Rusya’nın Astana Süreci’ndeki Konumu ve İdlib Operasyonu

Paylaş

7 Eylül 2018 tarihinde Tahran’da düzenlenmesi planlanan zirvede Astana Süreci’ndeki garantör ülkeler Türkiye-Rusya-İran görüşmesinin Suriye krizi bağlamında önemli sonuçlar doğuracağı öngörülmektedir. Zira zirvenin ana gündem maddesi olan İdlib operasyonu konusu, işbirliği açısından pek çok ihtilafları ve dolayısıyla da riskleri barındırmaktadır. Burada Esad rejimi ve İran, İdlib’e yönelik olarak kapsamlı bir operasyonu desteklerken Türkiye, böyle bir operasyona itirazlarını dile getirmektedir. Bu iki cephe arasında Rusya, dengeleyici bir rol üstlenmektedir. Bu çerçevede Rusya’nın genel olarak Astana Süreci’ndeki konumu ve özel olarak İdlib konusundaki tutumu ele alınmalıdır.

İlk olarak Astana Süreci adını verilen Suriye krizine yönelik çözüm arayışı platformunun, Rusya’nın önerisiyle ve Türkiye’nin destekleriyle başladığı ifade edilmelidir. 30 Eylül 2015 tarihinden itibaren Suriye’de askeri olarak varlık gösteren Rusya, krizin sona ermesi için Esad’a karşı savaşan muhalif güçlerin önemli kısmını destekleyen Türkiye ile işbirliği yapılması gerektiğinin farkındadır. Ayrıca Türkiye ve Rusya ortaklığının güçlenmesi sadece Suriye bağlamında değil, aynı zamanda Rusya’nın Avrasya politikasında da önemli köşe taşı olduğu Rus yetkilileri tarafından da anlaşılmaktadır. Bu minvalde 24 Kasım 2015 tarihinde yaşanan Uçak Krizi, altı ay gibi kısa sürede aşılmış ve 27 Haziran 2016 tarihinde yerini yeni işbirliğine bırakmıştır. Dolayısıyla her ne kadar Türkiye, Rusya ve İran bu mekanizmanın sac ayakları olsa da Astana Süreci, Rusya’nın bölge güçlerinin desteğiyle Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) muhalefetleri kullanarak ülkeleri istikrarsızlaştırma politikasına karşı ürettiği girişim olarak değerlendirilebilir. Diğer bir ifadeyle burada Rusya öncü rol üstlenmektedir.

Görüldüğü üzere Rusya’nın Astana Süreci çerçevesinde iki hedefi bulunmaktadır. İfade edildiği üzere Rusya’nın amacı, Suriye’deki krizin bir an önce bitmesidir. Nitekim Rusya’nın Suriye krizine etkin olarak müdahil olması da bu amaca hizmet etmektedir ancak, Rus hava güçlerinin Beşar Esad’ı desteklemesi tek başına yeterli değildir. Onun için Esad’a karşı savaşan muhalif gruplarla da müzakere sürecinin yürütülmesi gerekmektedir. Bu kapsamda Astana Görüşmeleri’nin Cenevre sürecinden farkı Astana’da sahada fiziki olarak var olan güçlerin toplanmasıdır. Suriye krizine Esad’ın yanında giren Rusya, Şam üzerindeki nüfuzunu arttırmış oldu. Tabiri caizse Esad, bu şekilde Putin’e ömrünün sonuna kadar borçlu kalacaktır. Rusya, Şam üzerindeki bu nüfuzunu Esad’ı müzakerelere zorlamak için kullanabilir ve nitekim de kullanmaktadır. Çatışan iki tarafın birini müzakereye ikna etmesi gerektirmektedir. Bu bakımdan Türkiye, Esad’a karşı savaşan muhalif güçlerin üzerinde belirli ölçüde etkili bir aktör olarak değerlendirilmektedir. Astana Süreci kapsamında Türkiye’ye garantör statüsü verilmesinin temel sebebi de budur.

Bu çerçevede Astana Süreci’nde aslında iki grup vardır. Birinci grup, Esad rejimi ve onu havada ve karada destekleyen Rusya ve İran iken ikinci grupta muhalifler ve Türkiye bulunmaktadır. Rusya garantör ülke olarak Esad tarafını, Türkiye de garantör ülke olarak muhalif kanadı müzakere masasında tutmaktadır. Esad, Rusya’ya güvenerek müzakere ederken muhalifler de Türkiye’ye güvenerek Astana’ya gitmektedir. Türkiye, Esad’ın vekili olarak Rusya’yı muhatap alırken Rusya da Suriye muhaliflerine seslenmek için Türkiye’ye hitap etmektedir. Bu açıdan bakıldığında Astana Süreci, aslında Moskova’nın Suriye krizine yönelik yürüttüğü başarılı bir proje olarak karşımıza çıkmaktadır.

Rusya’nın Astana Süreci’ndeki ikinci hedefi ise belirtildiği gibi Avrasya kıtasındaki genel politikası ile bağlantılıdır. Burada Moskova’nın Washington ile jeopolitik rekabeti ön plana çıkmaktadır. Rusya ABD’nin “insan hakları” söylemi ile muhalif grupları destekleyerek kıtadaki ülkeleri istikrarsızlaştırma ve “Balkanlaştırma” politikasına karşı “devletlerin egemenliği” söylemi etrafında Avrasya eksenini oluşturmaya çalışmaktadır. Bu eksene ABD tarafından bir tehdit algısı içinde olan bütün devletler girmektedir. Özellikle Avrasya’nın doğusunda Çin, Güney Avrasya’da İran ve kıtanın batısında da Suriye, bu anlamda Rusya’nın önemli ortakları olarak belirmektedir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) daimî üyeleri olan Rusya ve Çin; ABD’nin insan hakları merkezli ülkelerin iç işlerine müdahale konusunu gündeme getiren önerilerini reddetmeleri ile bilinmektedir. Örneğin, Rusya ve Çin 2011 yılından bu yana ABD’nin bu doğrultuda Suriye’ye karşı taleplerini sürekli veto etmektedir.

