Suriye Krizi, 2011 yılında Arap Baharı’nın etkisiyle Beşşar Esad rejimine karşı başlayan halk protestolarıyla ortaya çıkmış ve hızla bir iç savaşa dönüşmüştür. Kriz, başlangıçta Dera kentindeki barışçıl gösterilerle başlamış ancak Esad rejiminin orantısız şiddet kullanımı bu hareketin tüm ülkeye yayılmasına yol açmıştır. Protestocuların demokrasi, özgürlük ve ekonomik reform talepleri, rejimin sert baskısıyla karşılanmış, bu da mezhepsel ayrışma ve sosyoekonomik eşitsizliklerin etkisiyle derinleşen bir çatışmaya neden olmuştur. Suriye’de muhalif gruplar hızla örgütlenmiş ve ülkedeki istikrarsızlık yabancı aktörlerin müdahalesine zemin hazırlayarak bir vekalet savaşına dönüşmüştür. Bu süreçte pek çok kişi hayatını kaybetmiş ve milyonlarca kişi evini ve yurdunu terk etmek zorunda bırakılmıştır. Yaklaşık 13 yıl süren bu çatışmalar, rejim karşıtı grupların kasım sonu itibariyle harekete geçmesi sonucunda 61 yıllık Arap Sosyalist Baas Partisi’nin ve rejimin son temsilcisi olan Beşşar Esad’in 8 Aralık 2024 tarihinde ülkeyi terk edip Rusya’ya sığınması ile son bulmuştur.
Beşşar Esad rejiminin devrilmesi yalnızca ülke içindeki dengeleri ve yapıyı değil aynı zamanda bölgesel güvenliği de derinden etkilemektedir. Baas rejiminin sona ermesi gerek ülke içinde gerekse bölgesel düzeyde yeni stratejik senaryoların ve olası krizlerin kapısını aralamıştır. Muhalif güçlerin kontrolü ele almasıyla Şam’da rejim sonrası düzenin nasıl şekilleneceği, geçiş sürecinin nasıl işleyeceği belirsizliğini korumaktadır. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve diğer Batılı ülkeler, radikal grupların ülkeye hakim olmasını engellemeye yönelik önlemler alınması gerektiğini vurgularken; Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğüne ve mülteci dönüşlerine odaklanmaktadır. Bu doğrultuda Türkiye, mültecilerin güvenli bir şekilde ülkesine dönmesini sağlamayı ve bölgedeki istikrarı yeniden tesis etmeyi hedeflemektedir. Ancak bu hedefin gerçekleştirilmesi, Suriye’deki iç çatışmaların sona ermesi ve yeni bir yönetimin oluşmasıyla mümkün olacaktır. Bu bağlamda Türkiye ve diğer aktörler, bu geçiş sürecinde dikkatli bir diplomasi yürüterek Suriye’deki güç boşluğunun bölgesel istikrarsızlığa yol açmaması için çaba göstermektedir.
Türkiye ve uluslararası aktörler, Suriye’deki geçiş sürecine, Suriye ise Baas rejimin etkilerinden kurtulup küllerinden yeniden doğmaya ve bu doğrultuda kendi iç gündemine yoğunlaşıp Esad’sız yeni bir döneme mümkün olduğunca birlikte ve şiddetsiz geçiş yapmaya odaklanmışken İsrail, Şam’a yakın bölgelerdeki stratejik hedeflere, özellikle rejimin askeri üslerine, silah üretim tesislerine, limanlarına ve silah depolarına havadan, denizden ve karadan saldırılar düzenleyerek pek çok noktaları vurmuş ve Suriye’nin önemli stratejik bölgelerini işgal etmeye başlamıştır. İsrail, Suriye’ye düzenlediği bu işgal operasyonunun adını “Başan Oku (Bashan Oku)”[1] olarak açıklamıştır. Burada şu sorular akıllara gelmektedir. İsrail neden Suriye’nin normalleşme sürecine girdiği bir dönemde saldırılarını yoğunlaştırmıştır? Suriye’de rejim değişikliği ve geçiş süreci, İsrail açısından bir güvenlik tehdidi mi oluşturmaktadır? İsrail’in Suriye’nin askeri altyapısını, limanlarını ve diğer stratejik noktalarını hedef almasının gerekçesi nedir? Ayrıca bu operasyonun “Başan Oku” adıyla tanımlanmasının altında yatan stratejik veya sembolik anlam ne olabilir?
