Analiz

Toplumsal Cinsiyet ve Uluslararası İnsancıl Hukuk: Silahlı Çatışmalarda Kadınların Korunması

Cenevre Sözleşmeleri (1949) ve Ek Protokolleri (1977) kadınların korunma gereksinimlerini doğrudan dikkate alarak öncü olmuştur.
Askeri, barışı koruma ve insani yardım personelinin toplumsal cinsiyet duyarlılığı ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin önlenmesi konusunda kapsamlı bir eğitime ihtiyacı vardır.
Kadınların yalnızca mağdur olarak algılanmasının ötesine geçilerek, UİH ve barış inşası çerçevelerinin kadınların barış süreçlerine aktif katılımını teşvik etmesi gerekmektedir.

Paylaş

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

Uluslararası İnsancıl Hukuk (UİH), siviller gibi savaş dışı kişileri koruyarak ve savaşın taktik ve araçlarını düzenleyerek silahlı çatışmaların etkilerini en aza indirmeyi amaçlar. Uluslararası İnsancıl Hukuk’ta erkeklerin, kadınların ve farklı toplumsal cinsiyet kimliklerine sahip kişilerin savaş deneyimlerinin farklı olduğu kabul edilmektedir. Buradan yola çıkarak çatışmalar sırasında özellikle kadınların korunmasında özel gereksinimlere ve hassasiyetlere ihtiyaç olduğu savunulmaktadır.

Uluslararası İnsancıl Hukuk’ta Toplumsal Cinsiyetin Tarihsel Arka Planı ve Evrimi

Zaman içerisinde UİH’nin toplumsal cinsiyete yönelik bakış açısı, savaştaki değişimlerden, toplumun “toplumsal cinsiyet” görevlerine ilişkin algısından ve kadınlar ile çeşitli toplumsal cinsiyete sahip bireylerin çatışma bölgelerindeki karşılaşmalarından etkilenerek gelişmiştir. Cenevre Sözleşmeleri (1949) ve Ek Protokolleri (1977) kadınların korunma gereksinimlerini doğrudan dikkate alarak bu alanda öncü olmuştur. Bu sözleşmeler, çatışma durumlarında kadınların özellikle itibarları, öz saygıları ve cinsel saldırıya karşı savunmalarıyla ilgili özel güvencelere ihtiyaç duyduklarını kabul etmiştir. Sivillere yönelik olan Dördüncü Cenevre Sözleşmesi, kadınların çatışmalar sırasında belirli şiddet türlerine karşı yüksek risk altında olduğunu kabul eden hükümler içermektedir.[1]

UİH’de cinsiyete dayalı yoğun bir yaklaşım ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında uluslararası örgütler ve sivil toplumun desteğiyle popüler hale gelmeye başlamıştır. 1990’larda Ruanda ve Balkanlar’daki gibi çatışmalarda yaşanan zulümlerin ardından savaş suçlarının cinsiyete dayalı yönlerinin dünya çapında tanınmasında bir artış olmuştur. Bu durum, silahlı çatışmalar sırasında cinsel şiddet ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddete karşı daha güçlü uluslararası normların oluşturulmasına yol açmıştır.

Uluslararası İnsancıl Hukuk’ta Kadınlar için Toplumsal Cinsiyet Temelli Korumalar

UİH, ister sivil ister muharip olsun kadınların silahlı çatışmalar sırasında farklı tehlikeler ve engellerle karşılaştığını kabul eder. Bunun sonucunda toplumsal cinsiyete özgü olarak kategorize edilebilecek şu açık korumaları sunmaktadır:

Cinsel Şiddetin Önlenmesi: Cinsel şiddet uluslararası insancıl hukuka aykırıdır ve Cenevre Sözleşmeleri ile Ek Protokoller kapsamında yasaklanmıştır. Buna tecavüz, fuhuşa zorlama, cinsel köleleştirme ve savaş suçu olarak sınıflandırılan diğer cinsel şiddet türleri de dahildir. Bu eylemler, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) ve Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi ile Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi belirli ad-hoc mahkemelerin tüzüklerinde açıkça suç olarak kabul edilmiştir. UCM Roma Statüsü, cinsel şiddetin insanlığa karşı suç ve savaş suçu olarak kabul edildiğini açıkça belirtmektedir.

