Son yıllarda küresel güvenlik ortamında yaşanan değişimler hem Avrupa hem de Asya-Pasifik’te büyük güçler arasındaki rekabetin keskinleştiğini göstermiştir. Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Avrupa’daki Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) genişlemesi ve Ukrayna üzerinden Rusya’ya karşı uyguladığı stratejik baskının yanı sıra Asya-Pasifik bölgesinde Çin, Rusya ve Kuzey Kore gibi aktörlere karşı yeni güvenlik mimarileri oluşturarak küresel etkinliğini artırmaya çalışmıştır. Bu süreçte ABD’nin bölgedeki en yakın müttefiklerinden Japonya’nın da aktif bir şekilde yer aldığı savunma girişimleri ve Batılı ülkelerin artan askerî konuşlandırmaları dikkat çekmiştir. Bu gelişmeler, bölgesel dinamikleri yalnızca savunma politikalarıyla değil, aynı zamanda jeopolitik dengeler açısından da derinden etkilemiştir.
Japonya’nın Başbakanı Shigeru Ishiba, Çin, Rusya ve Kuzey Kore arasındaki artan askerî işbirliğine karşı bir “Asya NATO’su” oluşturulması çağrısıyla bölgedeki güvenlik dinamiklerini yeniden şekillendirme çabasına girişmiştir. Biden yönetiminin “Örgülü Güvenlik Mimarisi” olarak adlandırdığı strateji kapsamında ABD, Japonya ve diğer bölgesel ortaklar arasındaki savunma işbirliği yoğunlaşmıştır. Dörtlü Güvenlik Diyaloğu (QUAD) çatısı altındaki Japonya, Hindistan ve Avustralya ile düzenli görüşmeler, AUKUS ittifakı ve Washington, Tokyo ile Seul arasındaki artan işbirliği, bu stratejinin önemli bileşenlerindendir. Ishiba, Hudson Enstitüsü için kaleme aldığı bir yazıda bu gelişmeleri başarı olarak nitelendirirken, özellikle Tayvan üzerindeki gerilimlerin NATO tarzı bir savunma mekanizmasıyla önlenebileceğini savunmuştur. Ancak bu girişimler, ABD ve Japonya tarafından olumlu bir adım olarak değerlendirilirken, bölgedeki diğer aktörler tarafından daha geniş bir stratejik tehdidin işareti olarak algılanmıştır.[1]
Bu çabalar, ABD’nin küresel caydırıcılık stratejisini yalnızca Asya-Pasifik ile sınırlı tutmayarak Avrupa’daki Rusya tehdidine karşı da genişlettiğini göstermiştir. ABD’nin NATO liderliğindeki desteğiyle Ukrayna’ya sağlanan askerî yardımlar, Rusya’nın tehdit algısını artırmış ve Moskova’nın hem konvansiyonel hem de stratejik caydırıcılığını güçlendirme çabalarını hızlandırmıştır. Rusya Savunma Bakanı Andrey Belousov’un NATO ile olası bir savaşa hazırlık gerektiği yönündeki açıklamaları, Moskova’nın Batı’yı stratejik bir tehdit olarak görmeye devam ettiğini ortaya koymaktadır. NATO’nun temmuz ayındaki zirvesinde alınan kararlar, Ukrayna’ya sağlanan destek ve insansız sistemlere yönelik yeni doktrinler, Rusya’nın bu algısını pekiştirmiştir.[2]
Bu iki bölge arasındaki bağlantı, ABD’nin hem Avrupa’da hem de Asya-Pasifik’te benzer stratejik modelleri uygulamaya çalıştığını göstermektedir. Rusya’nın Asya-Pasifik bölgesindeki tehdit algısı, yalnızca Batı kaynaklı baskılarla değil, aynı zamanda Japonya ve ABD’nin liderlik ettiği bölgesel ittifakların şekillenmesiyle de daha karmaşık bir hale gelmiştir. Rusya Genelkurmay Başkanı Valery Gerasimov, Asya-Pasifik bölgesinde ABD, Japonya ve Güney Kore’nin liderliğinde NATO’ya benzer bir askerî ittifakın şekillenmekte olduğunu ve bu yapının Rusya, Çin ve Kuzey Kore’yi ana rakip olarak tanımladığını belirtmiştir.[3] ASEAN temelli mevcut güvenlik sisteminin ABD tarafından kontrol altındaki ittifaklara dönüştürülmeye çalışıldığını vurgulayan Gerasimov, bölgede yaklaşık 400 bin askerlik bir gücün konuşlandırıldığını ifade etmiştir. Tayvan çevresindeki gerilimi artıran ABD’nin, Taipei’ye modern silahlar sağlaması ve Tayvan Boğazı’ndaki deniz faaliyetlerini sürdürmesi, Moskova tarafından provokasyon olarak nitelendirilmiştir.[4]
