Tarihte Bir Kırılma Noktası: Brexit

Paylaş

Birleşik Krallık’ta 23 Haziran 2016 tarihinde yapılan referandumda halkın %51,9’luk kısmı “Avrupa Birliği’nden çıkma” yönünde oy kullanmıştır. Tarihi bir kırılma olarak görülen referandum, aynı zamanda “tarihi bir milât” olarak değerlendirilmektedir. Hem Avrupa Birliği hem de Birleşik Krallık açısından referandumdan çıkan sonucun önemli yansımaları olacaktır. Bu yansımaların bir kısmı daha Birleşik Krallık tam anlamıyla Avrupa Birliği’nden ayrılmadan etkisini göstermeye başlamıştır. Ancak şu ana kadar yaşananlar buz dağının yalnızca görünen kısmıdır; Manş’ın altında her iki tarafı bekleyen çok daha önemli sorunlar olması muhtemeldir.

 

Öncelikle bu tarihi kırılmaya götüren olaylar Birleşik Krallık-Avrupa Birliği ilişkileri üzerinden ele alınırsa; referandumun tarihte Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği ile ilk kez sorun yaşadığı bir döneme gelmediği görülecektir. Popüler benzetmeyle bir “boşanma” olarak nitelenen Brexit -yani Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılışı- inişli çıkışlı bir evliliğin yaşandığını anımsatmaktadır. Bu inişli çıkışlı ilişkideki ilk sorun; Birleşik Krallık’ın 1963 ve 1967 yıllarında dönemin Avrupa Ekonomik Topluluğu’na üyelik başvurusu yapmasının ardından, başvurunun dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle tarafından veto edilmesiyle yaşanmıştır. Gaulle’ün o dönemde Birleşik Krallık’ı Kıta Avrupası için farklı bulması ve Birleşik Krallık’ın Amerika Birleşik Devletleri ile yakınlığının üzerinde durması aslında bu evliliğin bir aşk değil de mantık evliliği olabileceğinin sinyallerini vermiştir. Sonuçta Birleşik Krallık ancak 1973 yılında Avrupa Birliği üyesi olabilmiş; 1975 yılında ise “Sizce Birleşik Krallık Avrupa Topluluğu’nda kalmalı mı?” sorusuyla Krallık’ta gerçekleştirilen referandumdan %67 oranında evet oyu çıkınca üyeliğini devam ettirmiştir.

1984 yılında Başbakan Margaret Thatcher döneminde yüksek bütçe ödemeleri sebebiyle Birleşik Krallık ile Avrupa Ekonomik Topluluğu ilişkileri gerginleşmiş; o dönemde topluluğun üçüncü en fakir ülkesi olan Birleşik Krallık’ın diğerlerinden yüksek bütçe ödemesi yapmasının önüne geçilmesiyle sorun aşılmıştır. 1997 yılında bu kez “deli dana” hastalığının ortaya çıkışı, Tony Blair döneminde Avrupa Birliği ile ilişkilerin ticari açıdan gerilmesine sebep olmuş, uygulanmaya başlanan genel ithalat yasağı ancak 1999 yılında Avrupa Birliği tarafından kaldırılabilmiştir. David Cameron ise Avrupa Birliği’nin mali bir anlaşmasını veto eden ilk Birleşik Krallık Başbakanı olmuş; bundan iki yıl sonra 2013 yılında yaptığı bir konuşmada ise, ileride Avrupa Birliği’ne ilişkin bir referandumun yapılmasının sözünü vermiştir.

Konuya Avrupa Birliği tarafından bakıldığında; “ilişkide dizginleri gittikçe daha fazla ele geçiren taraf olmaya başlamasının, evliliğin gittikçe devletlerin özgürlüğünü ve egemenliğini sınırladığı eleştirilerine maruz kalmasının söz verilen referandumda boşanma kararının çıkmasında etkili olabileceği” yorumları yapılmaya başlanmıştır. 2009 yılında yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması ile Avrupa Parlamentosu’nun artan gücü, Avrupa devletlerinin son dönemlerde göç ve mülteci sorunlarında tek başlarına karar almalarını daha fazla engeller bir boyuta ulaşmıştır. Birleşik Krallık’ta yapılan referandum öncesi, Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP) gibi milliyetçi sağ partilerin “exit-çıkma” yönündeki oy taleplerinin dayanağını da “bu gibi sorunlar karşısında ulusal karar mekanizmalarının daha fazla kullanılabilmesi için Avrupa Birliği’nden ayrılmanın gerektiği” tezi oluşturmuştur.

