“Türkiye-Rusya Üst Düzey İşbirliği Konseyi”nin Altıncı Toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan-Putin Görüşmesinin Sonuçları

Paylaş

Türkiye ile Rusya arasındaki dostluk ve komşuluk ilişkilerini kurumsallaştırmak ve stratejik bir çerçeveye kavuşturmak amacını taşıyan Üst Düzey İş Birliği Konseyi (ÜDİK) toplantısının altıncısı, 10 Mart tarihinde Moskova’da yapıldı. Toplantının beşincisi ve en sonuncusu 2014 yılında Türkiye’de gerçekleştirilmişti. İki ülke arasındaki uçak krizinin ardından 2015 Aralık ayında St. Petersburg’da yapılması planlanan Türkiye-Rusya ÜDİK toplantısı Rusya tarafından iptal edilmişti.

İki ülke ilişkilerinin geliştirilmesine katkı sağlaması beklenen söz konusu zirve üç yıl aradan sonra yapılan ilk ortak kabine toplantısı oldu. Toplantıda, Türkiye ve Rusya arasındaki ikili ilişkiler tüm yönleriyle kapsamlı şekilde ele alındı. Ayrıca başta Suriye meselesi olmak üzere, iki ülkeyi ilgilendiren bölgesel ve uluslararası sorunlar hakkında görüş alışverişinde bulunuldu.

Toplantıda, siyasi ve ekonomik olmak üzere iki ana başlıkta önemli kararlar alındı ve çeşitli anlaşmalar imzalandı. Siyasi başlıkta ikili ilişkiler ve bölgesel gelişmeler ele alınırken, ekonomi başlığında ise “enerji-savunma sanayi projeleri-turizm ve tarım” başlıkları alt başlık olarak masaya yatırıldı. Tarım ürünlerine uygulanan birtakım ambargoların ve iş adamlarına uygulanan iş vizesinin kaldırılması, iki ülkenin istihbarat birimleri arasında terörle mücadelede tam işbirliği ve turizm akışı kısıtlamasına sebep olan hususlar, turistlerin güvenliğinin sağlanması konusunda kararlar alındı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan toplantıdaki konuşması sırasında, yedi yıllık sürede Konsey’in görevini layıkıyla yerine getirdiğini; Türkiye ve Rusya olarak iki ülke arasındaki özel ve köklü ilişkileri devam ettirme konusunda kararlı olduklarını;  2015 yılında iki ülkeyi derinden yaralayan bir olay yüzünden çok ciddi zaman kaybedildiğini ancak iki ülke dostluğunun tüm sınamaları, sıkıntıları ve provokasyonları aşacak güce sahip olduğunu; son aylarda atılan karşılıklı adımlarla iki ülke arasındaki ilişkileri normalleştirme yönünde önemli mesafeler kaydedildiğini ifade etti.

Konsey’in tesisiyle, her yıl en üst düzeyde gündemdeki konuların istişare edilip, alınan kararların takibi Dışişleri Bakanları vasıtasıyla yapılıyor. Yeni işbirliği alanları tesis edilerek münasebetler daha da derinleştiriliyor. Altıncı toplantıda öncelikle ikili ilişkiler ele alındı, bir önceki toplantıdan sonra geçen sürenin muhasebesi yapıldıktan sonra halen gündemi meşgul eden sorunlu hususlar masaya yatırılarak bunların aşılması için neler yapılması gerektiği mütalaa edildi. 9 Ağustos tarihinde St. Petersburg’ta, 3 Eylül tarihinde Çin-Hangzhou’da, 2 Ekim tarihinde İstanbul’da yapılan görüşmeler kritik noktadaydı ve bu süreçte ikili ilişkilerin normalleşmesi için bir yandan da ciddi anlamda telefon diplomasisi sürdürüldü.