Bu süreçte hem NATO hem de AB üyesi olan Fransa’nın Asya-Pasifik bölgesine uçak gemisi taarruz grubu göndermesi de Batı’nın bu stratejik yöneliminin bir parçası olarak dikkat çekici husus olarak yerini almıştır. Fransa, bu hamleyle AB içindeki kolektif savunma kimliğini ve küresel stratejik etkisini güçlendirmeyi amaçlamıştır. Hint-Pasifik’te ABD, Japonya, Avustralya ve Kanada donanmalarıyla gerçekleştirilecek tatbikatlar, Fransa’nın bölgesel ortaklıklarını derinleştirme hedefi taşırken, aynı zamanda Çin gibi aktörler tarafından dışsal bir müdahale olarak algılanmıştır. İngiltere ve İtalya’nın da bölgedeki benzer konuşlandırmaları, Asya-Pasifik’teki tansiyonu artırmış ve bölgesel güvenlik çerçevesi oluşturma çabalarını zayıflatmıştır.[5]
Bu gelişmeler, NATO’nun Batı askerî yardımını koordine etme görevini ABD’den devralarak küresel ölçekte güç dağılımını yeniden düzenleme çabasıyla birleşmektedir. 2024 yılının Temmuz ayındaki NATO Washington Zirvesi’nde kararlaştırılan “Ukrayna için NATO Destek ve Eğitim Misyonu” (NSATU), Almanya’nın Wiesbaden kentinde merkezlenmiş ve 700 personelin görev alacağı bir yapıyla Ukrayna’ya destek mekanizmasını güvence altına almayı hedeflemiştir. Bu geçiş, ABD’de yeni seçilen Başkan Donald Trump’ın Ukrayna’ya yönelik askerî yardımları azaltma olasılığına karşı bir önlem olarak değerlendirilmiştir. Ancak ABD’nin hâlâ Ukrayna’ya en büyük silah tedarikçisi olması ve Trump yönetiminin politikaları, bu geçişin etkisini sınırlı kılmaktadır. Görev süresi bitmeden önce Biden yönetimi, Ukrayna’ya büyük miktarda mühimmat sevkiyatı planladığı iddialar arasında yer alırken, Trump’ın danışmanlarının, Kiev’in Moskova’le müzakerelere başlamaması durumunda askerî yardımı kesme olasılığını içeren bir planı gündeme getirmesi, Batı’nın desteğini sürdürülebilir kılma çabalarını daha da karmaşıklaştırmıştır.[6]
Aynı süreçte Asya-Pasifik bölgesinde “Asya NATO’su” söylemi, uluslararası güvenlik ve işbirliği açısından önemli bir kavram olarak öne çıksa da bu fikrin pratikte uygulanabilirliği sınırlı görünmektedir. Donald Trump’ın “Amerika’yı Yeniden Büyük Yap)” sloganıyla şekillenen dış politika yaklaşımı, Trump 2.0 döneminde ABD’nin çok taraflı ittifaklardan ziyade ulusal çıkarları önceliklendiren ve liderlik rolüne dayalı bir strateji izleyeceğine işaret etmektedir. Trump’ın NATO’ya yönelik eleştirileri ve Avrupa’daki kolektif savunma mekanizmalarına karşı mesafeli duruşu göz önüne alındığında, ABD’nin Asya-Pasifik’te NATO benzeri bir ittifakın kurulmasına yönelik destek verme ihtimali oldukça düşüktür. Biden yönetimi döneminde, Japonya’nın ABD ile yakın işbirliği içinde geliştirdiği güvenlik stratejisi, Trump döneminde daha ikili ve sınırlı işbirliklerine evrileceğine işaret olarak değerlendirilmektedir. Japonya’nın Biden sonrası dönemde daha bağımsız ve pragmatik bir bölgesel güvenlik yaklaşımı benimsemesi, Asya-Pasifik’teki bölgesel güç dinamiklerini yeniden şekillendirebilir.
