Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne (KKTC) dair aktarılan bilgilere göre, özel Birleşmiş Milletler (BM) statüsünün temelleri 1968 yılına dayanmaktadır. Bu statü, Kıbrıs Türklerinin siyasî haklarını güvence altına almak amacıyla başlatılan iki toplumlu müzakere sürecinin temelini oluşturmuştur. BM’nin arabuluculuğunda başlayan bu süreç, Kıbrıs meselesinin çözümüne yönelik müzakerelerin hukuki temelini oluşturmuş, ancak Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) tek taraflı olarak “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin temsilcisi kabul edilmesi, KKTC’nin uluslararası alanda meşruiyet kazanmasını engelleyen en büyük unsurlardan biri olmuştur. BM’nin Kıbrıs’a yönelik politikalarının temelinde, bu statüye bağlı olarak adadaki iki toplumu eşit seviyede değerlendirmek yerine GKRY’yi meşru hükûmet olarak tanıma eğilimi bulunmuştur.
Tarihsel süreç içerisinde, KKTC’yi resmen tanıyan tek ülke Türkiye olmuştur. Ancak, Bangladeş ve Pakistan, KKTC’nin ilk yıllarında tanıma girişiminde bulunmuş, fakat uluslararası baskılar nedeniyle bu kararlarını kısa sürede geri çekmişlerdir. Özellikle, Bangladeş’in 1972 yılında Pakistan’dan ayrılıp bağımsızlığını ilan etmesinin ardından Türkiye tarafından tanınan ilk ülke olması, KKTC’yi tanıma sürecinde etkili bir faktör olabilecekken, bu sürecin Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve BM baskılarıyla sekteye uğradığı görülmüştür. 1973 yılında KKTC’ye yönelik geçici tanıma kararı alınmış ancak bu karar yalnızca bir gün sürmüş ve hızla geri çekilmiştir.[1] Bu durum, KKTC’nin tanınmasının yalnızca hukuki değil, büyük ölçüde siyasî ve küresel dengelerle ilgili olduğunu ortaya koymuştur.
KKTC’nin 15 Kasım 1983 tarihindeki bağımsızlık ilanı, uluslararası alanda geniş çapta bir tepkiyle karşılanmış ve yalnızca üç gün sonra BM Güvenlik Konseyi (BMGK) tarafından 18 Kasım 1983 tarihinde 541 numaralı karar alınmıştır. Bu karar, KKTC’nin bağımsızlık ilanının 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Kuruluş Anlaşması ve Garanti Antlaşması ile uyumsuz olduğunu ilan etmiş ve BM’nin tüm üye devletlerini KKTC’yi tanımamaya çağırmıştır. Aynı zamanda, Kıbrıs meselesine iki toplumlu bir çözüm bulunması için BM Genel Sekreteri’nin iyi niyet misyonuna destek verilmesi gerektiğini ifade etmiştir. BMGK’nın aldığı bu karar, KKTC’nin uluslararası alandaki izolasyon sürecinin hukuki temelini oluşturmuştur.[2]
Kıbrıs’taki diplomatik kriz süreciyle sorununa uluslararası hukuk perspektifinden bakıldığında KKTC’nin durumu, 1948 Amerika Devletleri Bogota Konferansı’ndaki kararla açılanabilir hâl almıştır. Bogota Konferansı’nda, devletlerin hak ve yükümlülüklerine ilişkin önemli bir karar benimsenmiştir. Bu karar, bir devletin varlığının, diğer devletlerin tanıyıp tanımamasına bağlı olmadığını ve egemenlik ile siyasî bütünlüğün tanınma sürecinden bağımsız olduğunu vurgulamaktadır. Sözleşmenin 9. maddesinde bu durum şu şekilde ifade edilmiştir: “Devletin siyasî varlığı, diğer Devletler tarafından tanınmasından bağımsızdır. Tanınmadan önce bile, Devlet kendi bütünlüğünü ve bağımsızlığını savunma, varlığını ve refahını güvence altına alma hakkına sahiptir ve dolayısıyla kendisini uygun gördüğü şekilde örgütleme, çıkarları doğrultusunda yasama yapma, hizmetlerini yönetme ve mahkemelerinin yetki alanını ve yetkisini belirleme hakkına sahiptir.” Bu bağlamda, KKTC’nin tanınmıyor oluşunun onun bir devlet olarak varlığını ortadan kaldırmadığı, uluslararası hukuk açısından meşruiyetini sürdürdüğü açıkça görülmüştür.[3]
Devletlerin uluslararası hukukta tanınması, kurucu (constitutive) ve açıklayıcı (declaratory) teoriler çerçevesinde ele alınmış ve uluslararası ilişkilerde önemli bir tartışma konusu olmuştur. Kurucu teori, bir yapının devlet olarak kabul edilmesini diğer devletlerin tanımasına bağlamış ve tanınmayı, devlet olmanın zorunlu bir koşulu olarak görmüştür. Buna göre, KKTC’nin tam anlamıyla devlet statüsü kazanabilmesi için uluslararası toplum tarafından tanınması gerekmiştir.
