Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin ve ABD Başkanı Donald Trump arasında kapalı kapılar ardında iki, basın önünde bir, toplamda üç saat süren tarihi Helsinki Zirvesi sona erdi. Fakat zirve halen gündemdeki yerini korumaya devam ediyor. Çünkü basın önündeki bir saat içerisinde verilen malzemenin kendisi bile, başlı başına kapalı kapılar arkasında neler konuşulduğuna yönelik önemli ipuçlarını fazlasıyla barındırıyor.
Bu bağlamda söz konusu ipuçlarının zirve öncesinde başta AB- Almanya, İngiltere, İran ve hatta Çin gibi güç merkezleri/ülkeler nezdinde var olan; “panik”, “endişe”, “öfke”, “hayal kırıklığı” ve “yeni arayışlar” şeklinde ifade edilebilecek süreci daha da hızlandıracağını, kızıştıracağını belirtmekte de fayda var. Dolayısıyla dünya Helsinki Zirvesi sonrası yeni bir döneme gebe ve bu bağlamda zirvenin sürece yaptığı en büyük katkı, belirsizliğin daha da “derinleşmesi” ve “genişlemesi” olarak karşımıza çıkıyor. Daha somut bir ifadeyle, mevcut denge-denklem arayışlarının yeniden inşa edileceği, adlandırılacağı bir döneme girmiş bulunuyoruz.
Bu ise kartların yeniden karılması ile eşdeğer; aynen Birinci Dünya Savaşı’na giden süreçte karşımıza çıkan kompleks ittifaklar sisteminde görüldüğü üzere. Realist politikanın bir gereği/sonucu gibi adlandırılan bu fazlasıyla kaygan, kaypak ittifaklaşma sürecinin dünya barışı adına bir katkı sağlamayacağı ortada. O zaman başta ABD-Rusya ikilisi olmak üzere söz konusu aktörler ne yapmaya çalışıyor ve bu beraberinde ne tür sonuçlara yol açabilir? Bu durumda süreci belli başlı aktörler bazında kısaca da olsa ele almak kaçınılmaz oluyor…
ABD-Rusya Boyutu…
Bu süreçte elbette ABD’nin Başkan Trump nezdinde uygulamaya soktuğu yeni strateji oldukça önemli bir yere sahip. Trump ile ABD’nin ne yapacağının artık kestirilemez bir şekle dönüşmesi oldukça önemli. Diğer taraftan, ABD’nin son dönemde, özellikle de Trump ile birlikte “kestirilemezlik stratejisi”ni izlemeye başlaması, onun güç zaafiyeti ile eşdeğer bir durum arz etmektedir, en azından böyle bir algıya yol açmaktadır.
Düne kadar tek başına küresel bir hegemon güç inşa etmek isteyen ABD, Helsinki’de bir kez daha kendisine ortak aradığını deklare etmiştir. Bu ortaklık sürecinin ise Bush’un son döneminden itibaren belirgin bir hal almaya başladığını, Obama ile adlandırıldığını ve Trump ile de ısrarla devam ettirildiğini biliyoruz.
Rusya-Çin arasında gidip gelen ve kontrollü bir iki ya da çok kutupluluğu hedefleyen bu ortak arayış sürecinde ABD’nin halen istediği sonucu elde edemediğini de burada belirtmekte fayda var. O zaman ABD ne yapmak istiyor?
ABD’nin burada beş temel hedefi karşımıza çıkıyor: 1) ABD karşıtı bloğu kendi içinde bölmek; 2) Çin’i yalnızlaştırmak ve onu daha güçlü bir şekilde kuşatmak. (Burada Türkiye-Rusya-İran üçlüsünü bir şekilde kendi safına katmak hayati bir önem arz ediyor.); 3) Kendi bloğu, müttefikleri üzerindeki azalan etkisini “karşıt blok” üzerinden yeniden tesis etmek, onu pekiştirmek; 4) Büyük İsrail Projesini gerçekleştirmek; 5) Yeni Yalta Düzenini kurmak.
Dolayısıyla burada ABD açısından üç kilit aktör söz konusu: Rusya, Türkiye ve İran. Son dönemde Türkiye’ye yanaşma gayretlerini Rusya ile güçlendirmeye çalışması ve böylece İran’ı pasifize etme, kendi eksenine çekme düşüncesi burada adeta deşifre oluyor. Özellikle Kırım-Doğu Ukrayna ile tırmanışa geçen Rusya tehdidine ABD’nin adeta göz yumması ve Trump’ın Helsinki Zirvesi’nde Rusya’ya yönelik eleştiriler getirmemesi, onu uyarmaması/tehdit etmemesi de bu tespitimizi fazlasıyla destekliyor.