İsrail’in Saldırı Düzenlediği Noktalar[2]
Suriye’nin stratejik haritası incelendiğinde, İsrail’in saldırılarının ağırlıklı olarak başkent Şam ve çevresinde yoğunlaştığı görülmektedir. İsrail’in hedef aldığı bölgeler arasında yalnızca askeri üsler ve havaalanları değil, aynı zamanda silah üretim tesisleri ve kimyasal silah depolama alanları olduğu iddia edilen noktalar bulunmaktadır. Bunun yanı sıra İsrail’in operasyonları, Rus askeri varlığının önemli ölçüde yoğunlaştığı Tartus ve Lazkiye gibi bölgeleri de kapsayarak Suriye’nin askeri altyapısını zayıflatmayı amaçlamıştır. Bu saldırılar, Suriye’nin YPG kontrolündeki limanlar ve askeri üsler gibi stratejik bölgelerine yönelmiş ve ülkenin askeri kapasitesini ciddi şekilde sınırlandırmayı hedeflemiştir. Özellikle Suriye donanmasını büyük ölçüde etkisiz hale getirmek, Rus yapımı askeri teçhizatın ve helikopterlerin imha edilmesi ile Suriye’yi savunma yeteneğinden yoksun bırakmak istenmiştir. İsrail’in bu hamleleri, yalnızca Suriye’nin iç güvenlik ve savunma mekanizmalarını hedef almakla sınırlı kalmayıp aynı zamanda bölgedeki diğer aktörlere yönelik stratejik bir mesaj niteliği taşımaktadır.
İsrail, saldırılarını Suriye’deki silahların radikal grupların kontrolüne geçmesini engellemek olarak gerekçelendirse de bu operasyonların temelinde stratejik genişleme hedeflerinin bulunduğu gözlemlenmektedir. İsrail, Filistin ve Lübnan’da izlediği stratejiye benzer şekilde Suriye’de de jeopolitik çıkarlarını güçlendirmeyi ve toprak kazanımını artırmayı amaçlamaktadır. Bu hedefin en belirgin örneklerinden biri, 1967 Altı Gün Savaşı sırasında işgal edilen Golan Tepeleri’dir. 1981 yılında Golan Tepeleri’nin ilhak edilmesiyle İsrail, bu bölgede askeri varlığını güçlendirmiş ve stratejik derinliğini önemli ölçüde artırmıştır. Golan çevresinde oluşturulan tampon bölgeler, İsrail’in güvenlik politikaları açısından kritik bir rol oynamış ve bölgedeki hâkimiyetini pekiştirmiştir. Bu çerçevede, İsrail’in Suriye’nin kuzeyine yönelik ilerleme girişimlerinin, stratejik önem taşıyan yeni toprakların kontrolünü ele geçirme hedefiyle bağlantılı olduğu ifade edilebilir.
İsrail’in saldırıları, özellikle Şam, Hama, Humus, Halep gibi büyük şehirler ve çevresinde yoğunlaşmaktadır. Bunun temel nedeni bu şehirlerin Suriye’nin askeri üslerinin, hava savunma sistemlerinin ve mühimmat depolarının bulunduğu stratejik merkezler olmasıdır. İsrail, bu hedefleri vurarak Suriye ordusunun operasyonel kapasitesini zayıflatmayı ve askeri altyapısını etkisiz hale getirmeyi amaçlamaktadır. Şam, ülkenin yönetim merkezi olmasının yanı sıra Suriye rejiminin ana karar alma mekanizmalarına ev sahipliği yapmaktadır. Humus ve Hama, Suriye’nin iç bölgelerinde yer alan önemli lojistik ve askeri geçiş noktalarıdır. Halep ise hem sanayi kenti olarak hem de kuzeydeki askeri hareketliliğin merkezi olması nedeniyle stratejik bir öneme sahiptir. Ayrıca bu bölgeler, İran’ın Suriye içindeki askeri varlığını güçlendirdiği ve Hizbullah’a silah ve lojistik destek sağladığı alanlar olarak öne çıkmaktadır. İsrail, bu tür varlıkların oluşturduğu tehdidi bertaraf etmeyi hedeflemiştir.
