20. Yüzyılın başına gelindiğinde Osmanlı Devleti, modernleşme çabalarına rağmen bir türlü kötü gidişatını durduramamış, Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilân etmesini, Girit’in Yunanistan’a geçmesi izlemiş, ardından Yemen ayaklanmasını fırsat sayan İtalya, Trablusgarp ve çevresine el koymuş, Akdeniz’deki önemli adalar elinden kayıp gitmişti. Bunlara bir de Balkan savaşları eklenince, Osmanlı Devleti çok büyük toprak ve nüfus kayıpları yaşadı. Rumeli’nin kaybı, Osmanlı Devleti ve ordusunun prestijini sarsmış, toplumun bütün kesimleri üzerinde müthiş bir travma yaratmıştı.
Bu dönemde Ordu, modern silahlardan ve teçhizattan mahrum, donanma ise eski gemilerden ibaretti. Maliyesi çökmüş olan ülke, iç huzursuzluklarla kaynıyor, bunlara bir de azınlıkların devleti parçalama girişimleri ve Avrupa devletlerinin baskıları ekleniyordu.
Genel bilinenin aksine Türklerin I. Dünya Savaşı 1914’te başlayıp, 1918 yılında sona ermez. Türkler için I. Dünya Savaşı 1911 Trablusgarp savaşı ile başlayıp, Balkan savaşları ve 1914 yılında ortaya çıkan Harb-i Umumi ile devam eder. Bu anlamda 1918 yılı Türkler için bir son değildir. Kısa bir aranın ardından 1919 yılından itibaren Türk İstiklal Harbi başlar ve 1922 yılı sonuna kadar devam eder. Mudanya Mütarekesi ve ardından imza edilen Lozan Barışı Türkler için I. Dünya savaşını sona erdirir. Ancak emperyalist güçlerin Osmanlı asırlarını sona erdirip, kısacası “ barış adına barışa son vererek” Ortadoğu’da oluşturdukları düzen nedeniyle aslında I. Dünya Savaşının sona ermediğini söylemek mümkündür. Son yaşanan savaşlar ve kaoslar da elbette bunun ispatıdır.
Türkler için I. Dünya savaşının en acı ve yıkım boyutu elbette ki 1914-1918 arasında yaşanmış, zaferler, yenilgiler ve kahramanlıklar içerisinde koca Devlet-i Ali Osman tarih sahnesinden çekilmek durumunda kalmıştı. Peki, Türkler, I. Dünya Savaşının bu dört yıl içerisinde neler yaşadı? Dönemi anlamak ve sağlıklı değerlendirmek açısından kısaca bu zaman dilimine bakmak gerekir.
I. Dünya savaşına girmek Türkler için bir mecburiyettir. Aktör olmadıkları için ne Genel Savaşı çıkarmak ve ne de savaşın tarafı olup olmamak onların elinde değildir. İtilaf devletleri Osmanlı’nın ısrarlı ittifak taleplerini kabul etmeyince, Almanya safı bir zorunluluk olmuştur. Tarafsız kalmak mümkün olmasa da savaşa geç girme meselesi tartışılabilir bir konudur.
Ekim 1914 sonunda savaşa dâhil olan Türkler, ne düşmanları ve nede müttefikleri açısından askeri açıdan bir kıymet ifade etmemektedir. İki taraf içinde Osmanlı’nın en çekici tarafı, coğrafyasıdır. Zira Türk orduları Balkan savaşlarında ciddi darbe yemiş ve onuru zedelenmiştir. Ancak Balkan savaşlarının acı faturası ve çıkarılan dersler doğrultusunda, 1913 yılı sonundan itibaren önce Ahmet İzzet ve ardından Enver Paşalar yönetiminde Ordu da ciddi bir reform uygulamaya konulduğu gözlerden her nedense kaçmıştır veya bu faaliyetlere bir kıymet verilmemiştir.
Türkler ordularını 2 Ağustos 1914’den itibaren seferber etmiş, savaş boyunca 16-46 yaş arasındaki erkekleri askere almaya çalışmıştır. Toplamda 2.800.000 asker toplanmış ve cephelere gönderilmiştir. Diğer savaşan devletlerin askeri birikimleri açısından bu sayı az ise de Türkler için nerdeyse en üst rakamı ifade etmektedir. Savaşan taraf askerleri içerisinde her türlü donanım açısından en zayıfı Türklerdir. Savaş başladığında ülkenin doğusunda Karadeniz’den Süleymaniye’ye kadar olan sahada Ruslar ile Irak, Yemen, Arabistan, Süveyş Kanalı ve Tih Sahrasından İskenderun Körfezine kadar olan alanda İngilizler ile savaşan veya cephesi olan bir devlet söz konusudur.