Özel İlgi ve Saygı: Dördüncü Cenevre Sözleşmesi’nin 27. Maddesine göre kadınlar “özel korunma” hakkına sahiptir ve özellikle aşağılayıcı veya onur kırıcı muamelelerin önlenmesi için onurlarına saygı gösterilmelidir. UİH, hamile kadınlara ve küçük çocuk annelerine özel önem verilmesini ve gerekli tıbbi tedaviye erişimlerinin sağlanmasını zorunlu kılar.

İnsani Yardımda Öncelik: Yardım malzemelerinin dağıtımında kadınlara, özellikle de hamile veya küçük çocuk sahibi olanlara daha fazla öncelik tanınmaktadır. Ek kurallar ayrıca kadınların tahliye prosedürlerinde ve uygun barınak ve sanitasyon tesislerine erişimde önceliğe sahip olmasını gerektirir.

Savaşçılar ve Savaş Esirleri: Savaşan ve savaş esiri olan kadınlara Üçüncü Cenevre Sözleşmesi kapsamında erkeklerle aynı düzeyde koruma sağlanmaktadır. Kadın mahkumlar erkek mahkumlardan farklı tesislerde tutulmalı ve istismar olasılığını önlemek için kadın gardiyanlar tarafından denetlenmelidir.

BM Güvenlik Konseyi’nin 2000 yılında aldığı 1325 sayılı karar bir dönüm noktası olmuş, kadınların barış görüşmelerine dahil edilmesi gerektiğini vurgulamış ve onları toplumsal cinsiyete dayalı şiddetten koruyacak adımların atılmasını savunmuştur. Bu kararı, silahlı çatışmalarda kadınların korunmasının önemini vurgulayan ve cinsel şiddetin hem bireyler hem de toplumlar üzerindeki kalıcı fiziksel, psikolojik ve sosyal etkilerini kabul eden müteakip kararlar takip etmiştir.[2]

Uluslararası İnsancıl Hukuk’ta Varsayımlar: “Savunmasız” Gruplar Olarak Kadınlar

UİH’nin toplumsal cinsiyete bakış açısına yönelik temel eleştirilerden biri, kadınların doğal olarak savunmasız oldukları ve korunmaya ihtiyaç duydukları yönündeki temel görüşüdür. Geleneksel UİH’de kadınlar genellikle erkek askerlere veya diğer sivil nüfusa kıyasla farklı koruma gereksinimleri olan “pasif siviller” olarak görülür. Bu sınıflandırma, özellikle cinsel şiddete karşı kadınlar için “özel koruma” gerektiren Dördüncü Cenevre Sözleşmesi’nin 27. Maddesi gibi düzenlemelerde görülebilir. Niyet iyi olsa da bu yöntem kadınları sadece mağdur olarak göstererek ve kadınların çatışma ortamlarında kontrol sahibi olmadığı inancını vurgulayarak klişeleri devam ettirebilir.

Bu varsayım, kadınların çatışmalarda sahip oldukları savaşçı, karar verici ve barış yapıcı gibi çeşitli konumları dikkate almamaktadır. Örneğin, kadın savaşçılar cinsel şiddet gibi zorluklarla karşılaşma riski altında olsalar da çatışmaya katılımlarını kabul etmeyen toplumsal cinsiyet önyargılarının bir sonucu olarak genellikle UİH kapsamında daha az güvenceye sahiptirler. Bu çerçeveleme kadınların failliğini küçümsemekte ve muhariplere veya tutuklulara verilen hak ve korumalara tam olarak erişmelerini engellemektedir.

Toplumsal Cinsiyete Dayalı Şiddetin Ele Alınmasındaki Eksiklikler

Çatışmalarda cinsel şiddet, UİH tarafından yasaklanmış olsa da bu kuralların uygulanması çoğu zaman yetersiz kalmaktadır. Cinsel şiddet, toplumları korkutmak, yer değiştirmek ve zayıflatmak için kullanılan bir çatışma stratejisi olarak kabul edilmektedir. Ancak uluslararası insancıl hukuk bu davranışı durdurmada zorluklarla karşılaşmıştır. Cinsel şiddet artık Roma Statüsü kapsamında bir savaş suçu olarak kabul edilse de uygulama hala eşit değildir.

