Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü’nden (NATO) talep ettiği güvenlik garantilerine yönelik temel hususlarda gerekli güvenceleri alamamıştır. Bunun üzerine Rusya, 22 Şubat 2022 tarihlerinde Ukrayna’nın ayrılıkçı Donetsk ve Luhansk Halk Cumhuriyetleri’nin bağımsızlıklarını tanımış, 24 Şubat 2022 tarihinde ise Ukrayna’ya karşı askeri harekât başlatmıştır. Ancak bahse konu olan askeri harekât, 2014 yılından itibaren Ukrayna’nın Donetsk ve Luhansk oblastlarında Rus yanlısı ayrılıkçıların kontrol ettiği alanların ötesine yönelmiş ve kuzey, güney ve doğudan yürütülen ve Ukrayna’nın tümünü hedef alan bir askeri harekâta dönüşmüştür. Rusya’nın icra ettiği harekât, güvenliğin tüm düzey ve sektörlerinde önemli tehditler ortaya çıkarmıştır. Diğer yandan Moskova’nın hamlesi, uluslararası güvenlik sisteminde önemli bir kırılma yaratmış ve Rusya’nın dış ve güvenlik politikalarının analizine dair ipuçları da vermiştir.
Bunlardan ilki, Rusya’nın Soğuk Savaş dönemindeki ideolojik karşıtlığı terk etmesine rağmen özelde ABD’yi ve genelde Batı’yı öteki olarak görme eğilimini üzerinden atamamasıdır. Bu çerçevede ABD ve Batı lehine olan her gelişme, Rusya’nın aleyhine olarak algılanmıştır. Moskova, eski Sovyet coğrafyasında renkli devrimler gerçekleştirme ve NATO ile Avrupa Birliği’nin (AB) genişleme politikalarına siyasi, askeri, ekonomik ve kültürel politikalarla tepki göstermiş ve zaman zaman nükleer caydırıcılığını ön plana çıkarmıştır.Ancak bu durumun tek sorumlusu olarak Moskova’yı görmek gerçekçi değildir. ABD ve Batı’nın NATO ve AB’yi Moskova’ya güven içerisinde olduğunu hissettirmeden genişletmesinin de günümüzde yaşanan gelişmelerde büyük payı vardır. Moskova’nın Avrupa’da yaşanan gelişmeleri askeri güvenlik çerçevesiyle analiz etmesi ve tarihi gelişmeler, Baltık ve Doğu Avrupa ülkelerinin Rusya’dan algıladıkları tehdit nedeniyle NATO, AB ve ABD’ye daha fazla yönelmesine sebep olmuştur. Bu yüzden de söz konusu ülkeler, hızlı bir şekilde NATO ve AB’ye üye olmuşlardır. Ayrıca bu gelişmeler, birbirini besleyen bir güvenlik ikilemi ortaya çıkarmıştır.
İkinci olarak Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik müdahalesi, geçmişte uyguladığı askeri güç kullanımlarında farklılar ortaya çıkarmıştır. Önceki askeri kuvvet kullanımlarından farklı olarak Ukrayna harekâtının siyasi maksadı açıkça Ukrayna değil; NATO ve ABD’dir. Çünkü Moskova, Ukrayna’ya yönelik askeri harekâtı başlatmadan önce, siyasi ve askeri taleplerine yönelik görüşmeleri ABD, NATO ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’yla (AGİT) yürütmüştür. Ukrayna özelinde NATO’nun genişlemesini engelleme politikası, Moskova tarafından güvenlik garantileri talep eden taslak anlaşma metinleriyle tüm dünyaya ilan edilmiş ve bu garantiler sağlanmadığı takdirde, askeri-teknik konularda önlem alınacağı ifade edilmiştir. Yani Ukrayna, Rusya ile Batı arasındaki güç mücadelesinin satranç tahtası haline gelmiştir. Bu kapsamda Ukrayna, büyük güçler arasındaki rekabette, Rusya gibi dünyanın en büyük nükleer silah stokuna ve Avrupa kıtasının en büyük konvansiyonel ordusuna sahip bir devlet tarafından ulusal çıkarlar çerçevesinde işgal edilen bir ülke konumundadır.
