Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Putin’in günübirlik Türkiye ziyareti tahmin edilenin üzerinde bir etki bıraktı. Şu an cevabını arayan bir çok soru içerisinde belki de en önemlisi, enerji bazlı bu işbirliğinin önümüzdeki süreçte nasıl bir boyut alacağı. Putin’in verdiği mesaj, Milli Mücadele döneminde başlayan fakat Stalin’in politikaları ile sekteye uğrayan, sonrasında ise bir türlü gerçek rotasını tutturamayan Türk-Rus ilişkilerinin yarım kalmış hedefine yönelik. Gerçi, Putin sürprizlere sahne olan bu ziyaretinde bir tek bu birlikteliğin adını koymadı desek, yeridir. Yoksa, sürecin bir “Avrasya İttifakı”na işaret ettiği ortada. Mesele, sadece zamanlamayla ilgili.
İlişkilerin merkezinde enerjinin yer aldığı bu yeni süreç, hiç kuşkusuz Batı’nın son yüzyıllık kabusunun hayata geçmesi ile eşdeğer. Asıl kabus ise, buna bir üçüncü ve belki de dördüncüsünün eklenmesi olacaktır. Nasıl mı? Öncelikle Türk-Rus ilişkileri ile başlayalım. Her iki devletin 1920’li yıllarda karşı karşıya kaldıkları tehditlerin günümüzde çok daha boyutlu bir şekilde gündeme gelmesi, Ankara-Moskova hattında tarihsel hafızanın tekerrürüne yol açmış görünüyor. İlk olarak Kafkaslar, akabinde Karadeniz ve sonrasında Ortadoğu ile gündeme gelen, her iki ülkeyi bir iç savaş ortamına, balkanlaştırma sürecine sokmayı hedefleyen bu yeni tehdit ortamında “derin refleksler”in yine işbaşında olduğuna şahit oluyoruz.
Bu kapsamda 1938’de darbe almaya başlayan, 1945’de kesilen, sonrasında ise bir türlü eski kıvamını yakalayamayan ilişkilerin 11 Eylül sonrası tarihsel kodlarına hızlı bir dönüş yaşaması ve Avrasya bazlı bir ittifak olarak dillendirilmesi bir tesadüf olmasa gerek! Bu noktada Kasım 2001’de imzalanan Avrasya İşbirliği Eylem Planı bir yol haritası olarak karşımıza çıkıyor. Tarafların her şeye rağmen çatışmama üzerine anlaştıkları bu yol haritası, 2010 itibarıyla yeni bir süreci başlatmış durumda. Son gelişme ise, 2010’da ortaya konulan hedeflerin hızlandırıldığını ve tarafların son aşamaya girmek üzere olduklarını gösteriyor. Dolayısıyla, küresel güç mücadelesinin seyrini büyük ölçüde değiştirecek bir “Ötekiler İttifakı” durumu ile karşı karşıyayız.
Batı’yı en zayıf yerinden hedef alan bu birlikteliğin temelini çok boyutlu “enerji güvenliği” oluşturuyor. Putin’in Güney Akım noktasındaki son hamlesi, aslında Batı’nın kendisine karşı kullanmaya çalıştığı en büyük kozu kendi safına çekme girişiminden başka bir şey değil. Açıkçası Rusya, Batı’yı alternatifsiz hale getirmek istiyor.
Ağırlıklı olarak Rusya’nın kazançlı çıktığı bir hamle bu. Rusya, bu son dakika manevrası ile hem Türkiye’yi kazanıyor hem de enerji tekeli olma özelliğini Türkiye üzerinden korumaya devam ediyor. Bunun bir de Türk-İslam dünyası eksenli bir çarpan etkisi var. Sürece entegre edildiğinde dünyadaki tüm denklemler ve dengeleri bir anda alt üst edebilecek bir kapasiteye sahip.
Hiç kuşkusuz, Türkiyesiz bir Batı enerji güvenliği politikaları olmak üzere, tüm bölgelerde kaybetmek demek! En başta da, Kafkaslar, Ortadoğu, Doğu Akdeniz, Karadeniz ve Balkanlar da. Biraz daha ötesinde ise, İran, Afganistan, Orta Asya ve Güney Asya yer alıyor. Dolayısıyla, Rusya lideri Putin’in AB’nin tutumu nedeniyle; “Güney Akım Projesi’nin devam etmeyeceğini söylemesi ve “Türkiye’nin enerji taleplerini karşılamaya hazırız. Yeni hat kurulmasında yardımcı olacağız” açıklaması, yukarıda bahsedilen olası etkilerin ya da kayıpların yanında çok mütevazi kalıyor!
Bu sürece Almanya ve İran’ın dahil edilme olasılığını da hiç bir zaman için göz ardı etmemek gerekiyor; en azından İran boyutuyla bu husus daha mümkün görünüyor. ABD/Batı’nın izlediği güven vermekten çok uzak politikalar 2000’li yılların başında İstanbul’da bir konferansta gündeme getirilen dilek-temenniyi adeta hayata geçiriyor.
Bu projenin hayata geçmesi, ABD/Batı çıkarlarına her ne kadar başlangıçta ters düşecek olsa da, diğer taraftan ABD/Batı-Çin arasında bir tampon güç olması ve “dengesizliğin dengeleyici gücü” olma boyutuyla da tüm dünya açısından bir fırsat olarak değerlendirilebilir.
Bu projeye yönelik olası sabote girişimlerine karşı da, Türkiye ve Rusya’nın sahip olduğu araçları göz ardı etmemek gerekiyor. İki ülkenin birbirini tamamlayıcı nitelikleri ve arka planda çok kutuplu bir dünyayı savunan diğer bölgesel-küresel güçlerin ortaya koyduğu duruş da oldukça önemli.
Bu bağlamda Türkiye ve Rusya’nın iç siyasette çok hassas bir sürece girdiklerinin söylemek için kahin olmaya gerek yok. Bunun siyasi tarihte çok somut örnekleri var; rahmetli Menderes’in yarım kalan teşebbüsü gibi… Dolayısıyla, en azından Türkiye’yi “Kulüp’te tutmaya” yönelik bir takım “olağanüstü gelişmelere” hazırlıklı olmakta fayda var. Muhtemelen bunla ilgili tedbirler de alınmıştır. Yoksa, tüm dünyaya bu son gelişme açıkça ilan edilmezdi!
Для чтения публикации на русскам языке нажмите суда
*Milli Gazete‘de Yayınlanmıştır.