Eleştirmenler, UİH’nin kadınlara yönelik cinsel şiddeti caydırmak için yeterli yaptırım araçları sunmadığını iddia etmektedir. Tecavüz ve cinsel şiddeti ele alan tedbirler genellikle hesap verebilirliği sağlamaya yönelik pratik adımlardan yoksundur, bu da faillerin sorumlu tutulmasını zorlaştırmaktadır. Cinsel şiddetten kurtulanlar genellikle utanç yaşamakta ve adalet aramakta zorlanmaktadır. Çünkü raporlama seçenekleri sınırlıdır, destek eksiktir ve kurumsal sistemler zayıftır. Küresel mahkemeler cinsel şiddet davalarına baksa bile adalet birçok mağdur için hala ulaşılamaz durumdadır ve bu da uluslararası insancıl hukukun teorik korumaları ile gerçek sonuçlar arasındaki dikkate değer eşitsizliği vurgulamaktadır.

Kültürel ve Sosyal Engeller: Belirli durumlarda toplumsal cinsiyet rolüne ilişkin kültürel normlar, kadınların UİH korumalarının uygulanmasını engelleyebilir veya zorlaştırabilir. Cinsel şiddete ilişkin damgalama, hayatta kalanların istismarı bildirmelerini veya yardım aramalarını engelleyebilir. Çatışma bölgelerindeki toplumlar kadınları aktif katılımcılar yerine pasif kurbanlar olarak algılayabilir ve barış müzakerelerine katılımlarını kısıtlayabilir.

Sonuç

Toplumsal cinsiyet ve UİH’nin kesişimi, silahlı çatışma zamanlarında kadınların onurunu, güvenliğini ve failliğini korumak için bir çerçeve oluşturur. UİH kapsamında kadınlara yönelik güvencelerin geliştirilmesinde kaydedilen ilerlemelere rağmen bu güvencelere uyulmasını garanti altına almak için daha güçlü uygulama tedbirleri ve hesap verebilirlik sistemleri gerekmektedir.

Önümüzdeki yol, çok sayıda önemli tedbirin alınmasını gerektirmektedir:

  • Özellikle Toplumsal Cinsiyete Dayalı Şiddet açısından Uluslararası İnsancıl Hukuku ihlal eden bireylerin hem yerel hem de uluslararası hukuk sistemleri aracılığıyla adalet önüne çıkarılması sağlanmalıdır.
  • Askeri, barışı koruma ve insani yardım personelinin toplumsal cinsiyet duyarlılığı ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin önlenmesi konusunda kapsamlı bir eğitime ihtiyacı vardır.
  • Kadınların yalnızca mağdur olarak algılanmasının ötesine geçerek UİH ve barış inşası çerçevelerinin kadınların barış süreçlerine aktif katılımını teşvik etmesi gerekmektedir.

Neticede UİH’de toplumsal cinsiyete duyarlı koruma elde etmek sadece yasal normlara uymaktan daha fazlasını; aynı zamanda kadınların çatışmadaki farklı deneyimlerini kabul eden toplumsal değişiklikleri de gerektirir.


[1] “Gender and IHL”, International Committee of the Red Cross, 2 July 2024, www.icrc.org/en/law-and-policy/gender-and-ihl, (Erişim Tarihi: 05.11.2024).

[2] “Gendered impacts of armed conflict and implications for the application of IH”, Humanitarian Law & Policy Blog, 1 May 2024, blogs.icrc.org/law-and-policy/2022/06/30/gendered-impacts-of-armed-conflict-and-implications-for-the-application-of-ihl, (Erişim Tarihi: 05.11.2024).

Jameela RIZWAN
Jameela RIZWAN
Jameela Rizwan, halihazırda Jamia Millia Islamia Üniversitesi’nde Çatışma Analizi ve Barış İnşası alanında Yüksek Lisans yapmakta ve ANKASAM’da stajyer olarak görev almaktadır. Ayrıca Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (CIRSS) Statecraft Projesi’nde Araştırma Stajyeri ve Uluslararası İnsan Hakları, Barış ve Politika Konseyi'nde (ICHRPP) Araştırma Asistanı olarak görev almaktadır. Araştırma alanları, özellikle Çatışma Analizi, Barış İnşası mekanizmaları, Çatışma Çözümü, Batı Asya ve Güney Asya Çalışmaları ile Uluslararası İlişkiler, Stratejik Çalışmalar ve Bölgesel Güvenlik konularıdır.

Benzer İçerikler