Üçüncü olarak Rusya, geçmişte icra ettiği askeri harekâtları genel olarak kendi vatandaşlarını ya da Rus asıllı yerel insanları koruma iddiası, uluslararası hukuka göre ülkeye davet edilme ya da barış gücü olarak konuşlanma gibi argümanlara dayanarak tartışmalı bölgelerde yürütmüştür. Bu askeri kuvvet kullanımlarında Moskova tarafından takip edilen genel strateji; mevcut Rus asıllı/yanlısı çatışma ortamlarının örtülü olarak desteklenmesi, çatışma alanlarındaki yönetimlerin bağımsızlık ilanlarına destek verilmesi ve bağımsızlıklarının tanınması, sonrasında ise her alanda ilişkilerin ilerletilerek bütünleşmenin sağlanması şeklindedir. 2008 yılında Rusya-Gürcistan Savaşı’nda Rus Ordusu’nun Tiflis’e ilerleyişi ateşkes şartlarını kabul ettirme maksatlı ve kısa süreli olmuştur. Moskova yönetimi, Suriye’de ise bazı devletler tarafından tanınmasa da Esad rejiminin daveti üzerine askeri varlık bulundurmaktadır. Ancak Rusya, ilk kez yukarıda belirtilen hususların dışında ve tartışmalı bölgelerin ötesinde doğrudan başka bir devletin topraklarına yönelik işgal girişiminde bulunmuştur. Bunun yanı sıra Rusya, ABD, İngiltere ve Ukrayna tarafından 1994 yılında imzalanan Budapeşte Memorandumu’yla Ukrayna’nın nükleer silahlarını Rusya’ya devretmesi karşılığında hiçbir ülkenin Ukrayna’ya yönelik kuvvet kullanmayacağı ya da kuvvet kullanma tehdidinde bulunmayacağı, ülkenin egemenliği ve toprak bütünlüğüne saygı duyulacağı yönünde Kiev yönetimine güvence verilmiştir. Ancak Moskova, 2014 yılında Kırım’ı ilhak ederek ve Doğu Ukrayna’da ayrılıkçı bölgelere destek sağlayarak, 2022 yılında ayrılıkçı bölgelerin bağımsızlıklarını tanıyarak ve Ukrayna’ya karşı gerçekleştirdiği harekâtla bahse konu memorandumu açıkça çiğnemiştir.
Diğer yandan Birleşmiş Milletler (BM) Şartı’nın 2. maddesinin dördüncü fıkrasında konuyla ilgili olarak şu ifade yer almaktadır:
“Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığına karşı, gerek BM’nin amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar.”
Kuşkusuz söz konusu madde, BM üyelerinin uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanmasını ya da kuvvet kullanma tehdidinde bulunmasını yasaklamaktadır. Aynı zamanda Rusya, BM Anlaşması’na göre, uluslararası barış ve güvenliği sağlama konusunda temel yetkili olan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) beş daimi üyesinden biridir. Moskova, uluslararası hukuka göre uymak ve korumakla yükümlü olduğu BM Anlaşması’nı açıkça ihlal etmektedir.