ÜDİK toplantısıyla normalleşme süreci sona erdi ve bundan sonraki aşamada iki ülkenin beklentisi “karşılıklı güven hususunu tesis etmek” ve “siyasi düzeydeki diyaloğun ekonomik alana sirayet etmesi”ni sağlamak oldu. Bu bağlamda, Rusya’nın Türkiye ile ekonomik ilişkiler çerçevesindeki kısıtlamalarını tamamen kaldırması gerekir. Ancak bu şekilde geçmişte hedeflenen 100 milyar dolarlık ticaret hacmi hedefine ulaşmak mümkündür. Zira iki ülke ticari olarak 38 milyar dolar hedefini gerçekleştirmiş fakat son olaylardan sonra bu oran 17 milyar dolara düşmüştür. Gelinen noktada, hedeflenen bu kaybı telafi edecek yeni ticari anlaşmalar hayata geçirilmelidir. Özellikle turizm alanında 2017 yılında bir rekora imza atılması bekleniyor. Merkez Bankalarına daha önceden verilen talimatlarla, Türkiye’nin tarihi-turistik-kültürel güzellikleri Rus turistler tarafından keşfedilmelidir.

ÜDİK toplantısında, her iki ülkenin milli paralarıyla ticaretin arttırılması hususu gündeme alındı. Buna göre, Rus vatandaşlar Türkiye’de ruble ile bütün ticari faaliyetlerini sürdürebilecekler; Türkler de Rusya’da TL ile ticari faaliyetlerini sürdürebilecekler ve böylelikle de ikili ticaretin üzerindeki kur baskısı bu şekilde azaltılacak.

Bu süreçte özellikle bazı yasakların kalkmasına yönelik olumlu adımlar da atıldı. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Moskova’da gerçekleştireceği görüşmenin hemen öncesinde, Rusya Hükümeti’nin imzaladığı karar ile Türkiye’den soğan, karnabahar, brokoli ve karanfil alımına yönelik yasak kaldırılmıştı. Bu dört tarım ürününün dışında, Türkiye’den tuz alımına da yeniden izin verilmişti.

İki ülke arasında imzalanan Türk Akımı ve Akkuyu Projelerinde sergilenen işbirliği, emsal teşkil etmesi bakımından önemlidir. 10 Mart tarihinde iki lider tarafından imzalanan “2017-2020 Orta Vadeli Program” ile güçlü bir irade ortaya konulmuştur. Türk-Rus ortak yatırım fonunun 1 milyar dolarlık sermaye ile kurulmuş olması, ciddi bir adımın atılmış olduğunun göstergesidir. Bu anlaşmalar iki ülke ilişkilerinde bir sıçrama yaratacak ve kaybedilen zamanı telafi edecektir.

Toplantıda bölgesel konular da görüşüldü ve özellikle Suriye konusu üzerinde hassasiyetle duruldu. Bunun yanı sıra, Karadeniz Ekonomik İşbirliği ve özellikle Türkiye-Rusya- Azerbaycan üçlü işbirliği mekanizmaları ve bu bağlamda Karabağ Meselesi ele alındı. Bu meselenin çözümünde Rusya’nın ağırlığı; Türkiye’nin de Suriye ile 911 km sınırı olması hasebiyle son altı yıldır bölgede yaşanan çatışmalarda “kan ve gözyaşının” yükünü sürekli çeken bir ülke olması sebebiyle, bütün bu meselelerde iki ülke arasında bir dayanışma ihtiyacının gündeme getirilmesi gerektiği ısrarla vurgulandı.

24 Ağustos tarihinde başlatılan Fırat Kalkanı Harekâtı başarılı oldu. 2200 kilometrekarelik alanı teröristlerden tamamen temizleyen Harekât, şu ana kadar DAEŞ terör örgütüne vurulan en büyük darbedir. Bu, Türkiye’nin büyük bir başarısıdır. DAEŞ’in tamamen yok edilme ihtimali, Türkiye’nin ortaya koyduğu çabalar sayesindedir. Özellikle Suriye’de insani yardım konusunda Türkiye ve Rusya işbirliği birçok mazlumu rahata kavuşturabilecek bir ışık olacak.

