Evet, aynen başlıkta ifade edildiği gibi; Rusya, başta ABD olmak üzere, Batı dünyası ile resmen kedi-fare oyunu oynuyor. Tavşana kaç, tazıya tut diyor. Hem de bunu uzunca bir süredir gözlerinin içine baka baka yapıyor.
Düne kadar temel stratejisi Almanya üzerinden Avrupa Birliği’ni yanına alarak ABD’yi zayıflatmak olan Rusya, bugünlerde ise ABD üzerinden Avrupa’yı ve daha genelde Batı dünyasını zayıflatma, kendi içerisinde bir güç mücadelesine itmek suretiyle de etkisiz eleman pozisyonuna sokma stratejisi izliyor. Ve bu arada da “çaktırmadan”, yavaş yavaş Avrupa’nın kalbine doğru ilerliyor.
Biraz daha açmak gerekirse… Rusya’nın en öncelikli hedefi “Avrasya’nın Balkanları” olmamak. Yani, tam manasıyla bir beka meselesi. İkinci hedefi ise, yakın çevresini kontrol altına almak ve böylece nihai hedefine ulaşabilmek. Yani, eski Sovyet alanı üzerinden tekrar bir dünya gücü, “kutup” olabilmek.
Bu niyetini çok somut bir şekilde “Avrasya Birliği” projesi ve bunun önemli bir sacayağı olan Ukrayna ile ortaya koymuş vaziyette. Kırım ve Doğu Ukrayna ile “şakam yok” mesajını ve bu
noktadaki kararlılık ile caydırıcılığını tüm dünyaya deklare etmiş bulunuyor. Aynı şekilde, Akdeniz-Ortadoğu’da çıkarlarını koruma noktasında yaptığı hamleler de ortada.
Burada kendisine yönelik en büyük tehdit ise, hiç kuşkusuz ABD. Fakat ABD’nin Rusya’yı tek başına engelleyebilmesi mümkün değil. Rusya da bunun farkında. Bundan dolayı da ABD’nin mevcut ve olası ortakları ile bunu gerçekleştirebileceği alanlara yönelik operasyonları üst üste gerçekleştiriyor. Almanya bu bağlamda sadece bir başlangıç idi ve bunda da fazlasıyla muvaffak oldu. Rusya; Batı’ya, daha doğrusu ABD’ye ilk darbeyi Almanya ile indirdi.
Kremlin’in bir diğer hedefi ise, ABD’yi kendi istediği şartlarda yeni dünya düzeninde bir ortaklığa, işbirliği ve paylaşıma mecbur kılmak gibi görünüyor. Açıkçası bunda da epey mesafe kat etmiş durumda. Nitekim Gürcistan sonrası, Kırım-Ukrayna ile başlattığı süreç şimdilerde etkisini Ortadoğu ve Balkanlar üzerinde gösteriyor.
Rusya’nın bu süreçteki en önemli partnerlerinden birisi ise, çok ilginçtir ABD’nin bizzat kendisi. Nitekim 2012 Cenevre sürecinden bu yana bu ülkeyle bölgede adeta bir “kankilik durumu” söz konusu. Rusya sadece ve sadece ABD’nin ona sistematik bir şekilde açtığı alanı çok hızlı bir şekilde doldurmaya çalışıyor.
Dolayısıyla, ABD’nin başta yakın müttefikleri olmak üzere, hiç kimseyi Rusya ile işbirliği noktasında suçlama hakkı yok. Çünkü ortada “tencere dibin kara seninki benden kara” durumu var. Herkes, çıkarları gereği kendi oyununu kurmakla meşgul.
NATO’yu Balkanlaştırmak!
