Sırbistan’ın Avrupa Birliği’ne (AB) üyelik sürecinin bir parçası olarak yapılan yıllık yardımlara ilişkin paket, 21 Haziran 2023 tarihinde imzalanmıştır. Buna göre birlik, Belgrad yönetimine 162,2 milyon avroluk yardımda bulunacaktır. Söz konusu belge, Sırbistan Avrupa Entegrasyon Bakanı Tanja Miscevic ile Sırbistan’daki AB Delegasyonu Başkanı Emmenuel Joffre’nin katıldığı törenle duyurulmuştur. Mevzubahis törenden önce paylaştığı videoda AB Komşuluk ve Genişlemeden Sorumlu Komiseri Oliver Varhelyi, AB’nin Sırbistan’ın en büyük yatırımcısı ve ticaret ortağı olduğuna dikkat çekmiş ve birliğin Belgrad yönetimiyle olan ortaklıkları güçlendirmeye devam edeceğini belirtmiştir.[1]
Gerek imzalanan anlaşma gerekse de Varhelyi’nin açıklamaları, Brüksel’in Belgrad’la münasebetlere verdiği önemi göstermektedir. Burada ekonomi faktörünün ilişkilerdeki itici güçler arasında yer aldığı ifade edilebilir. Öte yandan Sırbistan, jeopolitik anlamda tercih yapmaya zorlanan bir aktördür. Zira Rusya-Ukrayna Savaşı’nın ardından AB’nin Moskova yönetimine uyguladığı yaptırımlara katılmamaktadır. Özellikle de enerji güvenliği bağlamında Sırbistan, Rusya’yla münasebetlerini önemsemektedir. Bu da Belgrad’ın hassas bir denge politikası yürütmesini beraberinde getirmektedir. Bu denge politikası ise AB dayanışmasıyla çeliştiği yönünde çeşitli eleştirilerle karşı karşıya kalmakta ve Belgrad, tercih yapmaya zorlanmaktadır.
Sırbistan’ın tercihe zorlanmasının nedenlerinden biri de hiç kuşkusuz Rusya’nın pan-Slavizm üzerinden Balkan jeopolitiğindeki etkisini arttırmasıdır. Balkanlardaki tarihi, kültürel ve etnik sorunların da etkisiyle; yani Balkanların iç dinamiklerinden kaynaklanan problemler, Rusya’nın yükselen Sırp milliyetçiliğini kullanarak bölgedeki nüfuzunu arttırmasına yol açmaktadır. Bu çerçevede Kremlin yönetimi; Sırbistan’ı, Kosovalı Sırpları ve Bosna Hersek’teki Sırp entiteyi etkilemeye dönük bir çaba içerisindedir. Yükselen Sırp milliyetçiliği ise Balkanlar’daki etnik kırılganlığı arttırmakta ve bölgeyi güvenliksizleştirmektedir.
Moskova’nın pan-Slavist argümanlar çerçevesinde bölgedeki etkisini arttırma gayretinin Rusya-Ukrayna Savaşı’nın ardından arttığını söylemek mümkündür. Çünkü Moskova yönetimi, Ukrayna’ya açık destek veren ve kendisine yaptırım uygulayan Avrupa’yı Balkanlar üzerinden göç ve güvenlik boyutunda istikrarsızlaştırabileceğini ve böylelikle birlik ülkelerine geri arım attırabileceğini düşünmektedir. Zira Balkanlar, en temelde Güneydoğu Avrupa’dır. Bu da Balkanlardaki krizlerin Avrupa güvenliğini olumsuz etkileyeceği anlamına gelmektedir.