Suriye Krizi’nin çözüm sürecinde Türkiye ve Rusya’nın garantörlüğünde sağlanan ateşkes, 30 Aralık 2016 tarihinde yürürlüğe girmişti. Esad rejimi güçlerinin ateşkesi ihlal etmesi üzerine, Kazakistan’ın başkenti Astana’da 23-24 Ocak tarihlerinde Türkiye ve Rusya öncülüğünde bir toplantı düzenlenmişti. Ateşkesin güçlendirilmesi gündemiyle toplanan Türkiye, Rusya, İran, BM, muhalefet ve rejim heyetleri; ateşkesi izlemek için üçlü mekanizma kurulması konusunda anlaşmış; 6 Şubat tarihinde yalnızca garantör ülkelerin katıldığı toplantıda izleme mekanizmasına ilişkin teknik detaylar ele alınmış; Astana 2 Toplantısı da 15-16 Şubat tarihlerinde düzenlenmişti. Kazakistan’ın başkenti Astana’da düzenlenen Suriye konulu 3. toplantı da, 15 Mart tarihinde sona erdi. Taraflar, İran’ın Türkiye ve Rusya ile birlikte ateşkesin garantörü olması konusunda anlaştı. Rusya, Türkiye ve İran, üçlü ateşkes izleme mekanizmasını güçlendirme kararı aldı. Astana 4. Toplantısı ise, 3-4 Mayıs tarihlerinde yapılacak.

Bugün gelinen noktada Astana sürecinde ateşkes sürecine girildi. Astana Toplantılarında, Cenevre sürecinin tamamlayıcısı ve destekleyicisi olarak Türkiye ve Rusya başarılı oldu ve bu başarıda şüphesiz Türkiye ve Rusya’nın ortaya koyduğu iradenin çok büyük payı var. Ancak bir yandan Kazakistan’ın başkenti Astana’daki Suriye konulu toplantının ön görüşmeleri sürerken, bir yandan da Türkiye ve Rusya bölgede çözüm süreci görüşmeleri yaparken rejim güçlerinin sivillere yönelik ihlalleri devam ediyor.