Rusya’nın şimdilerdeki hedefi ise, NATO. Kendisini kuşatan ve onu bir tehdit olarak açıklayan Rusya, diğer taraftan da onunla terörle mücadele noktasında işbirliğinden bahsediyor. Buna işbirliği altında rekabet stratejisi de denilebilir. Rusya, bu stratejisi çerçevesinde başta ABD olmak üzere, NATO üyesi bazı ülkelerle işbirliğini derinleştirme-genişletmeyi hedefliyor.
Bu noktada DAEŞ/IŞİD, sadece ABD’ye değil, Rusya’ya da fazlasıyla meşruiyet zemini sağlıyor. Hatta Rusya’nın daha fazla işine geliyor bile diyebiliriz. PYD/YPG/PKK ile açıktan açığa ve zaman zaman da kapalı kapılar ardında yaptığı görüşmeler işte bu açıdan oldukça önemli.
Rusya’nın bu kadar hızlı mesafe kat etmesini kolaylaştırıcı başka önemli faktörler de var elbette. Bunların en başında ABD’nin, dolayısıyla da Batı’nın eski gücünü kaybetmesi geliyor. ABD, bırakın tüm dünyanın hegemon gücü olmayı, artık Batı içerisindeki o belirleyici üstünlüğünü de kaybetmeye başlamış durumda. Batı, kendi içinde önümüzdeki süreçte daha büyük çapta bir liderlik mücadelesine sahne olacak gibi.
Dolayısıyla ABD; önleyici doktrin anlayışı çerçevesinde, sadece Çin ve Rusya ikilisi ile değil, aynı zamanda Batı içerisinde de kendisine meydan okuma kabiliyetine ulaşmış olan güçlerle de mücadele içerisine girmiş durumda. Bu da, denge politikalarının ayrılmaz bir parçası olan Rusya’nın haliyle elini daha da kuvvetlendiriyor.
Batı’nın yekpare niteliğini kaybetmesi, hiç kuşkusuz Rusya’nın elini kuvvetlendiriyor ve böylece manevra alanını genişletebiliyor. Bundan ötürü de Rusya hızlı bir şekilde Batı’nın, özellikle de Anglo-Saksonların günah keçisi olmaya doğru sürükleniyor. Nasıl mı?
İngiltere Rusya’yı Uyardı!
İngiltere’nin Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Matthew Rycroft’un Rusya’yı Avrupa’nın birçok ülkesindeki eylemleri nedeniyle Avrupa’daki istikrarı bozmakla suçlaması bu hususta oldukça önemli ipuçları/sinyaller veriyor.
“Rusya, Avrupa’nın birçok ülkesindeki eylemleriyle Avrupa’nın istikrarını bozuyor, NATO’nun istikrarını bozmak ve birliği zayıflatmak istiyor.” açıklamasında bulunan Rycroft, Rusya’nın Kırım’ı ilhak ettiğini ve Ukrayna’nın doğusunda bir “terörist ayaklanmasını” desteklediğini ifade ediyor. Rycroft, “Rusya rotasını değiştirirse Rusya ile NATO arasında ve Rusya ile Avrupa arasında yeni ve üretken bir ilişki mümkün.” değil diye de noktayı koyuyor.
Anlaşılan o ki; İngiltere, Rusya’nın NATO oyununu görmüş vaziyette ve bundan dolayı da NATO’dan ve üyelerinden uzak dur mesajını veriyor. Bu mesajın muhataplarından biri de hiç kuşkusuz Türkiye. Dolayısıyla, Balkanlaşma sürecine giren Batı ve NATO açısından Türkiye bir kez daha paylaşılamayan bir aktör konumunda.
“Paylaşılamayan Aktör” olmak, ilk bakışta iyi gibi görünüyor. Fakat tarihsel deneyim bize çok farklı şeyler söylüyor. O yüzden oldukça kritik bir sürece girmiş durumdayız. Zira daha önce de yazdığım gibi, “Kırk katır mı kırkı satır mı” da artık bir tercih yapmamız isteniliyor. Üst üste gelen “havuç” ve “sopalara” bir de bu açıdan bakmak lazım!