Analiz

Trump’ın Grönland Söylemi: Güvenlik, Jeopolitik ve Hukuki Perspektif

Trump’ın söylemleri, uluslararası hukuk açısından birtakım soru işaretlerini beraberinde getirmiştir.
Grönland, doğal kaynakları ve askeri altyapısı ile jeopolitik olarak büyük öneme sahiptir.
Trump’ın Grönland’a olan ilgisi, Çin ve Rusya’nın Arktik bölgesindeki etkisini güvenlikleştirme söylemiyle meşrulaştırmaktadır.

Paylaş

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) Donald Trump’ın başkanlık görevine ikinci kez başlamasıyla birlikte Grönland’ı Danimarka’dan satın alma söylemleri yeniden canlanmıştır. Trump, 21 Ocak 2025 tarihinde “Grönland’ın ABD uluslararası güvenlik için gerekli olduğunu” söylemiştir. 

Grönland, Atlas Okyanusu‘nun kuzeyinde yer alan ve büyük ölçüde buz kitlesiyle kaplı, Danimarka Krallığı‘na bağlı özerk bir bölgedir. Grönland, coğrafi olarak Kuzey Amerika kıtasına bağlı olmasına rağmen jeopolitik olarak Avrupa’ya bağlı kalmıştır. Trump’ın bu tartışmalı teklifi, ABD’nin büyük stratejik hamlelerinden biri olarak dikkat çekmektedir ve Amerikan dış politikasının şekillenmesinde yeni bir sayfa açma potansiyeli taşımaktadır. Mevcut uluslararası ilişkilerde bu tip söylemler başta ciddiye alınsa da uluslararası hukukun ve şu anki jeopolitik şartlar, Trump’ın önerisini hayata geçirme açısından önemli engeller sunmaktadır. 

ABD’nin Arktik bölgedeki genişleme çabaları, 19. yüzyılda Alaska’nın Rusya’dan 1867 yılında 7,2 milyon dolar karşılığında satın alınmasıyla başlamıştır. Bu hamle, Rusya’nın Kırım Savaşı’ndaki yenilgisinin ardından Britanya’nın Pasifik’teki etkisini dengeleme girişimiyle desteklenmiştir. Alaska’nın ABD’ye katılması, Amerikan Ordusu’nun bölgedeki varlığını sağlarken, Washington’ın Pasifik’teki stratejik etkisini genişletmiş ve ekonomik faydalar sağlamıştır. Bu olay, ABD’nin Arktik bölgesindeki genişleme politikasının temel taşlarından biri olmuştur.[1]

Alaska’nın satın alınmasının ardından ABD’nin Danimarka’dan Grönland ve İzlanda adalarını satın alma planları 1860’lı yıllarda ABD’nin 24. Dışişleri Bakanı William Seward tarafından gündeme getirilmiştir. Ancak Danimarka’nın İkinci Schleswig Savaşı’ndaki yenilgisinin ardından görüşülen bu planlar, kongrenin desteklememesi üzerine başarısız olmuştur. Buna rağmen Grönland’ı ABD’nin stratejik hedefleri arasına dahil etme fikri, 20. yüzyılda tekrarlanan çabalarla yeniden gündeme gelmiştir.[2]

Grönland, coğrafi konumu, doğal kaynakları ve askeri altyapısı nedeniyle jeopolitik açıdan önemli bir bölgedir. Trump’ın Grönland’a olan ilgisinin temelinde bu stratejik mineral kaynakları yatmaktadır. Bu yaklaşım, ABD’nin Grönland’daki güvenlik varlığını artırma yönündeki uzun vadeli motivasyonlarıyla örtüşmektedir. Nitekim, son iki yıldır ABD Ulusal Bilim Vakfı tarafından yürütülen ve Grönland’ın eski mineral altyapısını yeniden geliştirmeyi hedefleyen bir proje, bu çıkarların akademik ve stratejik düzeyde ele alındığını göstermektedir. Adada bulunan kriyolit rezervleri, askeri uçak yapımı ve diğer endüstriyel uygulamalar için kritik bir rol oynamaktadır.[3]