Buna karşılık açıklayıcı teori, devlet olmanın nesnel kriterlere dayalı olduğunu savunmuş ve Montevideo Sözleşmesi’nde belirtilen dört temel unsuru (daimî nüfus, belirli bir toprak, hükûmet ve diğer devletlerle ilişki kurma kapasitesi) sağlayan yapıların, tanınma sürecinden bağımsız olarak devlet sayılacağını öne sürmüştür. Bu teoriye göre KKTC, devlet olmanın tüm unsurlarını yerine getirmekte ve tanınma süreci tamamen siyasî baskılar nedeniyle engellenmektedir.
KKTC’nin mevcut tanınma durumuna bakılırken Kosova örneği dikkate alınabilir. 4 Şubat 2008 tarihinde Avrupa Konseyi, Kosova’nın bağımsızlığını destekleme kararı alırken, 17 Şubat 2008 tarihinde bağımsızlığını ilan eden Kosova, ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Japonya ve Türkiye tarafından hızla tanınmış, ancak Rusya ve Sırbistan sert bir karşı tutum sergilemiştir. Avrupa Birliği (AB) içinde de bölünme yaşanmış, özellikle GKRY, Romanya, Slovakya, İspanya ve Yunanistan, Kosova’yı tanımayacaklarını açıklamıştır. GKRY’nin bu tutumu, doğrudan KKTC meselesine işaret etmekte, Kosova’nın tanınması durumunda KKTC’nin de tanınması gerektiği yönündeki argümanları boşa düşürmemek için Kosova’yı tanımaktan kaçınılmıştır.
Bu durum, KKTC’nin uluslararası tanınmasının hukuki değil, tamamen siyasî saiklerle şekillendiğini göstermektedir. GKRY, Batılı ülkeler üzerinde diplomatik baskı kurarak Kosova meselesini KKTC’nin tanınmasını engellemek için bir emsal olarak kullanmış, uluslararası hukuk açısından tutarsız bir duruş sergilemiştir.
Kosova örneği, Bogota Konferansı’nda vurgulanan prensiplere uygun şekilde, diğer devletlerin tanınmamasına rağmen bağımsız bir şekilde hareket edebilmiştir. KKTC’nin bu örnek üzerinden hareket etmesi gerektiği savunulabilmiştir. Ancak Kosova’yı uluslararası düzeyde tanıyan güçlü devletlerin varlığı, bu süreci kolaylaştırabilmiştir. KKTC için benzer bir yaklaşımın benimsenmesinin önündeki temel engel, uluslararası kamuoyunun ikiye bölünmeyip bir bütün halinde aleyhte tutum sergilemesi ve küresel ölçekte etkili bir müttefikin desteğinin bulunmaması olmuştur.
31 Ocak 2025 tarihinde gerçekleştirilen BM Güvenlik Konseyi toplantısında, Kıbrıs meselesine ilişkin mevcut statükonun devam ettirilmesi yönünde bir karar alınmış ve barış gücünün görev süresi 31 Ocak 2026 tarihine kadar uzatılmıştır. Oy birliğiyle kabul edilen karar, yaklaşık yarım asırdır devam eden kısır döngünün çözüme ulaşmaması için BM’nin tek devletli çözümde ısrarcı tavrını sürdürdüğünü ve iki devletli çözüm alternatifine kapıyı kapatarak mevcut dengeyi korumaya çalıştığını göstermiştir.[4]
KKTC’nin uluslararası sistemde tanınmazken Türkiye Cumhuriyeti’nin teşvikiyle ilk kez Türk Devletleri Teşkilâtı (TDT) bünyesinde “gözlemci üye” olarak yer alması tarihî bir karar olarak değerlendirilmiştir. Fakat uluslararası örgüt kapsamında sadece bu bağlamda sınırlı kalınmıştır. TDT’nin Kıbrıs sorununa dair dolaylı veyahut direkt tutumu söz konusu olmamıştır.
