Uluslararası politika gündeminin bu denli karışık olduğu bir dönemde Suudi Arabistan Kralı Selman bin Aziz’in Rusya’ya tarihi bir ziyaret gerçekleştirmesi akıllarda soru işareti bırakmıştır. Zira söz konusu iki ülke arasındaki ilişkiler, yıllardır rekabet ekseninde gelişmektedir. Tarihi anlamda incelendiğinde 11 Eylül 1938 tarihinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) diplomatik misyonunun Suudi Arabistan’daki görevine son verilmiş ve bu durum Sovyetler Birliği-Suudi Arabistan ilişkilerini sekteye uğramıştır. Dünyada büyük enkazlara sebep olan II. Dünya Savaşı’nın yanı sıra Soğuk Savaş döneminde özellikle de Sovyetlerin Afganistan’a müdahelesi aşamasında Suudi Arabistan’ın Afganistan’ın yanında yer almasıyla birlikte aralarındaki kriz kendini daha çok göstermiştir. Olayların bu şekilde gelişmesinde elbette ki Suudi Arabistan’ın Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Batı yönlü stratejiyi üstün görmesinin büyük payı vardır.
İki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin normalleşme süreci, Sovyetlerin Afganistan’dan askeri birliklerini geri çekmesiyle eş zamanlı olmuş ve atılan bu adım, Suudi Arabistan Kralı tarafından olumlu bir şekilde karşılanmıştır. Bu vesileyle 1990’lı yıllardan itibaren iki ülke arasında ilişkilerin yeniden gözden geçirilmesi mümkün olmuştur. Ancak olayların daha sonraki süreçlerde olumlu bir yönde ilerlediğini öne sürmek büyük bir yanılgıya sebebiyet verecektir. Zira 2000’li yıllarda Suudi Arabistan ile Rusya arasındaki anlaşmazlıklar sürmüş; özellikle de Ortadoğu bağlamında vuku bulan krizlerde tarafların farklı stratejik eksenlerde yer alması, yeniden karşı karşıya gelmelerine neden olmuştur. Ayrıca 2015 yılından itibaren Suriye’de iç savaş zemininde gerçekleşen olaylar, ikili ilişkilerin olumsuz bir seyir almasında pay sahibidir. Şöyle ki Suriye Krizi’nde Suudi Arabistan muhalefet taraftarlarının yanında yer alırken; Rusya, Beşar Esad’ın tarafında saf tutmuştur. Bunun yanı sıra yaşanan bahse konu krizde Rusya ile İran’ın aynı tarafta yer alarak krizle ilgili ortak stratejiler belirlemesi, Suudi Arabistan’ın ABD ve Batı eksenine daha çok kaymasında oldukça etkilidir.
Yıllardır rekabet üzerine kurulan ikili ilişkiler çerçevesinde Suudi Arabistan, neden ani bir manevra yaparak Rusya’yla ortaklık kurma yolunda adım atmaktadır? Bu durumun nedeni 2007 yılında Putin’in Suudi Arabistan’ı ziyaret etmesine rağmen Suudi Kralın bu geziye karşılık vermemiş olmasına dayandırılmaktadır. 5 Ekim 2017 tarihinde gerçekleştirilen ziyaret, bu temeller çerçevesinde somut bir şekilde değerlendirilmektedir.
Geçtiğimiz günlerde Irak ekseninde vuku bulan olayların ardından Rusya, İran ve Türkiye’nin direniş çemberi oluşturması; yoğun bir Şii nüfusa sahip olan İran’ı saf dışı bırakarak bölgedeki rolünü artırma niyetine haiz olan Suudi Arabistan’ın strateji değişikliğine gitmesine neden olmuştur. Uzmanlar, Ortadoğu’da meydana gelen söz konusu durumlardan sonra Suudi Arabistan’ın ABD’nin bölge bağlamında uygulamak istediği politikaların içerdiği belirsizliklerden kaygılanması ve bölgeden uzak tutmaya çalıştığı İran’ın Rusya ve Türkiye gibi bölgesel güvenliğin oluşturulmasında söz sahibi olan devletlerin yanında yer alarak kendi konumunu sağlamlaştırmasından endişe duymasına müteakip Rusya’yla ilişkilerini sağlama almak adına bu ziyareti gerçekleştirdiğini savunmaktalardır. Ancak bunların yanı sıra bir de buzdağının görünmeyen kısmı vardır. Asıl nedenin Suudi Arabistan’ın iç kalkınmasını öngören ve buna paralel olarak ülkenin dışarıya açılma politikasının temelini oluşturan iki program çerçevesinde gerçekleştirilmesi planlanan hedefler olduğu düşünülmektedir.