II. Dünya Savaşı sırasında ABD, Grönland’da askeri havaalanları ve radar üssü inşa ederek bölgedeki varlığını güçlendirmiştir. Bu altyapı, Soğuk Savaş yıllarında Sovyetler Birliği’nin nükleer tehditlerine karşı erken uyarı sistemlerinin bir parçası olmuştur. Ayrıca ABD, Grönland’daki kriyolit madenini korumak amacıyla Bluie West Seven adlı bir deniz üssü inşa etmiş ve bölgedeki güvenlik önlemlerini artırmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında kriyolit madeninden çıkarılan 85.000 ton mineral, Kuzey Amerika’daki alüminyum izabe tesislerine sevk edilmiştir. Günümüzde Ivittuut olarak bilinen bu bölge, tarihsel olarak ABD’nin Grönland’daki askeri ve ekonomik çıkarlarının merkezinde yer almıştır.[4]

Arktik’teki büyük güç rekabeti, Grönland’ı Rusya ve Çin gibi aktörlerin artan ekonomik ve stratejik hedeflerine karşı bir denge unsuru haline getirmektedir. Özellikle Çin’in “Kutup İpek Yolu (Polar Silk Road-PSR)” stratejisi, bölgeye olan ilgiyi artırmış, Rusya ise enerji kaynakları ve askeri varlığıyla bölgede etkinliğini güçlendirmiştir. Trump’ın Grönland’ı satın alma teklifi, bu iki büyük gücün etkisini dengelemeyi ve ABD’nin bölgede kalıcı bir etki kurmasını sağlamayı hedeflemektedir. 

Kutup İpek Yolu, 2017 yılında Çin’in mega ölçekli altyapı ve bağlantı projesi olan Kuşak ve Yol Girişimi’ne (KYG) eklenmiş ve Kuzey Deniz Rotası gibi ekonomik koridorlarda altyapı yatırımlarıyla karakterize edilmiştir. “Altın Su Yolu” olarak da adlandırılan bu girişim, Arktik bölgesindeki doğal kaynakların çıkarılması ve deniz taşımacılığı potansiyeline büyük bir ilgi uyandırmıştır. Ancak Kutup İpek Yolu’nun Çin’in Arktik stratejisindeki yeri ve önemi konusunda belirsizlikler sürmektedir. Çinli yetkililerden bu konuda çelişkili sinyaller gelirken, girişim yalnızca Rusya’yla değil, Kuzeydoğu Asya ve İskandinav ülkeleriyle de bir işbirliği çerçevesi olarak değerlendirilmiştir. Buna rağmen Kutup İpek Yolu’nun Çin’in genel stratejik öncelikleri arasındaki konumu hâlâ netlik kazanmamıştır.

Şubat 2022 tarihinde Rusya-Ukrayna Savaşı başlamadan bir kaç gün önce Şi Cinping ve Vladimir Putin, Pekin’de bir araya gelerek Kutup İpek Yolu’nun geliştirilmesi gibi stratejik meseleleri tartışmışlardır. İlk kez 2017 yılında duyurulan bu proje, Arktik bölgesinde iki ülke arasındaki potansiyel işbirliği alanlarından biri olarak öne çıkarılmış ve bazı çevrelerce Rusya-Çin ortaklığının jeopolitik olarak temel dayanaklarından biri olarak değerlendirilmiştir. Şi, Mart 2023 tarihinde Rusya’yı yeniden ziyaret ederek Çin’in Rusya’yla stratejik ortaklığa bağlılığını vurgulamış ancak bu ilişkinin “sınırsız” bir ortaklık olmadığını da dile getirmiştir. Rusya, Çin’in Arktik bölgesindeki varlığını artırma konusundaki istekliliğini ifade ederken, Kutup İpek Yolu’nun resmi Çin söyleminde geri planda kaldığı gözlemlenmiştir.[5] Bu durum, Çin’in Arktik politikası ve küresel düzene yönelik uzun vadeli stratejik yaklaşımı konusunda daha fazla soru işareti doğurmuştur. 