2022 yılının Kasım ayından itibaren TDT Genel Sekreterliği görevini yürüten Kubanıçbek Omuraliev, 2025 yılı için teşkilatın temel önceliklerini açıklarken, KKTC’nin teşkilat içindeki statüsüne doğrudan bir vurgu yapmamıştır. Omuraliev, Kırgızistan başkanlığı altında TDT’nin ekonomik entegrasyonu derinleştirme, dijital dönüşümü hızlandırma ve bölgesel işbirliğini geliştirme hedeflerine odaklanacağını belirtmiştir. 2024 Bişkek Zirvesi’nde imzalanan 16 anlaşma arasında KKTC ile ilgili herhangi bir madde yer almamış, TDT’nin öncelikli gündem maddeleri arasında Kıbrıs meselesi yer bulamamıştır.[5]
TDT üyelerinden Azerbaycan, Türkiye ve Özbekistan, 29 Ocak 2025 tarihinde Ankara Deklarasyonu’nu imzalayarak üçlü işbirliğini derinleştirme taahhütlerini yenilemişlerdir. Deklarasyonda, bölgesel ve uluslararası konularda işbirliğinin güçlendirilmesi vurgulanırken, Filistin meselesine ilişkin olarak Gazze’deki ateşkes ilanının memnuniyetle karşılandığı, bunun sıkı bir şekilde uygulanmasının gerekliliği ve İsrail-Filistin meselesinde iki devletli çözüme destek verilmesi yönünde ortak bir tutum benimsenmiştir. Ancak KKTC ve Kıbrıs sorununa ilişkin herhangi bir ifadeye yer verilmemiştir.[6]
Bu durum, TDT içindeki Türk Dünyası Diplomasisi anlayışında KKTC’nin konumuna dair belirgin bir yaklaşım eksikliği olduğunu ortaya koymaktadır. Türkiye’nin uluslararası platformlarda KKTC’nin tanınması ve Kıbrıs meselesinin adil ve kalıcı bir çözüme kavuşturulması yönündeki tutumu dikkate alındığında, Filistin meselesindeki “iki devletli çözüm” anlayışının, GKRY ile KKTC arasındaki “iki devletli çözüm” prensibiyle benzerlik taşıdığı görülmektedir. Ancak bu yaklaşımın TDT tarafından benimsenmemesi ve Kıbrıs meselesine dair ortak bir tutum sergilenmemesi, KKTC’nin uluslararası tanınma sürecinde yalnız kalmasına neden olmaktadır.
8 Ocak 2025 tarihinde yapılan ortak basın toplantısında, KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ve Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Kıbrıs meselesinde iki devletli çözüm modelinin tek gerçekçi seçenek olduğunu vurgulamışlardır. Fidan, geçmişte denenen diğer çözüm modellerinin başarısız olduğunu belirterek, iki egemen devletin birbirine güvenmesi ve karşılıklı egemenlik haklarını tanımasının, ekonomik gelişim, istikrar ve bölgesel işbirliği açısından büyük kazanımlar sağlayacağını ifade etmiştir. Ancak uluslararası alanda, bu gerçeğin dile getirilmekten kaçınıldığını ve özellikle GKRY’deki siyasî aktörlerin statükoyu bozacak risklerden kaçınarak mevcut durumu sürdürmeye çalıştığını belirtmiştir. Türkiye’nin diplomatik çabaları devam ederken, uluslararası sistemde Kıbrıs meselesine yönelik söylemlerin tekrarlanması ancak gerçekçi adımların atılmaması sürecin bir kısır döngüye dönüştüğünü ortaya koymuştur.[7]
Bu noktada, Nisan 2022 tarihinde Çin tarafından duyurulan Küresel Güvenlik İnisiyatifi (GSI) de Kıbrıs meselesine dair önemli bir perspektif sunmuştur. Çin’in Kıbrıs Büyükelçisi Liu Yantao, yayımlanan bir açıklamasında, GSI’nin Kıbrıs meselesine katkı sağlayabileceğini, BM Şartı ve Güvenlik Konseyi kararlarına bağlı kalınması gerektiğini, Kıbrıs halkının iradesine saygı gösterilmesi ve iki toplumlu, iki bölgeli federasyon temelinde kalıcı çözüme odaklanılması gerektiğini vurgulamıştır.[8] Bu bağlamda, Çin’in GKRY ile olan ekonomik ilişkileri ve Orta Asya’daki Türk devletlerinin hem uluslararası kamuoyunun yaptırımları ve baskılarına maruz kalmamak adına hem de Çin ile olan ticari ve ekonomik bağlarını riske atmamak adına Kıbrıs meselesinde tarafsız bir tutum sergilediği görülmüştür.