Burada şu hususun da altını çizmek gerekiyor: Rusya, mevcut şartlar altında ABD açısından en ideal ve yerinde bir ortak. Aslına bakarsanız başka bir seçeneği de yok, zira Obama son döneminde Çin’e yaptığı bu ortaklık teklifinden koskoca bir ret cevabı almış durumda.
Rusya (eğer durum gerçekten öyle ise), bundan sonraki süreçte “Büyük İsrail Projesi-BİP”nin aktörlerinden biri olarak sıklıkla tartışmaya sahne olacak. Bu da ABD’nin BİP hedefi doğrultusunda uygulamaya koyduğu “Büyük Ortadoğu Projesi-BOP” açısından yeni bir dönüm noktası anlamına gelecektir. Son dönem Rusya-İsrail arasındaki trafik göz önünde bulundurulduğunda bu gidiş gelişlerin gündemi de üç aşağı beş yukarı netlik kazanmış oluyor. En azından Astana Sürecindeki üç önemli sacayağından biri olan Rusya ayağının eksikliği, Astana’yı de facto olarak bitirecektir.
Dolayısıyla söz konusu zirvenin iki mutlu aktörü var: Rusya ve İsrail. Biz buna zirvenin iki kazananı da diyebiliriz. Zira basın toplantısında da netlik kazandığı üzere ABD’nin buradaki temel önceliklerinden birinin Suriye-İran üzerinden İsrail’in güvenliği olduğu ve buna Rusya’yı da dahil etmiş olduğu anlaşılıyor.
Diğer taraftan bu zirvenin kazananlarından biri ilk bakışta Rusya olmakla birlikte, “ABD karşıtlığı” ve “kaba güç” üzerine inşa ettiği ve böylece bir cazibe merkezi olmaya başladığı bir ortamda her an kaybeden bir aktöre dönüşebilir. Yapacağı ciddi bir yanlış; AB-İngiltere’nin yanında Türkiye-İran ikilisini de kaybetmesine yol açabilir. Söz konusu aktörler nezdinde güvenirlilik noktasında sorunlu bir aktör olur!
AB-İngiltere Boyutu…
Her şeyden önce, Helsinki Zirvesi ile ABD-AB arasındaki uçurum daha da derinleştiğini söyleyebiliriz. Trump’ın Almanya ve AB’yi “işgal altında, esir, düşman ülke” olarak tanımlaması, ABD-AB ilişkilerindeki atmosferi ortaya koyması açısından oldukça önemli.
Bu süreçten rahatsız olan aktörlerden biri de İngiltere. AB’den ayrılan ve ABD’ye bir adım daha yanaşan İngiltere ABD bundan sonraki süreçte daha temkinli bir politika izleme yoluna gidebilir. Brexit sürecinde son dönemde ortaya çıkan “geri vites” hali de belki bunun öngörülmesinden kaynaklanmakta. Dolayısıyla Trump’a yönelik bu tepkiler Avrupa cephesini kendi içerisinde bir birlikteliğe yol açabilir ya da AB’yi Rusya’ya daha fazla itebilir.
Daha somut bir şekilde ifade etmek gerekirse, söz konusu aktörler açısından önlerinde üç seçeneğin olduğunu söyleyebiliriz: 1) ABD ya da Rusya arasında bir tercih yapmak; 2) Başka bir aktöre, örneğin Çin’e yönelmek; 3) Kendi aralarındaki birtakım husumetlere son vererek bir an önce kendi güç merkezlerini inşa etmek.
Türkiye Boyutu…
Türkiye boyutuna gelince; Trump-Putin arasındaki uzlaşı arayışları ilk bakışta bir süreliğine üzerimizdeki “tercih” baskısını azaltacakmış gibi görünürken, diğer taraftan her iki liderin Ortadoğu’da nasıl bir paylaşıma gittiği bilinmediğinden dolayı daha vahim sonuçlara da yol açabilir. Asıl konuşulması gereken husus da elbette deklare edilmeyen bu kısım. Kapalı kapılar ardında ne konuşulduğunu şimdilik bilmiyoruz ama düşündüğümüz gibiyse, o zaman Türkiye-Rusya-İran ilişkilerinde yeni bir dönemden bahsedebiliriz. Nereden mi biliyoruz? Çünkü tarih bize böyle söylüyor…