“Bağımsızlık Partisi’ni yüz binlerce destekçiden milyonlarca destekçiye taşıyan partinin lideri Nigel Farage mıdır yoksa konjonktür mü?” sorusunun cevabı muhtemelen ikincisidir; fakat yine de bu başarıya imza atmış siyasetçinin, kendisinin de arkasında durduğu Brexit kararından hemen sonra görevini layığıyla yerine getirdiğine inandığını söyleyerek görevinden ayrılması hayli ilginçtir. Trump tarafından Londra’nın Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçisi olması istenen Farage’ın göçmenlerle ilgili kendisi gibi düşünen birçok siyasetçiyi etkilediğini ve Brexit’in bu yönüyle en azından siyasi söylemlerde bir domino etkisine sebep olabileceğini söylemek mümkündür.

Esasında tarihi kırılma olarak görülen Brexit, sadece Farage’ın siyasi kariyerini belirlememiştir. Referandum sonrası Başbakan David Cameron ayrılırken yerine süreci yönetecek Theresa May’in geçmesiyle, David Davis önderliğinde Brexit süreci ile ilgili sorumluluğu üstlenecek bir hükümet departmanı da oluşturulmuştur. Brexit sempatizanı Boris Johnson Dışişleri Sekreterliği’ne getirilirken, Liam Fox, Dış Ticaret Sekreterliği’ne getirilmiştir. Avrupa Birliği ile bundan sonraki süreçte başlayacak olan müzakereleri bu siyasetçiler idare edecektir.

2009 yılında yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması’nın 50. maddesi uyarınca her üye devlet gibi Avrupa Birliği’nden ayrılma hakkı olan Birleşik Krallık, bu maddeden doğan hakkını 29 Mart 2017 tarihinde kullanmıştır. Buna göre, taraflar arasında “ayrılmaya dair” müzakere süreci müzakerelerin sonuçlanmasına ya da son tarih olarak belirtilen iki yılın dolmasına kadar sürecektir. Bu süreçte Avrupa Birliği Antlaşmaları Britanya için geçerli olmaya devam edecek fakat müzakerelerden anlaşma çıkmazsa iki yıllık süre Avrupa Konseyi’nin oybirliği ve Britanya’nın uygun görmesiyle uzatılabilecektir. Buna göre kırılmanın, buz dağının üzerindeki etkileri 29 Mart 2019 tarihine kadar görülebilecek; Birleşik Krallık ancak bu tarihten sonra tam olarak Avrupa Birliği’nden ayrılmış olacak; orta ve uzun vadeli tesirler göz önüne serilecektir.

Sterlin’in referandum kararının ilk çıktığı andaki gibi hızlı bir devalüasyona uğramasının önüne şimdilik geçilmiş gibi görünse de 2016 yılı sonunda Almanya’nın ardından G7’deki en yüksek büyüme oranını %1,8 ile yakalayan Birleşik Krallık, son üç buçuk yıldaki en yüksek enflasyon değerini Şubat ayında %2,3 ile görmüştür. Bu rakamlar ve halkın isteği, müzakere sonucunda “sert” veya “yumuşak” bir Brexit’in yaşanacağını da gösterecek ilk veriler olabilir. Sert bir Brexit muhtemelen kişilerin serbest dolaşımı gibi konularda Birleşik Krallık’ın taviz vermemesini beraberinde getirerek, Avrupa Birliği ile daha zayıf ilişkileri temsil edecek; yumuşak Brexit ise, ticari bağımlılık gereği tek pazarın birçok unsurunun dokunulmadan kalmasını ifade edecektir. Elbette her iki çıkış stratejisinin de nihai halini müzakereler tayin edecektir.

Buz dağının kalan kısmının müzakerelerle beraber ortaya çıkması beklenmektedir. Yumuşak bir çıkış, %51,9 ile çıkma isteğinde bulunan halkın beklentisini ne kadar karşılayabilecektir? Özellikle de kişilerin serbest dolaşımı devam ederse “Polonyalı göçmenler” diye dile getirilen sorun çözülebilecek midir?