“İnsan hakları” söylemi ve “devletin egemenliği” söylemi açısından değerlendirdiğimizde Türkiye’nin özel konumu ön plana çıkmaktadır. İlk olarak Türkiye’nin insan hakları profilinin Avrasya ekseninde yer alan bütün devletlerden daha iyi olduğunu belirtmek doğru olacaktır. Özellikle Avrupa Birliği’ne (AB) üyelik süreci çerçevesinde, Türkiye’nin bu konuda önemli bir ilerleme kaydettiği gözlemlenmiştir. Ne var ki Türkiye’nin genel olarak Batı ve özel olarak ABD’den bağımsız ve daha özgür bir dış politika izlemeye başlaması, “insan hakları” söylemini Türkiye’ye karşı kullanma gereksinimini doğurmuştur. Bu çerçevede 2013 yılının Mayıs ayında Gezi Olayları projesi başlatılmıştır. Bu tarihten itibaren Türkiye, “insan hakları” söyleminin Batı tarafından kendi egemenliğine karşı sürekli eleştiri olarak kullandığı bir sürece girmiştir. Böylece Türkiye, kendini Rusya’nın yürütmekte olduğu “devletlerin egemenliği” söylemine daha yakın görmeye başlamıştır. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Rusya’nın Türkiye’ye arka çıkması, Ankara’yı Avrasya eksenine doğru itmiştir.

Bu gelişmeleri göz önünde bulundurarak Astana Süreci’ni analiz ettiğimizde Rusya’nın, yaşanan gelişmeleri Türkiye ve İran’ı kendi yanına çekmek için kullandığı görülmektedir. Sürecin başladığı Ocak 2017’den itibaren Türkiye, Rusya ve İran liderleri sürekli olarak görüşmekte ve ilişkileri geliştirmektedir. Bu bağlamda üçlü işbirliği formatının, Suriye krizini aşarak bölgesel ve hatta kıtasal konuların ele alındığı bir platforma dönüştüğü gözlemlenmektedir. Sonuçta bu görüşmeler Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani arasında belli bir güven oluşturmakta ve hem ikili hem de bölgesel ortaklık, bu güvenin üzerine inşa edilmektedir. Türkiye bağlamında düşündüğümüzde son dönemdeki Türkiye-ABD hattındaki gerginlik ve güvensizlik, Astana Süreci’nin önemini daha da arttırmaktadır. Bu açıdan bakıldığında da Astana görüşmeleri yine Moskova’nın Avrasya kıtasına yönelik yürüttüğü başarılı proje olarak karşımıza çıkmaktadır.

Rusya’nın Astana görüşmeleri bağlamında yürüttüğü bu iki hedefi göz önünde bulundurarak Suriye krizindeki son aşama olarak değerlendirebileceğimiz İdlib konusunu ele aldığımızda Moskova’nın yine önemli bir rol üstlenebileceğini öngörebiliriz. Suriye krizinde sona yaklaştıkça Astana Süreci kapsamında üç garantör ülke arasındaki anlaşmazlıkların su yüzüne çıkmaya başlaması doğal karşılanmaktadır. Çünkü uluslararası ilişkiler tarihine bakıldığında müttefikler düşmanı yenerek zafere yaklaştıkça, aralarındaki anlaşmazlıkların daha da belirgin hale geldiği ve bazı durumlarda da savaş sonrasında müttefiklerin birbiriyle savaşa girdiği görülmüştür. Bunun en güzel örneği, İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi Almanyası’na karşı aynı safta bulunan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) Rusya’sı, ABD ve İngiltere’nin savaştan sonra patlak veren Soğuk Savaş’ta farklı kutuplarda yer aldığı durumudur. Onun gibi Esad ordusunun İdlib’e karşı başlatacağı kapsamlı operasyon; Suriye ve İran’ı, Türkiye ile savaş eşiğine de getirebilir. Bu da Astana görüşmelerinin sonu anlamına gelir. Bununla beraber Rusya da Avrasya kıtasında Astana Süreci ile ABD’ye karşı yakaladığı psikolojik üstünlük durumunu kaybetmiş olur. Dolayısıyla Rusya, müttefiki Suriye ve İran ile Astana Süreci kapsamındaki ortağı Türkiye arasında böyle bir “Soğuk Savaş” senaryosunun yaşanmaması ve Avrasya ekseninin dağılmaması için Ankara’nın endişelerine önem vermesi gerekmektedir.

Sonuç olarak, Astana Süreci’nin Tahran Zirvesi, önemli gelişmelere gebedir. Görüldüğü kadarıyla söz konusu zirvede sadece Suriye krizi bağlamında değil, aynı zamanda süreç çerçevesinde oluşan Ankara-Moskova-Tahran işbirliği ve Avrasya ekseni açısından da önemli bir dönüm noktası olacaktır. Çünkü Tahran Zirvesi “Astana Süreci’ne tamam mı devam mı?” sorusuna yanıt verecektir. Eğer Rusya, Türkiye’nin itirazlarını yok sayarsa o zaman Astana Süreci bitmiş olacaktır. Eğer Rusya, Ankara’nın hassasiyetlerini dikkate alırsa sadece Suriye krizinde daha kalıcı bir çözüme gidilmekle kalmayacak, aynı zamanda bölgesel ortaklık daha da derinleşecektir. Dolayısıyla bu zirvede Rusya’ya önemli bir sorumluluk düşmektedir.

Benzer İçerikler