Sovyetler Birliği dağıldığında Amerika Birleşik Devletleri’nin erken bir zafer havasına girdiği daha ilk on yıl bitmeden anlaşılmıştı. Avrasya merkezli güçler arasında ABD tehdidini merkez alan işbirliği arayışları ve bu kapsamda 1999’da “çok kutuplu dünya” çağrısı ve bunun 2001’de Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ile kurumsal bir yapıya bürünmesi, sadece ABD açısından değil, tüm dünya açısından da yeni bir dönemin başlangıcına yol açtı.
Zira ABD bu çağrı sonrası ortaya çıkan kurumsal yapılanmayı kendi hedeflerine ve çıkarlarına bir tehdit olarak algıladı. Ve çok değil, ŞİÖ’nün kuruluşundan 5 ay sonra bu örgüt üyelerinin bulunduğu coğrafyanın merkezine/kalpgâha yerleşti. Gerekçe ise, 11 Eylül ve teröre karşı savaş olarak açıklandı. Afganistan, bundan dolayı işgal edildi.
Coğrafyanın buna tepkisi “esnek mütekabiliyet” yani “işbirliği içinde rekabet” ve “oyunu gördüm” şeklinde oldu. Bu oyunun farkında olan ülkelerden diğer ikisi ise Türkiye ve Rusya idi. Burada daha önce kaleme aldığımız yazılarda öneminin altını ısrarla çizdiğimiz 16 Kasım 2001 tarihli “Avrasya’da İşbirliği Eylem Planı: İkili İşbirliğinden Çok Boyutlu Ortaklığa” anlaşması bunun bir sonucu idi.
Ve o tarihten bu yana Türkiye NATO ile ilişkilerinde “Russia First” (Öncelik Rusya) uygulamasını dış politikasının adeta merkezine oturttu. (Bu hususu gerekirse daha sonraki yazılarımızda açarız.)
Bu tepkinin sadece Asya merkezli olmadığı görüldü. Buna, Almanya’nın liderliğinde kıta Avrupa’sı da eklendi. Şimdilerde daha net görüldüğü üzere, ABD’nin bu çıkışı Soğuk Savaş sonrasına yönelik olarak hedeflerini yükselten bazı Avrupa devletleri açısından bir tehdit olarak görülmüştü. Bu tepki somut olarak 2003’te Irak’ta kendisini gösterdi.
Dolayısıyla, tek kutuplu bir dünya için yola çıkan ABD, yolda kendi müttefiklerini de kaybetmeye başlamıştı…
ABD’nin Kutup Oyunları!
Soğuk Savaş sonrası tek kutuplu bir dünya inşa etmek isteyen, 11 Eylül’de Bush ile buna yönelik Avrasya merkezli direnci kırmak isteyen ABD bu hedefine ulaşamayınca, adında Hüseyin geçen Barack Obama ile “kontrollü iki kutuplu bir dünya” için kolları sıvadı ve ilk teklifi Çin’e götürdü. Avrasya merkezli olarak dünyayı paylaşalım ve bu kapsamda Rusya’yı Balkanlaştıralım teklifine “güler yüzlü ret” cevabını aldı.
Obama’nın son dönemlerinde İran ve özelikle de Rusya’ya açılan alan, aynı zamanda Çin ile hesaplaşmanın bir diğer adıydı fakat bu da fazla uzun sürmedi. “Ötekiler İttifakı” arasındaki bağlar, sanılanın çok daha ötesinde güçlü bir bağa dayanıyordu ve bunun temelinde de ABD hedefi yatıyordu. “Ötekiler İttifakı”, ABD’nin neredeyse her hamlesini boşa çıkartıyordu. Dolayısıyla, Trump’ın gelişiyle birlikte Rusya balayı fazla sürmedi ve Rusya-İran ikilisi tehdit/düşman ilan edildi.
Şu an ABD, kendisi açısından “kontrolsüz birçok kutuplu dünya oluşumu” ile karşı karşıya ve bunun için bir an önce tedbirler alması gerekiyor. Trump ile birlikte BM, AB ve NATO’nun eş zamanlı olarak birden sorgulanmaya, hatta hedef alınmaya başlamasının altında da bu yatıyor.
Zira ABD’nin Soğuk Savaş yapılanması olan bu örgütler üzerindeki etkisini kaybettiğini biraz geç de olsa anlamış durumda. Daha doğrusu görmeye başladığı bu gerçekliği kabul etmesi biraz zaman almış görünüyor. Bunun da temelinde hiç kuşkusuz “Ölümcül Yanki Kibri” yatıyor!