Suriye rejimi, özellikle başkent Şam çevresinde hava savunma sistemlerini yoğunlaştırmıştır. İsrail, bu sistemleri etkisiz hale getirerek gelecekteki operasyonlarına yönelik olası engelleri ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Ayrıca Golan Tepeleri, İsrail için önemli bir jeopolitik merkezdir ve bu bölgedeki saldırılar, İsrail’in bölgedeki güvenlik endişelerini ve stratejik çıkarlarını yansıtmaktadır. İsrail, Golan Tepeleri çevresindeki askeri faaliyetlerle, bölgedeki tehditlere karşı savunma pozisyonunu güçlendirmeyi hedeflemektedir. Deyrizor ve Kamışlı’ya yönelik saldırılar ise İsrail’in sadece askeri hedefleri değil, aynı zamanda Suriye’nin doğusundaki enerji kaynakları ve lojistik hatlarını da hedef aldığını göstermektedir. Bu saldırılar, İsrail’in bu bölgedeki stratejik kaynakları kontrol altına alarak Suriye’nin ekonomik ve askeri kapasitesini zayıflatmayı amaçladığını ortaya koymaktadır.
İsrail, Tartus ve Laskiye limanlarına saldırarak Suriye’nin Akdeniz’e erişimini kısıtlayıp Şam’ın İsrail karşıtı herhangi bir durumda dış destek alma kapasitesini daraltmayı amaçlamıştır. Başka bir ifadeyle İsrail, Tartus ve Laskiye saldırılarıyla Suriye’nin dış yardımlardan yararlanmasını engelleyerek bölgedeki İsrail karşıtı güçlerin stratejik hareket alanını sınırlandırmayı planlamıştır. Böylece, Suriye ve müttefiklerinin dış yardımlarına olan bağımlılıklarını azaltarak bölgesel üstünlüğünü pekiştirmeye çalışmıştır.
İsrail’in Suriye’ye yönelik askeri operasyonları, yalnızca askeri-stratejik hamleler değil, aynı zamanda tarihsel, dini ve ideolojik temellere dayanmaktadır. “Vaadedilmiş Topraklar” kavramı, İsrail’in ulusal kimliği ve dış politika hedeflerini şekillendirirken, Golan Tepeleri’ne atfedilen stratejik ve dini anlam, bu bölgedeki politikalarını meşrulaştırma çabalarına zemin hazırlamaktadır. İsrail, Golan Tepeleri’nin Yahudi kutsal metinlerinde “Başan” olarak anıldığını ve Hz. Musa döneminden itibaren Yahudilere ait olduğunu iddia ederek, bölge üzerindeki hakimiyetini ideolojik gerekçelerle desteklemektedir. Bununla birlikte Golan Tepeleri’nin stratejik önemi, İsrail’in ulusal güvenlik politikaları açısından kritik bir rol oynamaktadır. İsrail’in bölgesel güvenlik kaygıları ve yayılmacı politikaları, Filistin’le sınırlı kalmayıp Suriye, Lübnan ve Türkiye’yi de içine alan daha geniş bir coğrafyada etkisini göstermektedir. Bu bağlamda İsrail’in Suriye’ye yönelik müdahaleleri, tarihsel, dini ve güvenlik odaklı bir stratejiyle şekillenmektedir.
