Okyanus Anlaşması’na Dair Beklentiler ve Gelecek Dönemde Denizcilik Faaliyetleri

Paylaş

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

Okyanuslar altındaki deniz varlıklarını korumak amacıyla bir anlaşma hazırlanması gerektiği, uzun yıllardır topluluklar, uluslararası örgütler ve Birleşmiş Milletler (BM) tarafından ifade edilmektedir. Buna dönük çabaların son 20 yıllık süreçte taslak ve araştırma çalışmalarıyla başladığı bilinmektedir. Okyanus Anlaşması vesilesiyle risk altında olan iklimin ve deniz canlılarının durumuna ilişkin düzenlemeler yapılacak ve açık deniz alanlarının korunması sağlanacaktır. Anlaşma, 200’e yakın ülke tarafından onaylanacak ve inisiyatif, büyük devletlerin tekeline bırakılmayacaktır. Yakın dönemde yapılacak hukuki düzenlemelerin akabinde ülkelerin kendi iç hukuklarına kabul edeceği anlaşma, su krizini ve iklim krizini ortadan kaldırmayı hedeflemektedir.

Okyanus Anlaşması, açık deniz alanlarını kapsayan tek anlaşma olma özelliği taşımaktadır. Ülkelerin denizlere karası olmasa da deniz varlıklarına karşı sorumlu oldukları fikri, bu anlaşmanın temelini oluşturmaktadır. Denizcileşme ve deniz alanlarında çalışmalar yapma gibi girişimlerde bulunan devletlerin ise anlaşma sayesinde açık denizlerde arama, kurtarma ve bilgi toplama faaliyetleri düzenleyebilmeleri mümkün hale gelebilecektir. Belirtmek gerekir ki; Greenpeace gibi uluslararası bağımsız örgütlenmelerin hazırladığı raporlar, bu konuda farkındalık yaratılmasında öncü rol oynamıştır. Hazırlanan raporlarda okyanusların henüz tam olarak keşfedilmediği, dünya ülkelerinin Ay ve Mars hakkında daha fazla bilgiye sahip olduğu dile getirilmektedir. Okyanuslarda yaşayan canlılar ise artan biyolojik ve kimyasal atıklar nedeniyle zarar görmektedir. Okyanus Anlaşması da bu noktada kirliliğin önlenmesi maksadıyla devletlerin attığı mühim bir adım olarak ön plana çıkmaktadır.

Okyanus Anlaşması öncesinde denize kıyısı olan devletlerin yetkinliklerini Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi belirlemekteydi. Ancak bu sözleşme; avlanma, kıyıların korunması ve değerli yer altı zenginliklerinden yararlanılması adına açık denizlerde herhangi bir koruma ya da sınırlandırma planı içermemekteydi. Taraf devletlerin 200 mil içerisindeki karasularında arama ve koruma oluşturmasını sağlamaktaydı. Günümüze kadar devam eden süreçte ulus-devlet etkisinin denizleri korumada belirleyici olduğu görülebilir.

Okyanus Anlaşması ise içinde barındırdığı fırsatlarla hem güçlü devletlerin bu koruma alanlarını tekelleştirmesine engel olmayı hedeflemekte hem de denize kıyısı olmayan ülkelerin de bu alanlarda çalışmalar yapmasına olanak tanımaktadır. Böylelikle deniz dibi madenciliğinin artan ekolojik zararlarına engel olunması planlanmaktadır. Tüm bunlara rağmen Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Çin gibi gelişmiş ve denizlerde üstünlük kurmayı amaçlayan devletlerin koruma planlarını ciddiyetle uygulayıp uygulamayacakları merak konusudur.

Deniz dibi madenciliği, petrol rafineleri, hidrofobik alanların saptanması gibi unsurlarla jeopolitik üstünlüğün sağlanması açısından sürdürülen faaliyetlerin ise denizler altındaki yaşama zarar verdiği düşünülmektedir. Deniz dibi madenciliği, gelişen araştırma yöntemleri ve bulgularla güçlenirken; doğaya vereceği tahribat da giderek artmaktadır. Bu artış da yine gelişmiş ülkelerin daha fazla zarar verdiği okyanuslar ve açık deniz alanlarıyla bağdaştırılabilir. Çünkü gelişmiş ülkeler ellerinde yer alan imkanları bu tip araştırmalara ayırmakta ve sektörün gelişmesini sağlayacak adımlar atmaktadır. Denizler altında yaşayan canlı türlerinin neredeyse yarısının yürütülen bu araştırmalar ve ticari faaliyetler nedeniyle yok olmaya başladığına inanılmaktadır. Öte yandan gelişmiş devletlerin ticari menfaatlere göre madenciliği geliştirmesi veya yaygınlaştırması da mümkün olabilir.

Diğer taraftan uzun süredir beklenen bu anlaşmanın denizlerde arama ve çıkarma yapmaya yönelik hukuki boşluklara da yol açabileceği düşünülmektedir. Bu konuda yalnızca gelişmiş ülkelerin değil; gelişmekte olan devletlerin de pastadan pay alma mücadelesi ortaya çıkabilir. İklim değişikliğinin neden olduğu giderek artan doğa tahribatına rağmen ticari menfaati ön planda tutmanın ise çevreci grupların tepkisini çekeceği öngörülebilir. Böylesi bir ortamda açık deniz alanlarının tamamen ticari menfaate dayalı kuruluşlar aracılığıyla düzenlenmesi beklenmemelidir.

Sonuç gelecek dönemde iklim kriziyle boğuşmak zorunda kalacak olan dünyanın, henüz keşfedilmeyen hazineleri olan okyanusların korunmasını öngören Okyanus Anlaşması oldukça mühimdir. Zira artan zamansız ve hatalı balıkçılık faaliyetlerinin okyanus altı canlı ekosistemine verebileceği tahribat oldukça fazladır. Henüz tamamını keşfedemediğimiz bu alanları ortak bir amaçla savunmaya çalışmaksa yerinde olacaktır. Giderek büyük bir tehdit haline gelen deniz madenciliğini de sınırlandırabilecek bu anlaşmanın bir formatla yaygınlaşması kritiktir. Çünkü hangi milletten, hangi devletten olursa olsun, insanlık denizlere, suya ve oksijene muhtaç bir şekilde yaşamayı sürdürecektir.


Benzer İçerikler