Dördüncü olarak Rusya’nın yurt dışı askeri harekâtları, günümüze kadar başta siyasi, askeri, ekonomik ve kültürel olmak üzere tüm milli güç unsurlarının beklenmeyen ve ani etki yaratan bir şekilde hibrit savaş taktiklerinin uygulanmasıyla icra edilmiştir. Bu durum hem kuvvet kullanımına muhatap olan taraf açısından hem de bölgesel ve küresel düzeyde Moskova’nın hamlelerine yönelik takip edilecek siyasi ve askeri politikalar bakımından çıkmaz ve tereddütlere yol açmıştır. Bu da koordineli ve bütünleşik tepki gösterilmesini engellemiştir. Ancak Rusya’nın, Ukrayna’ya yönelik işgal girişimini başlatması, Batı Dünyası’nın yekpare biçimde Moskova’ya tepki göstermesine neden olmuştur. Daha öncesinde Rusya karşısında takınılacak tutum konusunda ayrışan Batı Dünyası, mevcut durumda bütünlüklü politika takip edebilmiştir. Bu hamlelerin büyük bölümü Rusya’ya yönelik ekonomik ve finansal düzeydeki yaptırımları içermiştir.
Her ne kadar NATO ve diğer ülkeler, Ukrayna’ya destek için doğrudan askeri birlik göndermeseler de tanksavar ve hava savunma füzeleri başta olmak üzere çok sayıda önemli silah, mühimmat ve teçhizat Ukrayna’ya gönderilmiştir. Çatışma şimdiden bir vekâlet savaşına dönüşmüştür. Diğer yandan savaşın değişen yüzüne yeni bazı unsurlar da eklenmiştir. Üçüncü tarafların vatandaşları gönüllü olarak Rusya’ya karşı Ukrayna saflarında savaşa katılmışlardır. Bu durum, Ukrayna tarafından da desteklenmiştir.
Beşinci olarak Rusya, ilk defa görece milli güç unsurları yüksek bir devlete karşı askeri güç kullanmıştır. Gürcistan’a kıyasla milli güç unsurları daha yüksek seviyede olan Ukrayna, özellikle de 2014 yılında Kırım’ın ilhak edilmesi sonrasında askeri hazırlıklarını artırmış ve nihayetinde dünyanın beklentisinin aksine Rusya’nın bu askeri harekâtına büyük direnç göstermiştir. Özellikle de Ukrayna Cumhurbaşkanı Vladimir Zelenski’nin ülkesinin savunulmasına yönelik gösterdiği kararlı tutum hem ülkesindeki direnci artırmış hem de ülkesine yönelik küresel desteğin giderek artmasına olanak tanımıştır. Rus askeri birlikleri savunmaya yönelik engebeli araziye sahip olmayan Ukrayna arazisinde beklendiği şekilde hızla hareket edememiştir. Meskûn mahallerde yaşanan çatışma ve bombalamalar, medya vasıtasıyla tüm dünyada Rusya aleyhine oluşan kamuoyunun pekişmesine ve daha da genişlemesine yol açmıştır.
Bahsi geçen harekâtın ortaya çıkardığı en büyük sonuçlardan biri de Moskova’nın uluslararası politikadaki konumuyla ilgilidir. Uluslararası politikada dün olduğu gibi bugün de en büyük gerçeklik güçtür. Ancak geçmişte sırf askeri kuvvet ya da ideoloji ekseninde tesis edilmeye çalışılan hegemonya ya da büyük güç politikaları, günümüzde rızaya ve değerlere dayalı ve daha çok ekonomik ilişkileri esas alan çerçevede tesis edilmektedir. Bu kapsamda büyük güçler uyguladıkları politikalara meşruiyet kazandırmaya çalışmakta ve dost ülke sayısını arttırıp, ittifaklarını genişletmeye çalışmaktadır. Bu çerçevede devletler, hasım ülke sayısını da azaltmaya çalışmaktadır. Bunun için de sert ve yumuşak güçten istifade edilerek akıllı güç kullanılmaktadır.
