olan Rusya Yatırım Formu çerçevesinde esas konusu İdlib olan ama aynı zamanda Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sisteminin de ele alınacağı üçlü görüşmeler (Rusya-Türkiye-İran) yapılması çağrısında bulunmuştur. Türkiye de İran’ın Astana sürecinden uzak tutulmasına karşı çıktığı için buna olumlu yanıt vermiştir. Böylelikle İran meselesi her iki konferansın da esas konusu haline gelmiştir.
Bazı kesimler Soçi Görüşmeleri’nde krizle ilgili yeni adımların atılmadığını dile getirse de esasında bu temaslar kapsamında Rusya-Türkiye-İran tarafından ortak bir cephe oluşturulması, aynı zamanda Irak ve Lübnan gibi devletlerin bu barış sürecine dahil edilmesi, terör örgütü Hayat Tahrir El Şam’a karşı mücadele edilmesi, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması için anayasa komisyonuna altı yeni üyenin seçilmesi ve bu görüşmelerin Nisan 2019 tarihinde Türkiye’de devam ettirilmesi yönünde kararlar alınmıştır.
Genelde Ortadoğu odaklı toplanan ama özel hedefi İran olan bu iki konferans günümüz itibariyle İran meselesini iki farklı blok arasında eş zamanlı olarak gündeme getirmiştir. Netice itibariyle söylenebilir ki; hem ABD’nin Varşova’da düzenlendiği ve yeni bir “Arap NATO”su oluşturmayı hedefleyen konferans hem de Soçi Zirvesi bazı önemli sonuçlar doğurmuştur. Bunlar ayrı başlıklıkta incelenecek olursa olumlu ve olumsuz olmak üzere ikiye ayrılabilir.
Bu minvalde Varşova Konferansı’nın beklenilenin aksine sonuç doğurmasının ilk nedeni konferanstan önce Rudy Giuliani tarafından yapılan açıklamadır. Buna göre Giuliani, “Herkes bilmektedir ki, İran terörizmi destekleyen, güvenilmeyen ve herhangi bir iş yapılması için itibar edilmeyen bir devlettir” ifadelerini kullanmıştır. Bu açıklama, konferansın açık şekilde İran’a karşı düzenlendiğini gözler önüne sererek toplantı hakkında olumsuz bir imajın doğmasına olanak sağlamıştır. İkinci neden, daha önce de vurgulandığı üzere konferansta üst düzey yetkililerin çok az katılım sağlaması bu görüşmelerden çıkacak sonuçların ve alınacak kararların güvenirliliğini şüphe altında bırakmıştır. Üçüncü olarak mevcut koşullar, konferansa katılım sağlayan Avrupa devletlerinin İran konusunda belirsiz bir tutum sergilemesine neden olmuştur. Dördüncü neden ise önceden tarafsız devlet olarak Ortadoğu meselelerinin dışında kalan Polonya, bu konferansa ev sahipliği etmekle Ortadoğu macerasına atılmak istemiş fakat bunda başarılı olamamıştır.
Her ne kadar olumsuz yanlarıyla anılsa da bu konferans Trump diplomasinin başarısı olarak da kabul edilmektedir. Bu eksende İsrail ve Arap devletlerinin yeniden bir araya gelmesini sağlamaya çalışan ABD, tarafsız bir devlet üzerinden böyle bir ortam oluşturmaya çalışmıştır. Buna göre taraflar, Ortadoğu’daki genel durumun normalleşmesine katkıda bulunacak “Varşova Süreci”nin başlatılmasını esas hedef olarak belirlemiş ve bölgesel konularda çalışmaya devam edecek uluslararası çalışma gruplarının oluşturulması gerektiğini vurgulamıştır.
Soçi Zirvesi’nin sonuçlarına bakıldığında, uluslararası konjonktürün değişmesi ve birçok konuda ortak çıkarların mevcut olması Türkiye, Rusya ve İran’ın aralarındaki işbirliğini güçlendirmelerine olanak sağlamıştır. Durum böyle olunca, pek çok konuda görüş birliği bulunan Rusya ve İran’ın stratejik işbirliği geliştirmelerinin önü açılmıştır. Nitekim Rusya bir taraftan İran’ın yanında olduğunu göstermeye çalışırken diğer taraftan da İsrail ile ilişkilerin sekteye uğratılmamasını istemektedir. Bu doğrultuda kısa zaman önce Rus ve İsrailli yetkililer arasında görüşmelerin gerçekleşmesi[4] Moskova’nın her zamanki olduğu gibi kendi çıkarlarının peşinde olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır. Kısacası bu iki konferans, gündemden hiç düşmeyen İran meselesinin ele alındığı; somut sonuçlara varılamasa dahi birçok yeni gelişmelere vesile olan; bölgesel ve küresel aktörler arasındaki çıkar çatışmalarının gün yüzüne çıktığı görüşmeler olmuştur. Buradan hareketle İran meselesinin önümüzdeki süreçte de gündemi meşgul edeceğini söylersek yanılmış olmayız.
[1] “US to Host Middle East Focused Conference in Poland Next Month”, The First News, https://www.thefirstnews.com/article/us-to-host-middle-east-focused-conference-in-poland-next-month-4139, (Erişim Tarihi: 26.02.2019).
[2]“Coalition of the Unwilling”, Slate, https://slate.com/news-and-politics/2019/02/trump-warsaw-conference-iran-pence-giuliani-pompeo.html, (Erişim Tarihi: 26.02.2019).
[3]“The US Held a Global Summit to Isolate Iran. America Isolated Itself Instead”, Vox, https://www.vox.com/world/2019/2/15/18225218/warsaw-summit-2019-iran-meeting-conference, (Erişim Tarihi: 26.02.2019).
[4]Detaylı Bilgi İçin Bakınız: “Putin-Netanyahu ve Esad-Ruhani Görüşmeleri”, ANKASAM, https://ankasam.org/putin-netanyahu-ve-esad-ruhani-gorusmeleri/, (Erişim Tarihi: 02.03.2019).