Esad güçlerinin Suriye’nin kuzeybatısındaki İdlib’e 15 Mart tarihinde düzenlediği saldırıda 11 sivil öldü, 13 kişi yaralandı. Esad rejimine ait bir savaş uçağı İdlib’in Kusur bölgesindeki yerleşim yerine vakum bombasıyla saldırdı. Böylelikle çözüm sürecine gölge düşürülmeye çalışılıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ÜDİK toplantısında; “Cenevre sürecinin sonuca taşıması için başta rejim olmak üzere bütün tarafların samimiyetle çalışması gereklidir. Bir terör örgütüyle diğer bir terör örgütünün bertaraf edilmeyeceği bütün taraflarca artık kabul edilmelidir. Özellikle otuz beş yıldır terörle mücadele eden bir ülke olarak gerek başta DAEŞ olmak üzere PYD, YPG, El Nusra gibi terör örgütleri her an karşımızda olan terör örgütleridir. Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve milli birliğini hiç kimse tehlikeye atmamalıdır. Rusya ile eşgüdüm halinde sorunun hakkaniyet ve adalet temelinde bir çözüm bulunması için Türkiye ve Rusya olarak karşılık güven çerçevesinde ikili işbirliğine devam edilmelidir. Rusya Federasyonu ile Türkiye’nin ortak çıkarlar, bölgesel istikrar ve küresel barış çerçevesinde yürüttüğü yakın işbirliği özellikle bazı Batılı ülkeleri rahatsız etse de, provokasyonlara gelinmemeli ve terör örgütlerinin ikili ilişkilere zarar vermesine izin verilmemelidir. Bu vesileyle hain bir suikast sonucu vefat eden Büyükelçi Karlov’u saygıyla anıyorum ve başta değerli eşi olmak üzere tüm ailesine başsağlığı diliyorum. Karlov Türk-Rus dostluğunun kuvvetlenmesi için özveriyle çalışan çok başarılı bir diplomattı. Temmuz ayında İstanbul’da yapılacak olan Dünya Petrol Kongresi’nde Rusya’yı da aramızda görmek istiyorum. Bu toprakların parçalanmasına tahammülümüz yoktur.Türkiye olarak bu iki ülkeyle kültür, tarih, akrabalık bağlarımız var. Üç milyon Suriyeli’ye Türkiye’de ev sahipliği yapıyoruz. Üç yüz bin Iraklı bizim topraklarımızda yaşıyor ve şu ana kadar yaptığımız harcamalar 25 milyon doları aşmış durumda, zira bu insanlar sürekli tehdit altındalar. Astana süreciyle bir ateşkes sürecine girildi. Halep’te büyük göç hadisesi oldu. Türkiye Rusya’nın işbirliği ile Halep’ten halkın İdlib’e güvenli bir şekilde taşınması sağlandı. Ancak halâ tehlike devam ediyor. Gerek Cerablus’ta gerek Errai’de gerek Dabık’ta gerekse El Bab’daki yerel halkın kendi bölgelerine yerleşmesi için yeni bir süreç başladı. Halen Münbiç’te Türkiye ve Rusya olarak koalisyon güçleriyle bir işbirliği yapmak istiyoruz ve bu işbirliğiyle Münbiç halkının oraya yerleşmesini hedefliyoruz. En büyük hedef Rakka’dır. Rakka DAEŞ’in en fazla örgütlendiği yerdir. İstihbaratın verdiği bilgilere göre orda 3000 civarında DAEŞ’li bulunmaktadır. Irak’ta koalisyon güçleriyle DAEŞ’e karşı başta Musul olmak üzere yoğun bir çalışma vardır ve her geçen gün orada DAEŞ güç kaybediyor. Musul halkı Musul’a yerleşmekte. Telafer’de soydaşlarımız Türkmenler var Haçlı Şabi’nin tehdidi altındaydılar ama artık bir ölçüde kurtulmuş durumdalar. Sincar’da PKK terör örgütü bulunmaktadır ve orası da temizleniyor. Böylece terör örgütlerinden bölgenin tamamen temizlenip Suriye’nin kendi yerel halkının yerleşmesini sağlamak istiyoruz. Oradaki halk tehdit altındadır. Cenevre sürecinin başarılı olması için rejim başta olmak üzere tüm tarafların samimi olması gerekir. Fırat Kalkanı DAEŞ’e büyük darbe indirdi.” sözleriyle çarpıcı açıklamalarda bulunmuştur.

Buna karşılık Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Putin ise; “Türkiye Rusya istihbarat ve askeri birimler arasında varılan işbirliğini ve yapılan askeri istihbarat hareketini takdir ediyoruz. İran’da ve Suriye’de ateşkesin sağlanmasını başardık. Astana’da diyalog oluşturabildik. Rusya olarak her türlü terör örgütünü kınıyoruz.

Türkiye ile bilgi teatisi yapıyoruz ve amaçları ne olursa olsun terörle mücadele alanında özellikle Türkiye ile işbirliğini genişletmek istiyoruz. İstihbarat birimlerimiz karşılıklı yakın işbirliği içinde. Küresel alanda Suriye meselesinden oluşan tehdit ve göç akınları da endişe verici. Bu durum bize de tehdit oluşturuyor. Birleşmiş Milletler’de dediğimiz gibi ortaklaşa çabalarla terörü yok edeceğiz. Genelkurmay Başkanları, Dışişleri Bakanları, istihbarat örgütleri arasında yoğun işbirliği vardır. İnsani yardım konusunda da işbirliğini devam ettirmenin isabetli olacağı kanaatindeyiz. Başta DAEŞ olmak üzere bütün terör örgütleriyle mücadelede kararlıyız ve o bölgede yaşayan insanların güvenliği önemlidir. Bölgede ateşkes sağlandı, siyasi müzakerelere geçildi ve bölgenin toprak bütünlüğü ilkesi muhafaza edildi. Suriye’nin toprak bütünlüğü vazgeçilmez bir unsurdur. Suriye meselesinin çözümü için çok önemlidir. Rusya ve Türkiye’nin ‘enerjik’ rolü sayesinde Suriye hükümet güçleri ve silahlı muhalifler arasında çatışmasızlık sağlanabildi. Türkiye’nin bunun için oynadığı rolü biliyoruz ve onu takdir ediyoruz. Bunlar, Suriye konusunda barış görüşmelerinin düzenlenmesine yardımcı oldu.” sözleriyle Sayın Erdoğan’ın açıklamalarını destekler mahiyette konuşmuş ve iki ülke arasındaki kalıcı işbirliğinin önemini vurgulamıştır.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yaptığı görüşmede masaya yatırılan konulardan biri de, S-400 hava savunma füzeleridir. Türkiye füze ve hava savunma sistemi konusunda arayış içinde ve bu çerçevede Rusya ile “yeni nesil S-400 tipi füzeler”in satın alınmasına yönelik görüşmeler yapıyor. Milli Savunma Bakanı Fikri Işık bu alımın yapılabileceğini, ancak henüz imza noktasında olunmadığını ve bu füzelerin NATO ile uyumlu hale getirilmesine çalışılmayacağını açıkladı.