Moskova, Ukrayna’ya yönelik askeri harekâtıyla yumuşak ve dolayısıyla akıllı güç unsurlarını bir yana bırakarak sert güce başvurmuştur. Bu durum ise Moskova’nın etkinliğini her alanda hem bölgesel hem de küresel ölçekte olumsuz etkileyecek sonuçlar doğurma potansiyeline sahiptir. Putin, Ukraynalılar ve Ruslar arasında bir ayrılık bulunmadığını, bunun Batı tarafından suni olarak yaratıldığını ifade etmesine rağmen Ukrayna’ya askeri harekât başlatmış ve ülke halkının gözünde işgalci sıfatı kazanmıştır. Tüm bunların yanı sıra her ne kadar Moskova, Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) coğrafyasında kendi liderliğinde bölgesel ittifaklar tesis etse de gerçekte İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan uluslararası düzen içerisinde hareket etmektedir. Batı Dünyası, Moskova’ya bu sistem içerisinde olduğunu hatırlatmak maksadıyla bazı devletler, uluslararası örgütler, uluslararası kredi ve finans kurumları, uluslararası şirketler ve uluslararası organizasyonlar gibi her alanda yaptırım ve baskı uygulamaktadır.
Büyük bir gücün dünya politikasında oynadığı rol, büyük ölçüde diğer büyük güçlerle olan ilişkilerine bağlıdır. Unutulmamalıdır ki; Rusya, 2008 yılına kadar statükocu bir tutum izleyerek siyasi, ekonomik ve askeri gücünü artırmıştır. Moskova’nın kendisi için önemli avantaj olarak gördüğü nükleer silahlara dayalı askeri gücü ve enerji sektörüne dayalı ekonomisi aynı zamanda zayıflıklarını da oluşturmaktadır. Rusya, uluslararası politikada diğer milli güç unsurlarıyla elde edemediği sonuçları askeri gücüyle elde etmeye çalışmakta ve bu nedenle uluslararası toplumda tepki görmektedir. Diğer yandan en önemli ekonomik güç kapasitesini oluşturan enerji alanında ise özellikle AB ülkeleri, artık farklı enerji tedarik seçenekleri ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelerek Rusya’ya olan bağımlılıklarını azaltmaya çalışmaktadır.
2008 yılından bu yana uluslararası politikada yaşanan Rusya kaynaklı gelişmeler, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) gibi büyük bir süper gücün nedenleri ve sonuçları tam olarak ortaya konulamayan çöküşünün geç ortaya çıkan etkileridir. Rusya, SSCB’nin halefi olarak uluslararası sistemde her alanda yerini bulmaya ve sağlamlaştırmaya çalışmaktadır. Uluslararası güvenlik sisteminde Rusya kaynaklı gerilimin temel nedeni de budur. Ancak Ukrayna harekâtı uzun dönemde Moskova’yı yıpratan bir sürece işaret etmektedir. SSCB döneminde Afganistan ve Çeçenistan’da çeşitli askeri çıkmazlar yaşayan Moskova, büyük güç politikasında önemi kayıplar yaşayabilir.
Diğer yandan mevzubahis harekat vesilesiyle NATO’nun Soğuk Savaş sonrasında yaşadığı meşruiyet sorunu ortadan kalkmış ve bahse konu olan siyasi-askeri ittifak, Soğuk Savaş dönemindeki asıl görevi olan Rusya’ya karşı Avrupa’nın korunmasına dönüş yapmıştır. Avrupa’nın NATO dışında savunma kapasitesini artırma yönünde özellikle Almanya’da yaşanan gelişmeler, uluslararası güvenlikte yeni aktörlerin ortaya çıkacağına işaret etmektedir. Diğer yandan Avrupa’da görece bağımsız durumda bulunan bazı ülkelerin Rusya karşıtı tavır takınma eğilimi bulunmaktadır. Çin ise Rusya’nın en büyük ortağı durumundadır. Mevcut sürecin Pekin üzerinde iki önemli etkisi bulunmaktadır. İlki, ABD’nin Pasifik yöneliminin Rusya nedeniyle yeniden Avrupa’ya kaymasıdır. İkincisi ise tüm uluslararası güvenlik odaklı dikkatin Rusya’ya yöneldiği bir ortamda Tayvan’la birleşme konusunda yürüttüğü ihtiyatlı politika için kendisine manevra alanı açılmış olmasıdır.