Pelosi’nin Tavyan Ziyareti Üzerinden Hindistan’ın Stratejik Özerklik Tercihine Bakış

Paylaş

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

Amerika Birleşik Devleti (ABD) siyasetinde 1980’li yılların sonlarından itibaren etkili bir isim olarak yer alan ve 1987 yılından beri California eyaletinden Senato üyesi seçilen ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin 2 Ağustos 2022 tarihinde Tayvan’ı ziyaret etmesi hem öncesinde hem de sonrasında uluslararası politikada en fazla odaklanılan konularının başında yer almıştır. Hatta bu ziyaret, Atlantik İttifakı bağlamında en ciddi sorun ve tehdit olarak ele alınan Rusya-Ukrayna Savaşı’nı dahi, kısa süreli de olsa, gündemde ikincil öneme sevk etmiştir.

Daha önce de ifade edildiği üzere söz konusu ziyaret, kısa süreli de olsa küresel çatışma riskinin de hesaplandığı ve ihtimal dahilinde ele alındığı üst düzey bir krizle tüm sistemi ve özellikle de bölge devletlerini muhatap kılmıştır. Bu bağlamda kimi devletler ziyareti destekleyen açıklamalar da bulunurken; kimi devletler de ziyarete ilişkin endişe ve çekincelerini dile getirmişlerdir. Ziyaretle ilgili bu tartışma atmosferine rağmen ABD’de dahil olmak üzere uluslararası politikanın aktörlerinin kahir ekseriyeti “Tek Çin İlkesi”ni benimsediklerini teyit eden açıklamalar yapmışlardır. Bu noktada gerek bölgesel ve küresel stratejik önemi gerekse de diğer aktörlerden farklı bir pozisyon alması hasebiyle Hindistan dikkat çekmiştir. Yeni Delhi yönetiminin tavrını bu anlamda dikkate değer kılan husus, ziyaret bağlamında “Tek Çin İlkesi” hakkında sessiz kalması ve Pekin tarafının Yeni Delhi’ye açıkça bu sessizliklerinden vazgeçerek “Tek Çin İlkesi”ne bağlılığı teyit eden bir açıklama yapma çağrısında bulunulmasıdır.

Başta küresel ekonomi olmak üzere askeri ve politik rekabetin merkezi haline gelen Asya-Pasifik’teki gelişmelerle birlikte ABD’nin Çin’i sıkıştırmaya yönelik kurguladığı oyun ve bölgesel gelişmelere ek olarak Pekin yönetiminin de Yeni Delhi’yi hedef alan açıklamaları, Hindistan’ın Tayvan politikasını merkeze alarak Çin’le ilişkilerini ve bölge politikasını değerlendirmeyi zaruri bir hale getirmiştir. Bu kapsamda ilk olarak Hindistan-Çin ilişkilerine tarihsel bir metodolojiyle ana hatlarıyla bakmak gerekmektedir.

1947 senesinde Büyük Britanya’dan ayrılarak bağımsızlığını kazanan Hindistan, 1949 yılında kurulan Çin Halk Cumhuriyeti’ni aynı yılın Ekim ayında tanımıştır. Dönemin politik yapısı ve dinamikleri itibarıyla bu tanımanın en önemli yanı Hindistan’ın Çin’i tanıyan ilk komünist olmayan devlet olmasıdır. Bu dönemde her ne kadar komünist rejimi tanısa da Yeni Delhi yönetimi, Büyük Britanya’dan miras aldığı “demokratik” sistemi devam ettirmiştir. Bu süreçte gerek toplumsal ve siyasal yapısının özellikleri gerekse de sömürgecilik uygulamaları ve devlet yönetimindeki tecrübesizliklerinden ötürü Büyük Britanya dönemindeki Hindistan topraklarının parçalanması suretiyle Pakistan ve hatta sonrasında da Pakistan’ın bölünmesiyle de Bangladeş devletleri tesis edilmiştir.

Yukarıdaki paragrafta da görüldüğü üzere uzun bir dönem kolonyal yönetimin idaresi altında kalan Hindistan’ın bağımsızlık sonrasındaki en temel problemlerinin başında toprak bütünlüğünün muhafazası, sınır sorunları ve iki kutuplu uluslararası sistemde egemenliği ve özerkliği muhafaza eden bir devlet inşası ihtiyacı gelmektedir. Aynı durum, Çin için de geçerlidir. Bu ortak tehdit algısı ve çıkar okumaları, başlarda iki ülkeyi “Bağlantısızlar Hareketi” çerçevesinde bir araya getirse de özellikle 1960’lı yıllardaki sınır çatışmalarından dolayı taraflar arasında sorunlar baş göstermeye başlamıştır.

Bahse konu olan döneme bakıldığında 1962 yılında Pekin yönetimi, Hindistan’la imzalanan Mcmohan Sınır Anlaşması’nı tanımadığını ilan etmiş ve ardından iki devlet arasında savaş başlamıştır. 1962 yılının Ekim ayında Çin Ordusu, Ladakh bölgesindeki Chip Chap Vadisi’ne saldırmış ve 48 saat içinde vadiyi ele geçirmiştir. 24 Ekim 1962 tarihinde taraflar arasında bir sulh sağlansa da 15 Kasım 1962 tarihinde Çin, Hindistan’ın doğu bölgesine asker çıkarmıştır. 1976 yılına kadar gerginlik içerisinde olan ilişkiler, aynı sene içerisinde elçiler statüsünde tekrar başlamış ve 1980’li yıllarda normalleşmiştir.