İsrail’in bölgedeki yayılmacı politikalarının arka planında sadece yüzyıllar önce kendisine “Vaadedilmiş Topraklar” stratejisi bulunmamaktadır. Bunun yanında bir de İsrail’in bölgesel stratejik planları bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle İsrail’in bölgesel yayılma stratejisinin bir diğer dayanağı bölgede bir “Davut Koridoru” planı, hayali ve idealini hayata geçirme düşüncesidir. Aslında İsrail, kuruluşundan bugüne kadar yaptığı bütün kanlı eylemlerini, planlarını ve stratejilerini bu plana dayandırmaktadır. Davut Koridoru veya planın hayata geçirilmesinin İsrail açısından stratejik öneme sahip olduğu ileri sürülebilir.[3] Bu çerçevede Golan Tepeleri hem İsrail’in hem de Suriye’nin paylaşamadığı bir yerdir. Golan Tepeleri, 1981 yılında İsrail tarafından ilhak edilmiş ancak bu ilhak uluslararası toplum tarafından kabul edilmemiş ve hâlâ Suriye’nin toprağı olarak tanınmaktadır. David Koridoru ise Golan Tepeleri’nden başlayıp Süveyda ve Deyrizor’dan geçip Irak’a kadar uzanmaktadır. Bu koridor, Irak, Suriye ve Ürdün’den geçerek Akdeniz’e kadar uzanmaktadır.
Bu planı İsrail doğrudan kendi askerleriyle değil YPG/PYD ve PKK gibi terör örgütlerini kullanarak hayata geçirmeyi planlamaktadır. Bu konuda İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, 10 Kasım 2024 tarihinde yaptığı açıklamada; Kürtlerin İsrail için “doğal müttefik” olduğunu belirterek, İsrail’in Kürtlerle ilişkilerini güçlendirmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bölgesel politikalara ilişkinde açıklamalarda bulunan Saar, “bölgedeki azınlıkların birleşmesi şart. Kürtler, İran ve Türkiye’nin baskıcı politikalarının mağduru konumundadır. İsrail’in bu gruplarla iletişimini artırarak ilişkilerini güçlendirmesi gerekiyor” demiştir. Ayrıca Lübnan ve Suriye’deki Dürziler hakkında da konuşan Saar, “Bizler bölgede bir azınlık topluluğuyuz, bu sebeple diğer azınlıklarla doğal müttefiklik ilişkileri kurmamız kaçınılmaz.”[4] ifadelerini kullanmıştır. Burada İsrail Dışişleri Bakanı, “bizler Kürtler gibi zulme uğradık, biz onları çok iyi anlarız, dolayısıyla biz onlarla ilişkilerimizi geliştirerek ittifak kurmak zorundayız” demek istemektedir. Aslında İsrail’in burada bahsettiği ve ittifak kurmaya çalıştığı Kürtler değil, PKK, PYD ve YPG gibi terör örgütleridir.
Türkiye ve Suriye Milli Ordusu’nun ve muhaliflerin Suriye’yi terör örgütlerinden temizlemesi YPG ve PKK’yı panikletmiş ve ABD ve İsrail’den yardım talebinde bulunmalarına sebep olmuştur. Özellikle Suriye Milli Ordusu’nun ve muhaliflerin Deyrizor’u YPG ve PKK unsurlarından temizlemesi İsrail’i rahatsız etmiştir. Çünkü ABD ve İsrail, Deyrizor’un bulunduğu hat üzerinde Davut sapanı veya duvarı oluşturma çerçevesinde bir uydu devleti kurma hayali kurmaktadır. Türkiye’nin katkısıyla Suriye Milli Ordusu ve muhalif güçlerin terör örgütlerine karşı sağladığı başarılar, İsrail’in bölgedeki stratejik hesaplarına büyük bir darbe vurmuştur. Bu bağlamda İsrail ve ABD’deki etkili İsrail yanlısı lobiler, Türkiye’nin bölgedeki hamlelerine karşı ekonomik ve diplomatik yaptırımların devreye sokulması yönünde güçlü bir baskı oluşturmaktadır.