Trump’ın söylemleri, uluslararası hukuk açısından birtakım soru işaretlerini beraberinde getirmiştir. Grönland’ın hukuki statü olarak Danimarka Krallığı’nın bir parçası olmasına rağmen 1979 yılında kabul edilen özerklik yasasıyla geniş haklar kazanmıştır.[6] Grönland, savunma ve dış politika gibi belirli konularda Danimarka’ya bağlı olmasına karşın kendi iç hukuku ve yönetim sistemine sahiptir. Bu durum, Grönland’ın kendi kaderini tayin hakkına sahip bir topluluk olarak değerlendirilmesini mümkün kılmaktadır. Kendi kaderini tayin hakkı, Birleşmiş Milletler (BM) Şartı’nın 1(2). maddesi ve BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 1. maddelerinde tanınan temel bir ilkedir. Bu hak, halkların kendi siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel statülerini serbestçe belirleme özgürlüğünü ifade eder. 

Grönlandlılar, bu hakkın çerçevesinde Grönland’ın geleceği hakkında tek karar verme merciidir. Uluslararası hukukta toprak edinimi, tarih boyunca çeşitli yöntemlerle gerçekleşmiştir. Ancak modern uluslararası hukuk, söz konusu yöntemleri sınırlandırmış ve belirli kurallar altına alınmıştır:[7] (i) Devletler arasında yapılan bir anlaşma ile toprak devri mümkün olabilir. Ancak, bu tür anlaşmaların BM Şartı’nın 1. ve 55. maddelerinde belirtilen kendi kaderini tayin hakkına uygun olması gerekir. Danimarka, Grönland’ı ABD’ye satmayı kabul etse bile Grönlandlıların rızası olmadan bu transfer gerçekleşemez. (ii) Tarihsel olarak devletler, keşfetme ve yerleşme yoluyla toprak kazanımı elde etmişlerdir. Ancak bu yöntem modern uluslararası hukukta geçerli değildir. Danimarka’nın 19. yüzyılda Grönland’da yerleşimler kurması, bu nedenle, modern hukuka göre toprak edinimi olarak yorumlanmaz. (iii) BM Şartı’nın 2(4). maddesi uyarınca kuvvet kullanarak toprak edinimi yasaklanmıştır. Bu ilke, 1970 tarihli BM’nin Dostane Münasebetler Kurmaya ve İşbirliği Yapmaya Dair Uluslararası Hukuk İlkeleri Hakkında Bildirisi ile de teyit edilmiştir.

Trump’ın Grönland’ı kontrol etmek için ekonomik baskı uygulama olasılığını dile getirmesi, uluslararası hukukta tartışmalı bir alanı temsil etmektedir. Ekonomik baskı, genellikle “müdahale yasağı” kapsamında değerlendirilir. BM Genel Kurulu’nun 1965 tarihli 2131 (XX) sayılı Kararı, devletlerin ekonomik baskı yoluyla başka bir devletin iç işlerine karışmasını yasaklamıştır.[8] Ancak bu tür kararların örf ve adet hukuku haline gelip gelmediği tartışma konusudur.

Trump’ın Grönland hakkındaki söylemleri özellikle güvenlikleştirme teorisi çerçevesinde değerlendirildiğinde bir bölgenin uluslararası güvenlik için “gerekli” olarak tanımlanmasının, o bölgeye yönelik olağanüstü politikalara meşruiyet kazandırma süreci olarak anlaşılabilir. Grönland’ın stratejik bir değer taşıdığına dair yapılan vurgular, adanın yalnızca bir toprak parçası olmadığını, küresel güvenlik dengeleri açısından kritik bir unsuru temsil ettiğini ortaya koymaktadır. Trump’ın açıklamalarındaki “uluslararası güvenlik için gerekli” söylemi, bu bölgeye yönelik askeri müdahale veya diplomatik baskı gibi olağanüstü tedbirlerin meşrulaştırılmasında bir araç olarak görülebilir. Wæver’ın güvenlikleştirmesi bir meseleyi salt güvenlik tehdidi olarak tanımlamaz; o meseleye müdahale etme hak ve zorunluluğunu da doğurur. 