Rusya ve Çin’in bu süreçteki tepkileri ise Avrasya ve Asya-Pasifik bölgelerinde stratejik bir uyum sağlama çabalarına odaklanacaktır. Avrasya’da Rusya, Çin’le ekonomik, diplomatik ve askerî bağlarını daha da derinleştirerek ABD’nin hem Avrupa hem de Asya’daki güç kaydırma politikalarına karşı ortak bir savunma hattı oluşturabilir. Özellikle Kuzey Kore gibi müttefiklerin bu blokta aktif bir rol üstlenmesi, bölgesel denklemleri daha da karmaşık hale getirebilir. Bunun yanı sıra Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi kapsamındaki ekonomik genişleme politikaları ve Asya-Pasifik’teki altyapı projeleri, bölgedeki ülkelerin ekonomik bağımlılığını artırarak ABD liderliğindeki ittifakların etkisini zayıflatabilir. Çin’in Tayvan konusunda sertleşen tutumu ve ABD destekli askerî hamlelere karşı geliştirdiği karşı stratejiler, bölgesel güvenlik dinamiklerini daha da gergin bir hâle getirebilir.
Bu çerçevede ABD’nin liderlik eksikliği ve kaynak sınırlamaları nedeniyle “Asya NATO’su” gibi bir oluşumun somut bir ittifak düzeyine ulaşması düşük bir ihtimal olarak değerlendirilebilir. Bölgedeki müttefikler, ABD’nin doğrudan liderlik sağlama eksikliğinde kendi güvenlik stratejilerini daha bağımsız ve pragmatik bir şekilde geliştirmek durumunda kalacağı öngörülen senaryolar arasında yer almaktadır. Japonya, Tayvan gerilimlerini yönetmek ve Çin’in artan bölgesel etkisine karşı koymak için daha dengeli bir yaklaşım benimseyebilir. Öte yandan Rusya ve Çin, bu durumu fırsata çevirerek bölgesel dengeyi kendi lehlerine çevirmek için mevcut işbirliklerini genişletebilir. Bu bağlamda Asya-Pasifik’te NATO benzeri bir ittifak fikri, daha çok politik bir söylem olarak kalmaya devam edecek ve bölgesel güvenlik mimarisinde belirgin bir değişim yaratmayacaktır. Bu durum, çok kutuplu düzenin güçlenmesine ve ABD’nin küresel liderliğinin zayıflamasına yol açabilecek uzun vadeli bir jeopolitik dönüşümün habercisi olabilir.
[1] Micah McCartney, “Japan’s New Leader Pushes Nuclear Weapons and Controversial ‘Asian NATO’”, Newsweek, https://www.newsweek.com/japan-prime-minister-ishiba-pushes-nuclear-weapons-asian-nato-1963059, (Erişim Tarihi: 21.12.2024).
[2] Boldizsar Gyori, “Russia Must be Ready for Potential Conflict with NATO ‘within 10 years,’ Defense Minister Says”, The Kyiv Independent, https://kyivindependent.com/russia-preparing-for-possible-conflict-with-nato, (Erişim Tarihi: 21.12.2024).
[3] “Gerasimov: Belyy dom Stremitsya Sozdat v ATR ‘Aziatskuyu NATO’”, TASS, https://tass.ru/armiya-i-opk/22703811, (Erişim Tarihi: 21.12.2024).
[4] “Russia warns of emerging US-led ‘Asian NATO’”, News.Az, https://news.az/news/russia-warns-of-emerging-us-led-asian-nato, (Erişim Tarihi: 21.12.2024).
[5] Guo Yuandan, “By Deploying Carrier Strike Group to Indo-Pacific for 1st Time in 40 years, France Aggravates Tensions in Aisa-Pacific: Expert”, Global Times, https://www.globaltimes.cn/page/202412/1325358.shtml, (Erişim Tarihi: 21.12.2024).
[6] “Koordinatsiya Voyennoy Pomoshchi Kiyevu pereshla ot SSHA k NATO”, Central Asia, https://centralasia.media/news:2207402, (Erişim Tarihi: 21.12.2024).