Bu yapılar içerisinde NATO istisnai bir yere sahip. Çünkü ABD oranın tek ağası. Fakat görünen o ki, ABD zaman içerisinde bizim meşhur “Züğürt Ağa”ya dönüşmüş… Nasreddin Hoca’nın meşhur “parayı veren düdüğü çalar” fıkrasındaki gerçeklik burada da zuhur etmiş. ABD parayı veremeyince, “Kapıcı Şaban” filminde olduğu gibi apartmanı (NATO’yu) zaman içerisinde zenginleşen kapıcıya (Almanya’ya) bırakma riski ile karşı karşıya kalmış durumda. Dolayısıyla ABD-Almanya arasındaki kavgaya bir de bu perspektiften bakmakta fayda var.
NATO’nun İşlevsizleştirilmesi!
NATO’nun öldüğünü söylemek elbette mümkün değil. Fakat diğer taraftan yoğun bakımda olduğunu da belirtmemiz gerekiyor.
NATO, belirsiz bir geleceğe doğru sürükleniyor. Zira gerek ABD’nin izlediği politikalar gerekse de Almanya merkezli olarak Kıta Avrupa’sının alttan alta koyduğu direnç sonucunda NATO işlevsiz hale gelmiş durumda. (Burada Türkiye’nin oynadığı rolü de göz ardı etmemek lazım.)
Şu an ortaya ABD’nin elinde pahalı, fazlasıyla maliyetli bir oyuncağa dönüşmüş bir örgüt var ve açıkçası ABD ne yapacağını tam olarak kestiremiyor.
ABD, Trump ile birlikte artık bu belirsizliğe son vermek istediğini deklare etti. Bu örgütü tamamen lağvetmenin pek de çıkarına olmadığını, Trump’ın söylemlerinin Almanya’nın elini daha da kuvvetlendirdiğini de görmüş durumda. Bunun için yeni bir stratejiyi uygulamaya koyduğu görülüyor.
Bu strateji “Yeni NATO’cuklar” üzerine inşa edilmiş vaziyette ve amiyane tabirle; “ne koparırsam o kârdır” mantığına işaret ediyor. Yani, tam bir sefil tüccar yaklaşımı. Peki, bu durumda NATO’yu nasıl bir gelecek bekliyor?
NATO: Nasıl Bir Gelecek?
Bu hususu maddeler halinde sıraladığımızda, karşımıza ABD’nin “Yeni NATO” ile şu hususları hedeflediğini görüyoruz:
- ABD’nin maliyetlerini asgariye indirmek;
- ABD’nin sahadaki görünürlülüğünü ortadan kaldırmak ve böylece Amerikan karşıtlığını en az seviyelere çekmek;
- Avrupa’yı “yeni tehditler” ile baş başa bırakılmış duygusu içine iterek, onun kendisine olan bağımlılığını daha az maliyetle arttırmak;
- Almanya’nın Avrupa (Avrupa Birliği açısından) bir hiç olduğunu ispatlamak;
- Avrupa içinde yeni güç merkezleri oluşturmak;
- NATO’nun ömrünü uzatmak;
- Kontrollü birçok kutupluluk sürecinin önünü açmak.
Bu ise, klasik bir bürokrat, devlet adamı, akademisyen vb. ile olacak değil. Dolayısıyla, tüm bu hususlar, niçin Trump’ın başkan olarak seçildiğini bir kez daha gösteriyor.
Eğer ABD bu planını gerçekleştirebilirse, en iyimser tahminle NATO’yu başkalarına finanse ettirerek onu devam ettirmeye çalışacak. Eğer bunu tam anlamıyla yapamaz ise, o zaman “Küçük NATO’cuklar” kuracak. (Buna “Mobil NATO’cuklar” ya da “Bölgesel NATO’cuklar” adı da verilebilir. Trump bunun ilk somut sinyalini “Arap NATO’su” ile vermiş görünüyor.) Böylesi bir durumda “Kadük NATO”, “Koordinatör NATO” konumuna dönüşecek.
Buna göre NATO en kötümser yaklaşımla dağılma, en iyi yaklaşımla ise yeniden yapılanma adı altında bölünme sürecine girmiş bunuyor. Bir diğer önemli husus ise, NATO’nun hedef coğrafyasındaki değişim ve buna bağlı olarak yeniden dost-düşman ayrımına/tanımına gitmesi. Dolayısıyla, NATO üyesi olmanın güvenliği taahhüt etmediği, bilakis bir tehdit olduğu yeni bir süreç ile karşı karşıyayız…