Donald Trump, 5 Kasım 2024 tarihinde yapılan seçimlerde Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) 47. Başkanı olarak seçilmişti. Trump’ın bir önceki döneminde ABD-Avrupa Birliği (AB) ilişkilerinde önemli kırılmalar yaşanırken, yeni dönemde transatlantik ilişkilerin dinamikleri merak edilmektedir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan beri ABD’nin başta ekonomik ve askeri şemsiyesi altında bulunan Avrupa, Trump dönemiyle birlikte bu korumayı kaybetme tehlikesi yaşamış ve Trump’ın Kıta Avrupası’na sert yaklaşımını yakından hissetmişti. İlk döneminde çelik ithalatına %25 ve aluminyuma %10 gümrük vergisi uygulanmıştı. Buna karşılık AB, değeri 6 milyar dolara varan Amerikan ürününe tarifeler uygulamaya başlayarak iki taraf arasındaki ticaret savaşı söz konusu olmuştu.[1]
Rusya-Ukrayna Savaşı’nın şiddetlendiği bu dönemde kendini tehdit altında hisseden Avrupa’nın ABD’yle yeni bir ticaret savaşına girme olasılığı, bloğu köşeye sıkıştırmaya ve rahatsız etmeye yetmektedir. Kanada ve Meksika’yı %25 tarife uygulama tehtidinin ardından Trump, AB tarafından daha fazla Amerikan gazı ve petrolü satın alınmadığı sürece ekstra tarifeler uygulanacağını belirtmiştir.[2] Buna karşılık AB’nin ABD Büyükelçisi Jovita Neliupsiene ise böyle bir durumda AB’nin missileme yapacağını söylemişti. Buna ek olarak Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen ise Rus gazını Amerikan LNG’si ile değiştirmenin daha ucuz bir alternatif olduğunu söyleyerek bunun bloğa daha faydalı ve kazançlı olacağını, dolayısıyla üzerine tartışılabileceğini ifade etmişti. Dolayısıyla blok içinde konu üzerine değişen fikirler söz konusudur. Fakat Trump’ın bu politikasının hem AB’yi hem de uluslararası ekonomik düzeni etkileyeceği kesin olarak görülmektedir.
İkinci Dünya Savaşı sırasında 1944 yılında toplanan Bretton Woods Konferansı ile kurulması amaçlanan savaş sonrası küresel ekonomik sistemin liberal olması öngörülmüştü. Bu yönde Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu ve önce 1947’de Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması ve ardından 1995’te Uruguay Turu’nda Dünya Ticaret Örgütü adıyla kurulan çeşitli kurumlar bu sistemin yapı taşları olarak kurulmuştu. Bretton Woods rejimi ABD’nin üzerine ciddi bir yük bindirmişti. Savaş sonrası Kıta Avrupası’nın ve gelişen ülkelerin ekonomileri üzerinde bulundukları yardım ve etkisiyle ABD, kendi ekonomisindeki dalgalanmaları sert deneyimlemeye başlamıştı. Ayrıca söz konusu kurumlara en büyük orandaki katkıları yine ABD yapmaktaydı. Dönemin ABD başkanı Richard Nixon, 1971-1973 yılları arasında iç ekonomideki bu durumu rahatlatmak adına tarihe “Nixon Şoku” olarak geçen süreçte Dolar’ın Altın’a çevrilme uygulamasını iptal etmek de dahilinde birçok uygulama hayata geçirmiş, fakat bunlar başarılı olamamış ve sonunda “Watergate Skandalı” sonrası istifa etmek durumunda kalmıştır.[3]
OPEC Petrol Krizi’nin de etkisiyle Bretton Woods rejimi çökmüş ve dünyadaki ekonomik durum bir duraklama sürecine girmiştir. Bu sürecin ardından “Vaşington Uzlaşması” gibi süreçlerle hem ekonomist Joseph Stiglitz’in yaptığı eleştiri üzerine gelişen ülkelerin küresel ekonomik sistemde söz sahibi olmaları desteklenmiş ve liberal ekonomik sistemin de Bretton Woods’da belirtildiği gibi zamanla korumacı ve merkantilist politikaların terk edilerek zamanla oturtulması amaçlanmıştır.
Savaş sonrası dönemde iç ekonomide yapılan hükümet müdahaleleri ve dış ticarette aranan liberal düzen Keynesyen bir sistemi çağrıştırır nitelikteydi ve söz konusu müdahalelerin zamanla kaldırılması amaçlanıyordu. Fakat bu asla gerçekleşmemektedir. Dünya Ticaret Örgütü’nün son turu olan Doha Turu’nun 2001 yılında başlatılmasına rağmen hala sonuçlanamaması, önce 1990’larda artan Amerikan karşıtlığı ve söz konusu liberal ekonomik sistemin asla tam anlamıyla uygulanamadığının en büyük belirteci olmaktadır. Bundan öte daha çok merkantilist bir yapı halinde bulunan ekonomik sistem, 1973-1979 arası gerçekleşen Tokyo Turu sırasında ortaya çıkan yeni korumacılık olarak adlandırılan tarife dışı engeller vesilesiyle ve tarifeler vesilesiyle kısıtlanmış sözde liberal bir yapı halinde devam etmektedir.