Grönland’ın bir Amerikan çıkarı olarak sunulması, ABD’nin bölgedeki stratejik hakimiyetini pekiştirmek adına Çin ve Rusya’nın artan etkisiyle karşılaştırıldığında önemli bir adım olarak görülmektedir. Arktik bölgesi ve Grönland, değerli doğal kaynaklar ve jeopolitik avantajlar sunmaktadır. Bu husus da ABD için bu bölgedeki nüfuzunu arttırma amacını güçlendirmektedir. Çin’in bölgedeki altyapı yatırımları ve Rusya’nın askeri varlığı, ABD için tehdit olarak algılanabilir ve bu tehdit, Grönland’a yönelik güvenlikleştirme söylemiyle daha da pekiştirilebilir. Ayrıca, Grönland’daki değerli madenler ve enerji kaynakları, küresel rekabetin odak noktalarından biridir; bu kaynaklar, özellikle Çin ve Rusya gibi büyük oyuncular için stratejik bir önem taşımaktadır. 

Sonuç olarak Trump’ın açıklamaları, sadece ABD’nin çıkarlarını savunmakla kalmaz, Çin ve Rusya’nın bölgedeki etkinliğini sınırlamayı amaçlayan bir güvenlik stratejisinin parçası olabilir. Bu bağlamda, Grönland’ın güvenlikleştirilmesi, uluslararası ilişkilerde büyük güçler arasındaki stratejik mücadelelerin ve uluslararası hukukun sınırlarını zorlayan bir manevra olarak değerlendirilebilir. Trump’ın söylemi, hem küresel güvenlik stratejilerinin hem de uluslararası hukuk normlarının yeniden şekillendiği bir dönemde, ABD’nin küresel güç olarak liderliğini pekiştirmek adına kullanılan bir söylemsel strateji olarak karşımıza çıkmaktadır.


[1] “History Explains Trump’s Interest in Greenland—And Why Buying It Won’t Be So Easy”, TIMEhttps://time.com/7208293/buying-greenland-history/, (Erişim Tarihi: 24.01.2025).

[2] Aynı yer.

[3] “Greenland’s Mineral Heritage in the Trump Era”, Forbes, https://www.forbes.com/sites/saleemali/2024/12/26/greenlands-mineral-heritage-in-the-trump-era/, (Erişim Tarihi: 24.01.2025).

[4] Aynı yer.

[5] “China’s Polar Silk Road: Long Game or Failed Strategy?”, The Arctic Institute, https://www.thearcticinstitute.org/china-polar-silk-road-long-game-failed-strategy/, (Erişim Tarihi: 24.01.2025).

[6] ““You cannot sell parts of a state ter­ritory”, LTO, https://www.lto.de/recht/hintergruende/h/interview-trump-usa-control-greenland-right-to-self-determination-international-law, (Erişim Tarihi: 24.01.2025). 

[7] Aynı yer.

[8] “General Assembly Resolution 2131 (Xx) Of 21 December 1965 Declaration on The Inadmissibility of Intervention in The Domestic Affairs of States and The Protection of Their Independence and Sovereignty”, United Nations Library of International Law, https://legal.un.org/avl/pdf/ha/ga_2131-xx/ga_2131-xx_e.pdf, (Erişim Tarihi: 24.01.2025).

Zeynep Çağla ERİN
Zeynep Çağla ERİN
Zeynep Çağla Erin, 2020 yılında Yalova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden “Feminist Perspective of Turkish Modernization” başlıklı bitirme teziyle ve 2020 yılında da İstanbul Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Sosyoloji bölümünden mezun olmuştur. 2023 yılında Yalova Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim dalında “Güney Kore’nin Dış Politika Kimliği: Küreselleşme, Milliyetçilik ve Kültürel Kamu Diplomasisi Üzerine Eleştirel Yaklaşımlar” başlıklı yüksek lisans tezini tamamlayarak mezun olmuştur. Şu an Kocaeli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim dalında doktora eğitimine devam etmektedir. ANKASAM Asya & Pasifik Uzmanı olan Erin’in başlıca ilgi alanları; Asya-Pasifik, Uluslararası İlişkiler’de Eleştirel Teoriler ve Kamu Diplomasisi’dir. Erin iyi derecede İngilizce ve başlangıç seviyesi Korece bilmektedir.

Benzer İçerikler