Türkiye Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi almak için kredi talep etti. Konu iki ülkenin Maliye Bakanlıkları tarafından halen görüşülüyor.

Savunma uzmanları, Rusya’nın elinde hazır bulunan üç adet S-400 sisteminin acil ihtiyaç kapsamında Türkiye’ye yollanacağını iddia ediyor.

Bu anlaşma imzalanırsa Türkiye, modern Rus hava savunma füze sistemini alan ilk NATO üyesi olacak. Bu durumun gerçekleşmesi halinde NATO nasıl bir tepki gösterecek? Bu da ayrı bir tartışma konusudur.

S-400 hava savunma sistemi, orta menzile sahip ve S-300’den geliştirilen bir füze sistemidir. 1979 yılında S-300 füze sisteminin ortaya çıkmasından sonra Sovyetler Birliği’nde geliştirme çalışmalarına başlansa da, süreç Sovyetler Birliği’nin dağılması sebebiyle askıda kalmış ve uzun bir süreye yayılmıştır. S-400 füze sisteminin en büyük özelliği ise S-300’e göre daha fazla hedefi aynı anda gerçek zamanlı takip edebilmesidir. Gelişmiş elektronik karşı tedbirlere de sahip olan S-400 füze sistemi, barındırdığı radarlarla hayalet uçak olarak tabir edilen casus hedefleri takip edebilmektedir. S-400 hava savunma sistemi keşif, radar, bombardıman ve savaş uçakları ile Tomahawk gibi stratejik seyir füzeleri ve uzun menzilli balistik füzelere karşı kullanılmaktadır.

S-400 füze sistemine şimdiye kadar dünyada birçok ülke sahip olmak istese de Çin Halk Cumhuriyeti ve Hindistan haricinde bir ülkeyle satış için anlaşılamamıştı. Ermenistan, İran, Suudi Arabistan, Vietnam, Cezayir, Mısır ve Kazakistan’ın da aralarında bulunduğu birçok ülke, S-400 almak için Rusya ile görüşüyor.

Rus Askeri Uzman, emekli Albay Mihail Hodoryonok, Sputnik’e yaptığı açıklamada, “Bugün Türkiye ile jeopolitik çıkarlarımız örtüşüyor. Türkiye ve Rusya savaşın sardığı Ortadoğu’da düzeni sağlamanın vaktinin geldiğini anlayan iki ülke. Müttefik ilişkileri konuşmalardan değil ortak hedeflerden doğar. İkincisi de, bu sistemlerin satımı Türkiye için de Rusya için de çok yararlı. Alıcı, uzun vadede satıcıya bağlanıyor. Bunun içinde hem bakım hem de uzman eğitimi var. Yakın askeri ve teknik işbirliği, Türkiye’nin gelecekte bize karşı ani siyasi manevralar yapmasına izin vermez. Üçüncüsü, bir NATO ülkesinin S-400’ü alması Rusya savunma sanayisinin imajını yükseltir. Bundan daha iyi bir reklam bulamayız. Önemli olan Türkiye’nin bizden kredi istemesi değil nakit para vermeye hazır olması” demiştir.