Baştan kurulmaya çalışılan liberal ekonomik sistemin doğrudan ABD ve Kıta Avrupası arasındaki ilişkiden ortaya çıkması, şu anda da iki taraf arasındaki ticaret ilişkilerinin oluşturulmaya çalışılan küresel ekonomik sistemi kökten etkiler niteliktedir. Bu noktada Donald Trump’ın ortaya attığı ve olduğu kadar liberal olduğu düşünülen sistemin temelini oluşturan tarafların bugün bir ticaret savaşı haline girmesinin tetiklenmesi uluslararası liberal ekonomik sistem çabalarını baltalar niteliktedir. Bu tür merkantilist ve aşırı korumacı yaklaşımlar uluslararası ekonomide belli bir seviyeye kadar stabiliteyi sağlamanın önünde engel olmakta ve uygun olmayan ticaret pratikleri geliştirmektedir. Rusya-Ukrayna Savaşı’nın ortasında Avrupa’da artan baskıyı şiddetlendiren bu yaklaşım AB için büyük bir hayal kırıklığı yaratmaktadır.
Kıtanın refah içinde varlığının büyük oranda ABD’ye bağlı olması hem bloğun bağımsızlığını zedelemekte hem de kendi kendine yetmesine karşı bir engel yaratmaktadır. Böyle bir ortam içinde AB’nin izlemesi gereken yol, ABD’nin alternatifinin bulunmasıdır. Enerji için de Orta Asya enerji kaynaklarının Bakü üzerinden Lapis Lazuli Boru Hattı gibi planlar aracılığıyla AB ülkelerine ulaştırılması düşünülebilir. Bu senaryo AB ve Batı’nın Kafkasya’da Rusya’ya karşı büyük oranda kaybettiği nüfuz savaşını iyileştirme çabalarının elzem olduğunu hatırlatır niteliktedir. Fakat AB ülkeleri hala Azerbaycan gibi bu senaryoda kilit rol oynayacak ülkeye karşı Ermenistan ile ihtilaflarında çeşitli kararlar çıkarmakla meşgullerdir.
Buna ek olarak Ursula von der Leyen’in de belirttiği gibi, Rus gazından daha ucuz bir alternatif olarak ABD gazının alınması da Trump’ın bu tehditlerini aslında bir avantaja çevirme yolu olarak görülebilir.[4] Günün sonunda AB, kendi kendine yeterlilik yaratma konusunda geç kalmıştır ve bu yüzden ABD’nin etkisinde kalmaya devam edecektir. Günümüz ekonomik sisteminde korumacı politikalar kaçınılmazdır ve bu, bir ülkenin veya bloğun kendi kendine yetebilmesi ihtiyacını, dolayısıyla başka bir merkantilist prensibi doğurmaktadır. Bu durumda liberal sistem baltalansa da AB’nin buna yönelik alternatifler oluşturması ve yukarıda bahsedildiği gibi özellikle Trump’ın korumacı önlemlerine karşı akılcı politikalar üretip kendi avantajını yaratması elzemdir.
[1] Stercevic, Seb. (2024), “Trump ramps up EU trade war threat unless bloc buys American oil and gas.”, POLITICO, https://www.politico.eu/article/us-donald-trump-threat-eu-tariffs-unless-buys-american-oil-gas/,
(Erişim Tarihi: 24.12.2024).
[2] Boak, Josh & Casert, Raf (2024), “Trump adds Europe to the list of US trade partners he’s threatening with tariffs.”, APnews, https://apnews.com/article/trump-europe-trade-tariffs-natural-gas-oil-08d762fdf17a0737aa6add3c9382c4bd, (Erişim Tarihi: 25.12.2024).
[3] Garten, Jeffrey E. (2021), “Three Days at Camp David: How a Secret Meeting in 1971 Transformed the Global Economy.”, s. 70-73, (Erişim Tarihi: 24.12.2024).
[4] Hodgson, Robert (2024), “Trump threatens trade tariffs unless Europe buys a lot more US oil and gas.”, euronews., https://www.euronews.com/business/2024/12/20/trump-threatens-trade-tariffs-unless-europe-buys-a-lot-more-us-oil-and-gas, (Erişim Tarihi: 25.12.2024).