29 Mart 2022 tarihinde İstanbul’da gerçekleşen Rusya-Ukrayna heyetler arası müzakerelerinde barışa dair umutlar artarken; Rusya’nın verdiği en ilginç mesaj, Rus heyetine başkanlık eden Vladimir Medinski’nin Ukrayna’nın Avrupa Birliği’ne (AB) üyeliğine ülkesinin karşı çıkmadığını belirtmesi olmuştur.
Konuya ilişkin yaptığı açıklamada Medinski, “Kremlin, Ukrayna’nın AB’ye katılma talebine itiraz etmiyor.” demiştir.[1] Oysa 2014 yılında patlak veren “Maydan Olayları” esnasında Moskova, Kiev’in AB yönelimini cezalandırmak istemiş ve nihayetinde Kırım’ın uluslararası hukuka aykırı bir biçimde ilhak edilmesiyle neticelenen süreç yaşanmıştır. Yani Ukrayna halkı, 2014 senesinde AB’ye üye olmak istediğinde Rus müdahaleciliğine maruz kalmıştır.
Bu noktada Rus dış politikasında bir farklılaşma yaşandığı düşüncesi ön plana çıkmaktadır. Zira 24 Şubat 2022 tarihinde Rusya, Ukrayna’ya yönelik “Özel Operasyon” adını verdiği harekâtı başlatırken; Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) doğuya doğru genişleme politikasını ve Kiev’in NATO yönelimini kendi ulusal güvenliğine yönelik bir tehdit olarak nitelendirmiştir. Bu da ilk aşamada Moskova’nın AB genişlemeleri konusunda da 2014 yılındaki çizgisini koruduğu düşüncesini yaratmıştır. Çünkü Rusya’nın “Yakın Çevre Doktrini” olarak tanımladığı “Primakov Doktrini”, post-Sovyet alanda Batı nüfuzunun genişlemesini engellemeyi ve böylelikle Rusya’nın bölgesel hegemonyasının sürdürülmesini temel hedef olarak benimsemektedir. Dolayısıyla Rus devlet aklının bölge okumasında, AB de söz konusu durumdan muaf değildir. Bu nedenle de Medinski’nin açıklamaları son derece dikkat çekicidir.
Rus dış politikasındaki söz konusu farklılaşmayı Ukrayna Savaşı’nda işlerin yolunda gitmemesiyle ilişkilendirmek mümkündür. Bir anlamda Rusya, savaştan çıkış senaryolarını tartışmakta ve “onurlu bir çekilme” şeklinde tanıtabileceği bir formül aramaktadır.
Bu kapsamda Moskova yönetimi, post-Sovyet coğrafyada yer alan ülkelere Ukrayna üzerinden “Güvenlik ve savunma politikası bağlamında Batı’ya yönelmenize izin vermiyorum. Lakin siyasi ve kültürel olarak kendinizi ait hissettiğiniz Batı değerleri çerçevesinde tanımlayabilirsiniz.” mesajını verme ihtiyacı hissetmiş olabilir. Hatta Kremlin, Ukrayna başta olmak üzere Gürcistan ve Moldova gibi devletlerin AB üyeliği başvurusu yaptığı bir dönemde bu tarz bir söylem geliştirmek suretiyle AB-Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve dolayısıyla AB-NATO ayrışmasını belirginleştirme amacıyla da hareket edebilir. Bir diğer ifadeyle Moskova, AB’nin ABD’den uzaklaşarak görece Rusya’ya daha yakın bir şekilde konumlanması için taviz vermeyi kabullenmiş olabilir. Buradaki amaç, Ukrayna Savaşı vesilesiyle oluşan Rusya karşıtı bloğun parçalanması şeklinde okunabilir. Ancak tüm bu yorumların eksik bir değerlendirme olacağını da ifade etmek mümkündür. Zira Rusya’nın bu açıklamasının arka planında Ukrayna başta olmak üzere belirtilen ülkelerin zaten AB’ye kabul edilmeyecekleri yönündeki düşünce belirleyici olmaktadır.