Bu çerçevede TDT içinde KKTC’nin gözlemci üye statüsünün korunması ve örgüt bünyesinde daha geniş bir siyasî rol üstlenmesinden kaçınılması, en olası senaryo olarak değerlendirilmektedir. Türkiye ve Azerbaycan’ın KKTC’ye yönelik desteği devam ederken, diğer üye ülkeler diplomatik baskılardan kaçınmak adına doğrudan bir tanıma sürecine girmemektedir. Bunun yerine KKTC’nin Türk Dünyası Diplomasisi ile ekonomik ve kültürel bağlarının güçlendirilmesi, uluslararası izolasyonunu kırmaya yönelik daha uygulanabilir bir seçenek olarak görülmektedir.
Alternatif olarak KKTC’nin TDT içinde daha etkin bir konum kazanmasını sağlayacak ekonomik ve ticari işbirlikleri geliştirilebilir. Türk Yatırım Fonu ve Orta Koridor projeleri gibi mekanizmalar üzerinden KKTC’nin teşkilata entegrasyonu hızlandırılabilir. Ancak bu süreç, hukuki bir tanımadan ziyade fiili bir diplomatik angajman şeklinde ilerleyerek, TDT üyelerinin uluslararası dengeyi koruma stratejisiyle uyumlu olacak şekilde yönetilmektedir.
Buna karşılık TDT üyelerinin KKTC’yi resmî olarak tanıması en düşük ihtimalli senaryo olarak görülmektedir. Kazakistan ve Kırgızistan gibi ülkeler, Batı ve Çin’le olan ilişkilerini gözeterek bu tür bir adıma destek vermeyecekleri öngörülmektedir. Böyle bir karar, TDT’nin uluslararası sistemde sert diplomatik tepkilerle karşılaşmasına neden olacağından, teşkilatın önceliği KKTC’nin siyasî tanınmasından çok ekonomik ve kültürel entegrasyonunu artırmaya yönelik adımlar atmak olacaktır. Bu nedenle, mevcut konjonktürde KKTC’nin diplomatik statüsüne yönelik radikal bir değişiklik beklenmemekte, ancak Türkiye ve Azerbaycan öncülüğünde Türk Dünyası Diplomasisi anlayışına sahip KKTC’nin uluslararası alanda daha görünür kılınması hedefleneceği beklenilmektedir.
[1] Michael Rubin, “Is Now the Time for a Cyprus Deal?”, Commentary, https://www.commentary.org/michael-rubin/is-now-the-time-for-a-cyprus-deal, (Erişim Tarihi: 07.02.2025).
[2] “Concerns declaration by the Turkish Cypriot community of its secession from the Republic of Cyprus. In: Resolutions and decisions of the Security Council, 1983”, United Nations, https://digitallibrary.un.org/record/58970/files/S_RES_541%281983%29-EN.pdf, (Erişim Tarihi: 07.02.2025).
[3] “Bogota Conference of American States, Charter of the Organization of American States; March 30-May 2, 1948”, Election Observation and Democracy Support (EODS), https://www.eods.eu/template/default/compendium/Part%207/001_Charter_of_the_Organization_of_American_States_1948.pdf, (Erişim Tarihi: 07.02.2025).
[4] “The situation in Cyprus – Security Council, 9854th meeting”, United Nations, https://media.un.org/avlibrary/en/asset/d333/d3334606, (Erişim Tarihi: 07.02.2025).
[5] “Key achievements and plans of Organization of Turkic States for 2025 under Kyrgyzstan’s chairmanship – interview with Kubanychbek Omuraliev”, AKIpress, https://akipress.com/news:817552, (Erişim Tarihi: 07.02.2025).
[6] “Ankara Declaration strengthens trilateral cooperation between Azerbaijan, Türkiye, and Uzbekistan”, Azernews, https://www.azernews.az/nation/237098.html, (Erişim Tarihi: 07.02.2025).
[7] “President Ersin Tatar and Hakan Fidan, Minister of Foreign Affairs of the Republic of Türkiye, hold joint press conference following their meeting”, Presidency of TRNC, https://kktcb.org/en/president-ersin-tatar-and-hakan-fidan-minister-of-foreign-affairs-13134, (Erişim Tarihi: 07.02.2025).
[8] “Beijing on the Cyprus Problem: One China, One Cyprus?” ChinaMed Project, https://chinamed.substack.com/p/beijing-on-the-cyprus-problem-one#_ftn3, (Erişim Tarihi: 07.02.2025).