Birleşik Krallık’ta, Sanayi Devrimi sırasında ekonomisi yükselişe geçen fakat son yıllarda küreselleşmenin etkisiyle gerileyen Lincolnshire (%65 ortalama, Boston %75), Yorkshire (%65 Doğu, %61 Güney) gibi yerlerde yaşayan insanların yüksek oranda ayrılma yönlü oy kullanmasındaki nedenlerden biri, dışardan gelen işçiler olarak görülmektedir. Avrupa Birliği, müzakerelerde özellikle Birleşik Krallık’ta bulunan Avrupa Birliği vatandaşlarının haklarının öncelik olarak alınacağını belirtmiştir. Dolayısıyla, müzakereler süresince iki tarafın optimumda buluşma çabasına tanık olunan konulardan biri, serbest dolaşım olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu konu Birleşik Krallık’ın da kaderini tayin edebilecektir. Birleşik Krallık’ı oluşturan İngiltere ve Galler’in dışında kalan İskoçya %62 ile Avrupa Birliği’nde kalma yönünde oy kullanırken; aynı yönde kalma talebini belli eden Kuzey İrlanda’da bu oran %55,8 olmuştur. Özellikle İrlanda’nın Kuzey-Güney ayrımı olmadan birleşmesini destekleyen Sein Fein, son seçimlerde İrlanda Parlamentosu’ndaki sandalye sayısını arttırmıştır.

İrlanda Cumhuriyeti ile Kuzey İrlanda arasında yeniden bir sınır inşa etmeye çalışıp serbest dolaşımı durdurmak istemek, belki de Kuzey İrlanda’nın Birleşik Krallık yerine Avrupa Birliği’ni istemesine ve Krallık’tan ayrılmasına sebep olacaktır. İskoçya’da da 2014 yılında Krallık’ta kalmak yönünde sonuç çıkan referandumun yenilenmesi söz konusudur. Zira, İskoçya Başbakanı Nicola Sturgeon’a göre; 2014 yılında Avrupa Birliği üyesi bir Krallık’ta kalmak için oy veren seçmenlerin ne istediğini ancak böyle bir referandum gösterecektir ve onların da söz söyleme hakları vardır. Bir başka deyişle, Birleşik Krallık daha fazla egemenlik elde etmek adına Avrupa Birliği’ne veda ederken, içerdeki unsurların da kendi kaderlerini tayin etmesini ve egemenliklerini göstermesini ateşlemiştir.

Son olarak, Avrupa Birliği’nin müzakerelerde alacağı tavırla beraber buz dağının tamamıyla görüleceğini söylemek mümkündür. Avrupa Birliği, Kuzey İrlanda konusunda da müzakerelerde rol oynayabilecektir. Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk, Kuzey İrlanda ile İrlanda Cumhuriyeti arasında yeniden sınır oluşturulmaması için çözüm aranacağını belirtmiştir. Fakat yine de sert bir Brexit zorlanırsa, Avrupa Birliği’nin elinde yaklaşık 60 milyar Euro tutarındaki Brexit faturasını Birleşik Krallık’a kesme kozu bulunmaktadır. Her ne kadar Donald Tusk, Brexit’in zaten yeterli bir ceza olduğunu ve daha fazlasına gerek duymadıklarını dile getirmiş olsa da, Birleşik Krallık “Büyük Fesih Yasası” olarak adlandırdığı Avrupa Birliği’nden doğan yasalarını tasfiye etme sürecinde ne kadar ileri giderse gitsin, bu kozları karşı hamle olarak kullanacağı açık değildir.

Brexit ile Avrupa Birliği; en büyük ikinci ekonomisini, ikinci büyük bütçe destekçisini ve nükleer silahlara sahip bir Birleşmiş Milletler daimi üyesi ortağını da kaybetmektedir. Dolayısıyla ilişkilerin en uygun seviyede devam ettirilmesi adına iki tarafın da cezalandırıcı bir çaba yerine, “ayrılsak da beraberiz” türünde bir yaklaşım sergilemeleri akılcı gözükmektedir.

23 Haziran 2016 tarihi bir milât olarak alınabilmektedir.Ancak nasıl ki günümüzde kullanılan Miladi takvimde bir sıfır noktası alınmasına rağmen tüm tarih o gün başlamıyor ve sonlanmıyorsa; Avrupa Birliği-Birleşik Krallık ilişkileri de Brexit ile başlamamıştır ve sonlanmayacaktır.

Bundan sonraki süreçte tarihin hangi yönde kırılacağına ve geleceğin nasıl şekilleneceğine Brexit müzakereleri ışık tutacak; sert bir Brexit’in iki uçlu bir bıçak gibi her iki tarafı da incitip incitmeyeceğini ise zaman gösterecektir.

Benzer İçerikler