Günümüzde Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bir sınıf olarak uzun menzilli hava savunma füze sistemi olmadığından, S-400 alımından Türkiye’nin elde edeceği yararlar elbette vardır. Moskova merkezli Eksport Voorujeniy (Silah İhracatı) dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Andrey Frolov, Ankara’nın komşu ülkelere karşı kendini korumak için böyle bir sisteme ihtiyaç duyduğunu söylemiş; “S-400 Türkiye’ye satılacaksa da bu en erken 2020-2022 yıllarında gerçekleşebilir. O zamana kadar da Rus ordusu, daha gelişmiş S-500’leri alacak.” yorumu yapmıştır.

ÜDİK toplantısından kısa süre önce, 7 Mart tarihinde, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın ev sahipliğinde; ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Joseph Francis Dunford ve Rusya Federasyonu Genelkurmay Başkanı Orgeneral Valery Vasilyeviç Gerasimov’un katılımıyla Antalya’da üçlü bir toplantı düzenlendi. Toplantıda, Suriye ve Irak başta olmak üzere bölgedeki gelişmeler ele alınarak güvenlikle ilgili ortak konular görüşüldü. Suriye’ye ortak askeri operasyon düzenlenme ihtimali de değerlendirildi.

ÜDİK toplantısında iş adamlarına vize muafiyeti ve turizm konusunda destekleyici önlemler konusu görüşülmesine rağmen, Rusya’da İçişleri Bakanlığı mensuplarının yurt dışına çıkışının yasaklanmasını öngören yeni bir yasa tasarısı 16 Mart tarihinde Duma’daki hükümet komisyonu tarafından onaylandı. Tasarı onay için Duma gündemine gelecek. Yasa taslağı, kimlerin yasak kapsamında olacağına dair listeyi bakanlığın hazırlamasını öngörüyor. Rusya Federal Güvenlik Servisi (FSB) ve İçişleri Bakanlığı daha önce de mensuplarının ülke dışına çıkmaması yönünde bir tavsiye yayınlamış; bunun üzerine üst düzey subaylar pasaportlarını ilgili birimlere teslim etmişti. Karara gerekçe olarak “devlet sırlarının korunması” gösterilmişti.

Rusya’da “devlet sırrı” başlıklı federal yasa taslağı, önemli pozisyonlarda görev alan yurttaşların yurt dışına çıkışına geçici olarak yasak getirilebilmesine imkân tanımaktadır. Rusya’da İçişleri Bakanlığı’nda 905 bin kişi çalışıyor. Tasarı, yurt dışında bir ülkede oturum sahibi Rusya vatandaşlarının İçişleri Bakanlığı bünyesinde görev almasına da yasak getiriyor. Açıklama kısmında tasarının amacı, yolsuzluğu önlemek ve Bakanlık çalışanlarının sorumluluğunu arttırmak olarak belirtilmiştir.

Bütün bu gelişmeleri analiz edersek Türkiye ve Rusya ikili ilişkileri inişli çıkışlı seyrine rağmen emin bir şekilde normal rayına oturuyor, sonucuna varabiliriz. İlişkiler dengeli karşılıklı bağımlılıktan ziyade kriz zamanı kritik konularda işbirliği noktasında ele alınmalı. İki ülke arasında özellikle ticaret, enerji, turizm ve bölgesel güvenlik konularında oluşturulan “stratejik ittifak” konusu oldukça mühim. 15 Temmuz elim darbe sürecinden sonra ikili ilişkiler, örtüşen ilişkilere dönüştü. Bu ilişkiler ciddi bir derinleşmeyi de beraberinde getirdi. Rusya, Türkiye’nin ABD ile moderatörlük görevi yaptığı bir ülke konumunda. ABD ve AB, Türkiye-Rusya yakınlaşmasından rahatsız ve özelikle ABD, Suriye çözüm sürecinde Türkiye-Rusya-İran ve Çin ittifakından ziyade bölgede kendi baskın pozisyonundan sonuca gitmeyi hedefliyor. Türkiye’nin Rusya ile ikili ilişkilerinde sürdüreceği istikrarlı tutum, son günlerde yaşanan Batı’daki Türkiye karşıtı söylemlere etki edebilir ve küresel sonuçlar açısından olumlu sonuçlar verebilir. Özellikle, 2020 yılında Türkiye ve Rusya arasındaki ticaret hacminin 100 milyar dolara çıkarılmasının hedefleneceği öngörülürse ilişkilerin güvenlik boyutunun yanı sıra ekonomik boyutu da yadsınamaz. Buna rağmen iki ülke arasında “terör örgütü” tanımlamasında hala sorunlar mevcut. Uluslararası terörizm ve bölge halkının güvenliği konusunda tartışmasız işbirliği ön plana çıkarsa, ilişkiler verimli ve istenilen düzeye ulaşacaktır.