Bilindiği gibi, AB üyelik süreçleri tüm üye devletlerin onayı neticesinde yürütülen fasıllar üzerinden yapılan müzakerelerle neticelenmektedir. Halihazırda AB üyesi olan Macaristan gibi Rusya’yı karşısına almak istemeyecek ülkelerin bulunması Rusya için oldukça mühimdir. Çünkü başta Budapeşte yönetimi olmak üzere çeşitli aktörler, bahse konu olan aday devletlerin üyelik sürecini fasıllara getirecekleri vetolarla tıkayabilir. Bu, azımsanmayacak bir olasılıktır. Nitekim Rusya’dan sıklıkla gelen “Dünyada hala güvenilir müttefiklerimiz var.” şeklinde açıklamalar da buna işaret ediyor olabilir.
Daha da önemlisi ismi geçen devletler, AB üyelik kriterlerini karşılamamaktadır. Üstelik bu eksiklik, demokratik değerler ve ekonomik kapasite gibi zaman içerisinde yapılacak reformlarla telafi edilebilecek mevzulardan da ibaret değildir. Çünkü bahsi geçen ülkelerin toprak bütünlükleri ve egemenlikleri; dolayısıyla sınırları tartışmalıdır. Bu nedenle de AB’nin bu ülkeleri üye olarak kabul etmesi mümkün gözükmemektedir. Nitekim AB’nin Ukrayna’yı istisna kabul ederek bu yönde bir adım atması beklenmemektedir. Zira birlik, bu kapıyı diğer aday ülkeler için açmak istemeyecektir. Dahası birliğin tartışmaları sınırlar da düşünüldüğünde, Rusya’yla komşu olmayı kabullenmesi rasyonel gözükmemektedir.
Aslında Moskova, sırf bu nedenlerden ötürü bile ilgili ülkelerin AB üyeliğine yeşil ışık yakmış olabilir. Böylelikle üye devletlerin ilk aşamada birliğe yöneldikleri görülecek; zamanla üye olamayacaklarını anlamaları halinde ise Batılı değerleri sorgulamaya başlamaları gündeme gelecektir. Bu formül, Moskova açısından yakın çevresindeki Batı etkisini kırmanın ideal yol haritası şeklinde algılanabilir.
Bu aşamada Ukrayna’nın üyeliği hususunda 2014 yılı ile 2022 senesindeki farklılığa da değinmek gerekmektedir. Hatırlanacağı üzere, 2014 yılında Ukrayna’nın AB üyeliği gündeme geldiğinde, henüz Kırım ilhak edilmemiş ve Kiev, Luhansk ile Donetsk üzerindeki otoritesini kaybetmemişti. Kısacası bahsi geçen dönemde Ukrayna’nın toprak bütünlüğü ve egemenliği tartışmaya açık bir vaziyette değildi. Söz konusu süreçte Rusya, bu yönelime müsaade etmemişti. Şimdi ise Moskova, Ukrayna başta olmak üzere eski Sovyet coğrafyasındaki ülkelerin AB’ye olan ilgisine soğuk bakmadığını ortaya koyan mesajlar vermektedir. Lakin Rusya’nın Ukrayna’da AB’nin bu ülkeyi üye olarak kabul edemeyeceği koşulları yarattığı gerçeği de göz ardı edilmemelidir.
Bu çerçevede Ukrayna başta olmak üzere Gürcistan ve Moldova gibi ülkelerin üyelik hedeflerinin realiteden kopuk bir tabloyu yansıttığı söylenebilir. Nitekim Gürcistan’ın Abhazya ve Güney Osetya ve Moldova’nın Trans-Dinyester Sorunu varlığını korumaktadır. Bu yüzden de zikredilen devletler için AB’nin “İmtiyazlı Ortaklık” gibi formülleri gündeme getirmesi ihtimaller arasında yer almaktadır. Fakat böylesi formüllerin ilgili devletleri ne ölçüde tatmin edeceği de belirsizdir.
[1] “Россия не против вступления Украины в ЕС – помощник президента РФ”, Vesti¸ https://vesti.az/v-mire/rossiya-ne-protiv-vstupleniya-ukrainy-v-es-pomoshhnik-prezidenta-rf-459994, (Erişim Tarihi: 29.03.2022).