Suudi Arabistan’ın 2020 Ulusal Dönüşüm Programı
2030 Vizyonu kapsamında Suudi Arabistan’ın hedeflerini gerçekleştirmek adına başlangıç olarak 24 farklı hükümet organının katılımıyla oluşturulan; ancak daha sonra birçok organın katılımını sağlamayı hedefleyen ve Ekonomik ve Kalkınma Konseyi tarafından onaylanarak gerekli kurumsal kapasitenin oluşturulması insiyatifini üzerine alan bu program, iki hususa dikkat çekerek faaliyetlerini çeşitlendirmeye çalışmaktadır:[1]
- 2020 yılına kadar hükümet dışı sektörler kapsamında 450.000’den fazla iş yerinin hizmete açılması;
- 2020 Ulusal Kalkınma Programı çerçevesinde gerçekleştirilmesi planlanan girişim maliyetlerinin %40’nın özel sektör tarafından karşılanması yönünde faaliyetlerde bulunulması.
Bu eksende enerji, tabii kaynaklar, endüstri, teknoloji, taşıma, eğitim, sağlık, turizm, atom ve yenilebilir enerji alanındaki hedeflerin 5 aşamada gerçekleştirilmesi planlanmaktadır:[2] 1) Hükümetin 2020 ara hedeflerini hayata geçirirken karşılacağı zorlukların belirlenmesi; 2) Stratejik hedeflere ulaşılması için hazırlanan girişimlerin geliştirilmesi; 3) Belirlenen girişimler adına ayrıntılı uygulama planlarının yapılması; 4) Hedefler gerçekleştirildiğinde şeffaflığın ön planda tutulması; 5) Denetleme, sürekli gelişim ve yeni girişimlerin hayata geçirilmesi yönündeki çabaların sürdürülmesi.
Böylesine planlı bir şekilde uygulanmaya çalışılan ve içerisinde birçok hedefi barındıran ulusal programın zemin hazırladığı 2030 vizyonunun esas amacı ve hedefleri nelerdir? Bu soru aşağıda cevaplanmaya çalışılmıştır.
Suudi Arabistan’ın 2030 Vizyonu
Suudi Arabistan’ın uygulamaya çalıştığı günümüz stratejisi, aslında 2030 Vizyonu çerçevesinde belirlediği hedeflere ulaşmak için kullandığı bir yöntemdir. Kendi ülkesini Arap Dünyası’nın kalbi ve üç kıtanın merkezi olarak nitelendiren Riyad yönetimi, üç temel amaca ulaşmayı planlanmaktadır:
- Güçlü köken ve temellere ek olarak gelişmiş yaşam standartlarına haiz nitelikteki dinamik bir topluma sahip olmak;
- Ele geçirilen tüm fırsatları değerlendiren, uzun vadeli yatırımlar yapan, benzersiz konumundan yararlanarak yeni iş olanaklarıyla birlikte büyüyen bir ekonomiye haiz bulunmak;
- Etkili şekilde yönetilen ve sorumlulukları kaldırma kapasitesine sahip hırslı bir ülkeye dönüşmek.
Bu amaçlar doğrultusunda belirlenen esas hedefler şu şekildedir:[3]
- Dünyanın 19. büyük ekonomisi olmaktan çıkarak ilk 15 ülke arasına girilmesi;
- Özel sektörün GSYH’ye olan katkı payının %40’tan %65’e yükseltilmesi;
- Doğrudan yabancı yatırımların %3.8’den %5.7 oranına arttırılması;
- Petrol dışı devlet gelirlerinin 163 milyar SAR’dan 1 trilyon SAR’a ulaştırılması;
- Hac ziyareti gerçekleştirenlerin sayısının yıllık 8 milyondan 30 milyona çıkarılması;
- Suudi Arabistan’ın petrol ve gaz sektöründeki istihdam oranının %40’tan %70’e arttırılması.