Her ne kadar ilişkiler için “1980’lerle birlikte bir normalleşme söz konusu oldu.” ifadesi kullanılsa da esasen iki devlet arasındaki sınır ve toprak meseleleri çözülmemiş olup; dondurulmuş halde bekletilmektedir. Hatta son döneme kadar bu ihtilaflardan ötürü iki devlet, askeri gerilimler yaşamış ve zaman zaman her iki taraftan da yaralanan veya ölen askerler olmuştur.

İkili ilişkiler bağlamında sınır sorunları ve toprak bütünlüğü bağlamındaki meselelerden ötürü bir türlü istikrarlı bir yapıcı ilişki tesis edemeyen Yeni Delhi ve Pekin yönetimlerinin bölgesel ve küresel düzlemde uluslararası politikayı okumaları da farklılık arz etmektedir. Bu kapsamda Çin tarafından Hindistan ve Yeni Delhi yönetimiyle iyi ilişkileri olan en büyük tehdit olarak ABD algılanırken; Hindistan da Çin ve Çin’le iyi ilişkilere sahip olan Pakistan’dan tehdit algılamıştır. İki devletin kendini genel konumlandırmasının temelinde bir önceki cümlede belirtilen unsur yer alırken; Rusya bağlamındaysa Pekin açısından hem Rus enerji kaynaklarına olan ihtiyaç hem de ortak düşman ABD’nin varlığı, ilişkilerin seyrinde etkili olmaktadır. Yeni Delhi yönetimi ise Rus silah sanayisine bağımlı olması ve Çin’i Asya’da dengelemesi bakımından Moskova’yı karşısına almamaya çalışmaktadır.

Bir yandan ABD ve Rusya ile kazan-kazan çerçevesinde ilişki tesis ederek hem özerk dış politikasını sürdürebilmeyi hem de Çin’i dengelemeyi hesaplayan öte yandan kısa vadede bölgede dominant güç uzun vadede ise küresel sistemde bir güç merkezi olmayı hedefleyen Hindistan’ın geçmişteki “Bağlantısızlar Hareketi” politikasına benzer bir anlayışla BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika devletlerinin oluşturduğu ekonomik girişim) bağlamındaki ekonomik temelli dış politika inisiyatifinin günümüz bağlamında önemli ve etkili olabilecek bir tercih olduğunu ifade etmek gerekir. Çünkü uluslararası sistemin değişimi ve dönüşümü bağlamında en önemli parametrenin ekonomi olduğu aşikardır. Buna ek olarak 9 Haziran 2017 tarihinde Hindistan, 1996 yılında Şanghay Beşlisi olarak anılan ve 2001 yılında Özbekistan’ın katılımıyla Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) adını alan uluslararası örgüte üye olmuştur. ŞİÖ’nün üyeleri arasında Rusya, Çin, Pakistan ve İran’ın yer aldığı göz önüne alınırsa Yeni Delhi’nin bölgesel ve küresel denklemi etkileyecek gerek politik gerekse ekonomik girişimlerden uzak kalmayarak mevcut pozisyonunu ve elini kuvvetlendirme arayışında olduğu rahatlıkla ifade edilebilir.

Netice itibarıyla uluslararası sistemin “tek kutuplu” yapısının tartışıldığı ve küresel rekabetin Asya-Pasifik merkezli yürütüldüğü günümüz konjonktüründe Hindistan açısından dış politikasındaki en önemli parametre bir yandan ABD ve Rusya’yla dengeli bir siyaset yürüterek Çin’e karşı elini güçlü tutmak; diğer taraftan da çok kutupluluğun tartışıldığı bu dönemde stratejik ve politik özerklik üzerinden küresel güç merkezlerinden biri haline gelmektir. Gerek bağımsızlığın ilk yıllarında gerekse de Bağlantısızlar Hareketi sürecinde özerk politikaları pratik boyutunda kısmen de olsa da uygulayan Yeni Delhi, Pelosi’nin Tayvan ziyaretiyle gündeme gelen “Tek Çin” politikası başta olmak üzere bölgesel ve küresel jeopolitikte yeniden stratejik bir özerklik inşa etmeye çalışmaktadır. Elbette burada öne çıkan iki soru ise; Hindistan’ın bu konumlandırmasını süreklilik arz edecek şekilde sürdürebilmesinin mümkün olup olmadığı ve küresel rekabette kendi eksenini yaratırken; ABD-Rusya-Çin hattında nasıl bir dış politika tercihi ve stratejisiyle hareket edeceğidir.   


Dr. Kadir Ertaç ÇELİK
Dr. Kadir Ertaç ÇELİK
ANKASAM Uluslararası İlişkiler Danışmanı Dr. Kadir Ertaç ÇELİK, lisans eğitimini Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde, yüksek lisans ve doktora eğitimini ise Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda tamamlamıştır. Günümüzde Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi olan Çelik’in başlıca çalışma alanları Uluslararası ilişkiler kuramları, Amerikan dış politikası, Türk Dünyası, güvenlik ve stratejidir.

Benzer İçerikler