Sarıkamış’da -25,35 arasındaki soğuklara, donanımsızlığa ve emir komutadaki sorunlara rağmen ciddi kahramanlık gösteren Türk askerleri, bir anlamda general kışa mağlup olup karlar içinde erimiş, fakat Ruslara da büyük zayiat verdirmiştir. Daha iyi yönetildikleri ve nispeten iyi imkânlara sahip oldukları Çanakkale’de durum daha farklı olmuş, bu sefer Garbın en büyük iki ordusu deniz ve kara savaşlarında mağlup edilmiştir. Batı tarih yazımının aksine İngiliz ve Fransız orduları tabiat şartları, Alman askeri varlığı ve İtilaf birliklerinin beceriksizliği yüzünden değil, Türk askerinin iyi yönetilmesi ve kahramanca mücadele etmesi sayesinde yenilmiştir. Yine Batıda abartıldığı üzere Türk ordusunun başarısında Alman subaylarının rolü çok sınırlıdır. Zira Çanakkale’deki Türk ordusunun üst yönetiminde 8 Alman subayı görev yaparken geri kalan 95 kadro da Türk subayları bulunuyordu. Savaşın asıl yükünü çeken 3. Kolordu da ise yoğun dönemde Alman subay mevcut değildir.
1916 Şubatında pekte iyi savaşmadan tarihi kale Erzurum’u Ruslara teslim eden Türkler, düşmanlarına bu yılın en büyük zaferini yaşattı. Ancak ardından Türkler için maalesef günümüzde yeni hatırlanan bir başka zafer ortaya çıktı. Tarihinde büyük çaplı bir mağlubiyet ve esaret tatmamış İngiliz ordusu, 29 Nisan 1916’da Kut’ül Amare savaşı ile safa dışı bırakılıp, esir alındı. Her cephede olmasa da askerini çok iyi yöneten askerlik sanatını, doktrini, liderliği, komuta, kontrol ve eğitimi mükemmel Türk subayları mevcuttu. Onların emrinde temiz ve yiğitçe dövüşen askerler vardı. Ancak bu Türklerin büyük çaplı başarıları, Kut zaferi ile son bulmuş gibiydi.
Savaşlar nedeniyle göç eden halk kitleleri büyük kayıp yaşamış, yine bu dönemde devletin mecburi olarak Ermenileri tehcir etmesi ile sorunlar içerisinden çıkılmaz bir hal almıştır. Salgın hastalıklar, asayişsizlik ve açlık yüzbinlerce insanın hayatını kaybetmesine ve diğerlerinin de mahvolmasına yol açmıştı. Özellikle “bitler”, halkı ve askeri yok etmişti. Türk askerlerinin yarıya yakını salgın hastalıklara yenik düşerken, savaşan diğer taraflarda bu oran en fazla %14 civarındaydı.
1917 yılından itibaren Ortadoğu’da isyanlarında etkisi ile Türk orduları ard arda mağlup olmaya başladı. Sina çölü, Bağdat, Kudüs, Lübnan, Şam ve Halep derken Türkler Anadolu’ya çekilmeye başladı. Yaşanan bunca toprak ve insan kaybına, acıya rağmen Türk ordusu dört yıllık savaş boyunca büyük zorluk ve felaketlere katlanan, düşmanlarını şaşkınlığa ve yenilgiye uğratan; Rusya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan, Sırbistan ve Romanya orduları yere serildikten sonra bile hala inat ve kararlılıkla savaşmayı sürdüren bir orduydu. Üstelik savaşın son aylarında Kafkasya’da zaferler kazanan Osmanlı askerleri, bir taraftan Bakü, diğer taraftan Dağıstan’a ulaşmışlardı. Türkler, imparatorluğun genel geri kalmışlığı, ekonomisinin durumu, modern ulaştırma hatlarının olmayışı ve geniş coğrafyası veri alındığında inanılması zor bir başarı öyküsüne imza atmıştı. Bu ordu savaşın büyük bölümünde aynı anda dört ayrı cephede birden büyük askeri güçleri savaşa sürüp idame ettirebilmişti. İngilizler hariç, savaşan tarafların hiçbiri bunu başaramamıştı”