Prof. Dr. Giray Saynur DERMAN
Prof. Dr. Giray Saynur DERMAN
Prof. Dr. Giray Saynur Derman halen Marmara Üniversites, İletişim Fakültesi Halka İlişkiler ve Tanıtım Bölümü Kişilerarası İletişim Anabilim Dalında görev yapmaktadır. 1991 yılında Lisans, 1995 yılında, Yüksek Lisans, 2003 yılında doktora eğitimini Marmara Üniversitesi’nde Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nde tamamlamıştır. 1992-2003 Yılları arasında Marmara Üniversitesi’nde Araştırma Görevlisi, 2004-2011 yılları arasında Sakarya Üniversitesinde Yrd. Doç. Dr. ve 2011-2016 yılları arasında Doç. Dr. Akademik ünvanıyla aynı üniversitenin uluslararası ilişkiler bölümünde çalışmıştır. Uzmanlık alanı Türk Dış Politikası, Siyasi Tarih, Uluslararası ilişkiler üzerinedir. Başlıca ilgi alanları Türkiye- Rusya, ABD, AB İlişkileri, Ukrayna-Kırım, Orta Asya, Kafkasya, Balkanlar, Orta Doğu ve Karadeniz Bölgesi'nin dış ve güvenlik politikaları olup, etnik çatışma alanları, ve dış politika analizi de ilgi alanları arasındadır. “Siyasi Tarih”, “Türk Dış Politikası”, “Türk Dünyasında Siyasi Gelişmeler”, “Kafkasya’da Siyasi Gelişmeler”, “Dış Politika Analizi”, “Diplomatik Yazışmalar” lisans dersleri, “Rus Dış Politikası”, “Rusya Tarihi”, “Rusya-AB ilişkileri”, “AB’nin Orta Asya ve Kafkasya Ülkeleri ile İlişkileri” yüksek lisans dersleri ve “Global Politikalarda Karadeniz”, “Bölgesel ve Küresel Güçlerin Orta Asya-Kafkasya Politikaları” doktora derslerini vermektedir. Çok sayıda ulusal ve uluslararası bildiri, makale ve kitapları bulunmaktadır.1905-1907 Yılları Rusya Müslümanlarının Siyasi Kimlik Arayışı, (İst. Doğu Kütüphanesi Yayınları 2008), Blue Black Sea: New Dimensions of History, Security, Strategy, Energy and Economy, (İngiltere,Cambridge Scholars Publishing 2013), Ukranian Foreign Policy and the Internal Determinants, (Almanya, Berlin Lambert Academic Publishing 2015), Rus Dış Politikasındaki Değişim ve Kremlin Penceresinden Yeni Ufuklar, (Ankara SRT Yayınları, 2016) kitaplarının yazarıdır. En son çalışması The Struggle for Power in Central Asia and the Caucasus: Geopolitics and the Great Game After the Cold War, (İngiltere Tauris 2017)’dır. Amerika Birleşik Devletleri University of Texas/UTD, St. Petersburg Devlet Üniversitesi ve Kırım Devlet Sanayi ve Pedagoji Enstitüsü’nde misafir akademisyen olarak görev yapmıştır. İngilizce, Rusça ve Kırım Tatarcası bilmektedir.

Benzer İçerikler