Görüldüğü gibi İsrail’in bölgedeki stratejileri, yalnızca İran’a yönelik tehditleri bertaraf etmek için değil, aynı zamanda Türkiye’nin artan bölgesel etkisini dengelemeyi amaçlayan çok boyutlu bir politika olarak öne çıkmaktadır. Davut Koridoru’nun tamamlanması, İsrail açısından hem askeri hem de ekonomik açıdan kritik bir avantaj sağlayacaktır. Golan Tepeleri’nden Irak’a kadar uzanan bu stratejik hat, İsrail’in güvenlik kaygılarını hafifletmekle kalmayacak; aynı zamanda Doğu Akdeniz’e erişimini kolaylaştırarak enerji ve ticaret yollarını kontrol etme potansiyelini de artıracaktır. Bu durum, İsrail’in bölgesel gücünü pekiştirmenin yanı sıra enerji kaynakları üzerindeki hâkimiyetini genişletmesine de olanak tanıyacaktır.
Sonuç olarak söyleyebiliriz ki buradaki mesele sadece Suriye içinde oluşturulan sözde “Bashan Oku Bölgesi” değildir. Aynı zamanda Neocon Atlantikçilerin ve Siyonistlerin Irak Süleymaniye’den başlayıp Suriye’ye oradan da İsrail’e uzanan ve Akdeniz’e açılan Davut Koridoru çerçevesinde sürdürülebilir bir Coğrafya oluşturma meselesidir. Bu hayali projenin oluşmasıyla birlikte; İsrail ve ABD bölgedeki bütün enerji kaynaklarını, petrol ve doğalgaz boru hatlarını, ticaret rotalarını, Akdeniz’e çıkışı ve Akdeniz inisiyatifini ellerinde bulunduracaktır. Aynı zamanda Türkiye’nin önüne jeopolitik bir duvar örerek Orta Doğu’yla bağı kesilecektir. Ayrıca Türkiye ve İran kuşatılarak etkisiz hale getirilecektir. Suriye içi fay hatları kırılarak hem ülke içerisinde hem de bölge ülkeleri arasında büyük savaşlar çıkartılacaktır. Bu da ABD ve İsrail’in beslenmesi ve bölgede varlığını devam ettirmesi anlamına gelmektedir. Bu stratejinin merkezinde ise YPG/PKK terör örgütü yer almaktadır. Bundan dolayıdır ki YPG/PKK gibi terör örgütleri, bu senaryodan kesinlikle sökülüp atılmalıdır. Türkiye, 40 yıldır terörle mücadele etmektedir. Bu doğrultuda on binlerce Mehmetçik şehit olmuş ve terörle mücadele için trilyonlarca dolar harcanmıştır. Bugün Türkiye’nin bu mücadelesi ya sonuç verecek, zaferle sonuçlanacak ya da ABD ve İsrail’in ittifakı ile hüsrana uğrayacaktır. Burada artık her şey veya tüm inisiyatif Türkiye Cumhuriyeti devletinin alacağı kararlar ve kahraman Türk Ordusu’nun yapacaklarına bağlıdır.
Yolları açık olsun, ayaklarına taş değmesin…
[1] Süheyla Demir, “İsrail’in Suriye’ye Saldırısının Perde Arkası Ortaya Çıktı! Netanyahu’nun Hayali Suya Düştü”, Youtube, https://www.youtube.com/watch?v=eVyrrShAGcs, (Erişim Tarihi: 13.11.2024).
[2] “İsrail, 2024’te Suriye’deki İran destekli gruplara en az 43 hava saldırısı düzenledi”, Anadolu Haber Ajansı, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/israil-2024te-suriyedeki-iran-destekli-gruplara-en-az-43-hava-saldirisiduzenledi/33272 09, (Erişim Tarihi: 12.11.2024).
[3] Davut Koridaru Haritası; Haber Global, “Israil’in Suriye’ye Saldırısının Perde Arkası Ortaya Çıktı! Netanyahu’nun Hayali Suya Düştü” başlıklı videosundan alınmıştır. Bunun için bakınız; https://www.youtube.com/watch?v=eVyrrShAGcs, (Erişim Tarihi: 10.11.2024).
[4] “İsrail’den Kürtlere ittifak çağrısı: “Onlar bizim doğal müttefikimiz”, Medyascope, https://medyascope.tv/2024/11/11/israilden-kurtlere-ittifak-cagrisi-onlar-bizim-dogal-muttefikimiz/, (Erişim Tarihi: 11.11.2024).