Nitekim Rusya-Ukrayna Savaşı’nın ardından özellikle de Kosova’nın kuzeyinde özelde Kosovalı Sırplar ile Priştine yönetimi arasında ve genel anlamda ise Kosova ile Sırbistan arasında yaşanan ihtilaflardaki artış da bundan kaynaklanmaktadır. Kuşkusuz bu durum, Belgrad yönetiminin “Büyük Sırbistan” idealiyle yakından ilişkilidir. Zaten Belgrad, Kosova’nın bağımsızlığını da tanımamaktadır. Dahası Kosova, bağımsızlığını Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve AB üyesi aktörlerin desteğiyle kazanmıştır. Elbette bu da etnik, tarihi ve kültürel unsurlarla pan-Slavizm üzerinden bölgedeki etkisini sürdüren Rusya’nın Sırbistan’la yakın ilişki kurmasını kolaylaştırmaktadır. Üstelik Kosova’nın bağımsızlığı “Rusya’ya rağmen” gerçekleşmiştir ve Moskova yönetimi de tıpkı Belgrad gibi söz konusu ülkenin bağımsızlığını desteklememektedir.
Böylesi bir ortamda Kosova merkezli gerilim tırmanırken AB, ABD’yle birlikte arabuluculuk diplomasisini ön plana çıkarmakta ve bölgede sıcak çatışma yaşanmasını önlemeye çalışmaktadır. Bu noktada AB açısından tüm zorluklara rağmen Sırbistan Cumhurbaşkanı Alexander Vucic’in yürüttüğü denge politikasının büyük ehemmiyet arz ettiği söylenebilir. Zira Sırbistan, her ne kadar Rusya’yla yakın ilişkilere sahip olsa da çok yönlü dış politika anlayışıyla hareket etmektedir. Bu doğrultuda ülke, kendisini Avrupa’nın bir parçası olarak görmekte ve AB’ye üye olmak istemektedir.
Elbette bu durum, AB’nin Kosova Krizi başta olmak üzere Balkan coğrafyasındaki krizler esnasında arabuluculuk yapabilmesine olanak tanımaktadır. Bir diğer ifadeyle, Sırbistan’ın AB üyeliği hedefi, bölgede sıcak çatışma yaşanmasının önüne geçen en kritik faktörlerin başında gelmektedir.
Tüm bu bilgiler çerçevesinde belirtmek gerekir ki; tam da Belgrad ve Priştine yönetimlerine Brüksel’in anlaşma sağlamaları noktasındaki baskıyı arttırdığı bir dönemde Sırbistan’ın AB üyelik hedefi doğrultusunda alacağı yardımlara ilişkin bağış anlaşmasının imzalanması oldukça mühimdir.
Tahmin edileceği üzere birlik, bir yandan ekonomik yardımlar vesilesiyle Belgrad’a Sırbistan’ı kaybet istemediğini ve Avrupa’nın bir parçası olarak algıladığını gösteren mesajlar vermekte; diğer taraftan da Kosova Krizi’nin tırmanmasını önleme noktasında Belgrad’ın AB üyeliği hedefini sürdürmesini önemsemektedir.
Sonuç olarak AB, yakın çevresi olarak gördüğü ve dolayısıyla istikrarsızlıklarından etkileneceği Balkan coğrafyasında çatışma yaşanmasını istememektedir. Bu yüzden de Sırbistan’ın Rusya’nın pan-Slavizm politikasının önüne geçmeye çabalamaktadır. Bu kapsamda Brüksel yönetimi, Belgrad’ın AB üyeliğine ilişkin hedefini fırsat olarak görmektedir. Mevzubahis anlaşma da bunu teyit eder mahiyettedir. Tüm bu bilgiler çerçevesinde AB’nin çeşitli araçları kullanmak suretiyle Sırbistan ile Kosova arasındaki anlaşmazlıkta arabuluculuk rolü oynamaya devam edeceği öngörülebilir.
[1] “Potpisan paket pomoći EU-a Srbiji od 162,2 miliona eura”, Al Jazeera, https://balkans.aljazeera.net/news/balkan/2023/6/21/potpisan-paket-pomoci-eu-srbiji-od-1622-miliona-eura, (Erişim Tarihi: 23.06.2023).