Olası İhtimaller
Aslında yukarıda vurgulanan hedeflerin gerçekleştirilmesi iki olanağın doğru şekilde değerlendirilmesiyle mümkün olabilir. Bunlardan ilki şu şekildedir: Suudi Arabistan, sahip olduğu zengin petrol ve doğalgaz avantajlarını kullanarak ekonomik anlamda diğer ülkelere oranla daha çok güçlenebilir. İkinci olanak ise şu şekildedir: Savunma alanında askeri teçhizat bağlamında elini güçlendirerek bu alanda tüketici olmaktan çıkıp üretici ve ihracatçı konuma gelerek iyi bir şekilde yönetilen bir devlet olarak tezahür edebilir. Söylemek gerekir ki bu iki olanağın doğru şekilde değerlendirilmesi bazı koşullara bağlıdır. Hem bölge ülkeleriyle hem de önceden rakip olarak görülen devletlerle stratejik partnerliği geliştirerek ortaklık anlaşmalarının imzalanması, enerji ve savunma alanında tartışılan hususlara yasallık getirilmesi ve Batı yönlü siyaset yerine çok taraflı işbirliğine dayanan ilişkilerin geliştirilmesiyle hedefler gerçekçi bir şekilde gerçekleştirilebilir.
Tüm bu bahsedilenler göz önünde bulundurulduğunda Suudi Arabistan bağlamında Suriye’deki başarılarıyla Ortadoğu’da gerçekleşen olaylar ekseninde kilit devletlerden biri haline gelen Rusya’yla ilişkileri geliştirmek; hem İran’a rağmen elinin güçlendirilmesi anlamına gelmekte hem de savunma alanında Rusya’dan S-400’lerin alınması doğrultusunda anlaşmaya varılmasıyla 2030 hedefleri yolunda ilerlemesine engel olan zorlukların ortadan kaldırılması açısından önem arz etmektedir.
Rusya ve Suudi Arabistan’ın yapmış olduğu görüşme, ikili ilişkiler kapsamında çok önemli bir aşama olarak nitelendirilebilir mi? Rusya’nın kısa zaman içerisinde böylesi bir stratejik değişim yoluna gitmesi normal midir? Zira Rusya, kendi çıkarlarına ters düşen ve ekonomisine katkı sağlamayan politikalar ekseninde bulunmayacak bir devlettir. Rusya açısından bakıldığında; aralarındaki anlaşmazlıkların son zamanlarda iyice arttığı ABD’ye rağmen onun desteklediği bir devletin Rusya’yla stratejik ortaklığı beraberinde getiren anlaşmalar imzalaması ve stratejik değişim yoluna giderek onunla ilişkilerini geliştirmek istemesi olumlu karşılanacak bir durumdur. Bunun yanı sıra Rusya’nın lehine sonuçlanmasını istediği diğer bir durum da mevcuttur. Bu husus, geçtiğimiz yıllarda petrol fiyatlarındaki dalgalanmalardan dolayı OPEC ve onun müttefikleri arasında 2017 yılından itibaren altı ay boyunca günlük petrol üretimini 1.8 milyon varile kadar indirecekleri konusunda varılan anlaşmadır. Bu anlaşmanın geçerlilik süresi, 2018 yılının Mart ayına kadardır. Petrol piyasasında fiyatların tırmanmasına yardımcı olan bu anlaşmanın 2018 yılı boyunca uzatılmasından yana olan Rusya, Suudi Arabistan gibi bir enerji devini yanına alarak bu stratejisini gerçekleştirme niyetindedir.
Sonuç olarak söylenebilir ki; iki yıl öncesine kadar uluslararası arenada gerçekleşen politik olaylar çerçevesinde farklı tavırlar sergileyerek farklı eksenlerde yer alan küresel petrol piyasasının iki önemli devletinin bir araya gelmesi daha önce de düşünülmüş; ancak hayata geçirilmesi adına doğru zamanın gelmesi beklenmiştir. Eklemek gerekir ki; günümüzde cereyan eden stratejiden kimin ne kadar karlı çıkacağı önümüzdeki zaman içerisinde belli olacaktır.
[1]“Transforming Saudi Arabia: National Transformation Program 2020 Approved”, Shearman & Sterling, http://www.shearman.com/~/media/Files/NewsInsights/Publications/2016/06/Transforming-Saudi-Arabia-National-Transformation-Program-2020-Approved-PDF-061016.pdf, (Erişim Tarihi: 09.10.2017).
[2] “National Transformation Program”, Vision 2030, http://vision2030.gov.sa/sites/default/files/NTP_En.pdf, (Erişim Tarihi: 09.10.2017), s. 13-15.
[3] “Saudi Vision 2030”, file:///C:/Users/Grundig/Downloads/Saudi_Vision2030_EN.pdf, (Erişim Tarihi: 09.10.2017).